Yirmi İki Yıllık Sonsuz Hüzün ve Melankoli: The Smashing Pumpkins
Boğaç Gökmen
Doksanlı yıllar iddialı, iz bırakan değişimlerle başlamış ve öyle de devam edecek gibi görünüyordu. Yaş itibarıyla yirmili sayıları telaffuz ederken belki de çağın icap ettiği birçok kafa karıştıran detayının parçası olmak belli ki tecrübe sahibi olmanın da en garantili yoluydu. Bu işin doğası böyle değil miydi?
Nefes alıp verme sahasını müzikle oluşturmaya çalışan kişilerin çokça yaşadığı gelgitler rutinin olup çıkar. Ne mutlu ki ömür boyu yanında taşıyabileceğin varlıklara dönüşür bir süre sonra şarkılar.
Doksanlar başladığı gibi, üniversitenin alakadar olmadığım bir bölümünde ders dinlerken bulmuştum kendimi. Üstelik üçüncü yılında biraz daha karmaşık ve hassas yol ayrımlarını da beraberinde getirecekti bu üniversite süreci. Kadıköy topraklarından Cihangir ve dolayısıyla Beyoğlu aksanına alıştığım dönemi resmediyordu. Bir sonraki yıl oldukça önemliydi. Bir enstrüman çalmanın hayattaki ehemmiyetini kavrayacak, gitar çalmaya gittiğim benzersiz bir kasabada hayatımı değiştirecek, başka bir değişle kendi hayatıma kendimin yön vereceği fırsatı bulacaktım.
Bu arada hayat nasıl geçiyordu derseniz, Seattle ve grunge hareketini, Maiden’dan Fear of The Dark, çokça da The Cure’un Wish albümünü önerebilirdim. Mtv Unplugged’ların tam gaz sürdüğünden, Tesla’nın Five Men Acoustical Jam’inin, Kurt Cobain’in alıp başını gitmesinin, ah! şu Pearl Jam de olmasalardan, Rage Against The Machine ve Rammstein’a uzanan bir listeden bahsedebilirdim. Doksanlar biraz da Death Metal’dir demeden edemez, Kemancı’nın Sıraselviler’e taşındığı dönemin heyecanını ıskalamadan, Beyoğlu’nun rock bar turlarını özlemle anmaktan kendimi alamayabilirdim.
İlk önce “Today” çalmaya başladı her yerde. Ben sıkı metalciydim lakin bu Seattle işleriyle, grunge müziğe de iyiden iyiye kafa yorar olmuştum. Büyükparmak Kapı, Hasnun Galip ve Ayhan Işık Sokak’ta birkaç mekânda müzik yapıyor, iki akustik gitarlı programlarda Pearl Jam, Temple Of The Dog, Nirvana, R.E.M. Radiohead’in beylik parçalarını da repertuara katıyorduk. Bir süre sonra “Disarm” ve “Mayonaise” ile birlikte Smashing Pumpkins benim için başka bir yere yerleşmişti bile.
95 yılının sonlarına doğru sıkıntılı bir akşam gelir aklıma ve gülümserim arada sırada. Kış gelmek üzere ve serince bir hava vardır dışarıda. Birkaç gün önce Megavizyon’a girip fiyatına bakıp çıktığım kasetin parasını denkleştirmiş hatta üstüne iki üç birayla kendimi şımartacak kadar bir zenginliğe de sahiptim. Walkmanim hazır, yeni pillerim dahası yedekleri de montumun cebinde.
Mağazaya girerken hayli vakur bir hâlim olsa gerek yanıma gelen arkadaşın omzunu sıvazlayarak teşekkür ediş tarzımı hatırlıyorum da o an firma sahibinin oğlu olabilirim. Kasetin yerini iyi biliyorum ve bitmemiş olmasını umut ederken koşmamak için kendimi frenliyorum. Neyse, hemen orada. Çift kasetli kabı öyle özel ki, raftan alıp kasaya gitmem bir oluyor. Bin vampir gücündeyim. Bir yere oturup incelemeliyim ama öncesinde ilk kasedi çıkarıp walkmane yerleştiriyorum.
Evet, “Mellon Collie And The Infinite Sadness” çalmaya başlıyor usulcacık. Piyanolu giriş açılışı yapıyor, az sonra başlayacak her şeye hazırlıyor, ben de adımlarımı sıklaştırıyorum.
