Pain Of Salvation’dan İstisnai ve Lirik Bir Yolculuk: “In the Passing Light of Day”
Tarif etmesi zor birçok duygu yaşar ve hissettiklerimizi en yakınımızdaki kişilere dahi doğru ifade edemeyeceğimizi düşündüğümüz anlardan geçeriz. Tümü yaşamın parçası olan durumlarken diğer taraftan bireysel olmaktan öteye gitmeyen sıradanlıklar gibi görünürler. Belki de birçoğu hayata nasıl ve hangi açılardan baktığımızın tahlili olan saptamalara yol açabilecek kan değerleri olabilirler.
Progresif müzik dinlemeye meyil etmek, bu tarzı hayatının merkezine yakın bir yerlere konumlandırmak da dünyaya bakışla ilgili şifreleri içeren önemli delillerdir aslında.
Kendi kadrajımdan ve etki alanımdan yola çıkıp bir noktaya doğru emekleyerek konuyu bir yere sabitlemeye çalışacağım. Çünkü esas konu ve odağındaki kişi yoğun bir ilgi gerektiriyor.
İsveç’te on bir yaşında bir çocuğun kurduğu müzik grubu yüzünden buradayız dersem ve üç yıl sonra on dördünde katıldıkları bir yarışmada İsveç’in en iyi vokalisti ödülünü alıp on sekiz yaşında kurduğu grubun adını Pain Of