“Tonight, Tonight”ın kusursuzluğu, “Zero”nun yıldızı meşhur. “Bullet With Butterfly Wings” değme vampirlere diş geçirir, dediği gibi ‘World is a Vampire’. Ya “To Forgive”e ne demeli, ardından “Galapogos” ve “Muzzle”, “Porcelina Of The Vast Oceans”ı alıp baş ucuna kondurmalı. Sonra mı? “Take Me Down” ve bizi biz eden amansız sevda.
İkinci kasete geçecekken bastıran ahmakıslatan yolumu değiştirmeme neden olur. O dönem çiçek pasajı girişinde ayakta bira içilen, şimdi düşünüldüğünde ‘ne kadar da özel yerler varmış’ dedirtecek mekâna giriş yapıyorum. İçeride genelde sohbeti engellemeyecek seviyede TRT radyonun klasik Türk müziği kanalı açıktır, en fazla beş dakika sonra zaten dirsek temasında olduğun kişiyle muhabbete başlarsın. Bir de duvar ve sütunlara müşterilerin yazdığı hayli yaratıcı yazıları okumaktan ibaret, olmazsa olmaz ritüeller vardır.
İkinci kaseti takıp aynı zamanda kitapçığı çıkarıp incelemeye başlıyorum. Tam bu karede yanımdaki amcayı anmadan geçemiyorum. Çünkü sorduğu sorularla neredeyse on dakika sürecek sohbetimizi bir müzik programına çeviriyor. Smashing Pumpkins’in Chicagolu olduğundan, grup elemanlarından birinin kadın olup onun da bas gitar çaldığına, Billy Corgan’ın özel ses tonu ve grubun lideri olduğundan, şu an elimde tuttuğum albümün yılın hatta uzun vadede çıktığı dönemin en mühim işlerinden biri olacağına kadar dışardan duyacak birinin gayet garip karşılayacağı kuşaklar üstü bir diyalog yaşanıyor.
Ardından programdan iznimi isteyip, vedalaşarak tekrar sokağa çıkıyorum.
Açılış “Where Boys Fear To Tread” ve “Bodies”den geliyor. “Thirty-Three” ile “In The Arms Of Sleep”in hipnoz edici etkileri, fakat yine de “1979” bu bölümün lideri. “Stumbleine” kadar sarsıcı ne olabilir derken “By Starlight”a tutulmak da var. Neredeyse kendi tarzında destansıdır “Thru The Eyes Of Ruby”. Sizce de “We Only Come Out At Night” bir çocuk şarkısı değil midir? “Beautiful” ve “Lily (My One And Only)”i peşi sıra tekrara bağlamak ve perdeyi kapatan “Farewell And Goodnight”la birlikte masaya vurarak ritim tutmak. Evet, böyledir bizim sevdamız.
Doksanlı yıllar, hepsi gibi kendi içinde özel bir dönem. Zaman geçer, değişen birçok şey olur peki şarkılara ne olur? Onlar için zihinlerde her zaman bir yer vardır veyahut aslında zihin bu tip gerekli mühimmatı depolamak için tasarlanmıştır.
Bir taşınma sırasında kasetleri kaldırdığım kutuların olduğu gömme dolaba sıra gelmişti. Ne zamandır ilgilenmediğim onca kaset. Kimlere hangilerini vermiştim, kontrolden çıkmış olduğunu hissetmek kötüydü. Açtığım kutulardan ikincisinde “Mellon Collie And The Infinite Sadness”, sarıldık birbirimize.
Yirmi iki yıllık sonsuz hüzün ve melankoli yüküyle hayata bağlayan bir kaset
Salona geçtim. Koliler arasında birkaç sandalye, yuvarlak masa, onun üzerine sarkan kendini aydınlatan lamba, emektar müzik seti ve evin son demlerini birlikte yaşamak istediğimiz dostlar.
Kaset elimdeyken tüm anılar da harekete geçti sanki. Bir adım sonra koydum kaseti, doğru ya, neresinde kaldığını bilmeden.
1979, başına alıyorum, hatta bir süre de tekrara.
Ardından da şarkıdan şarkıya.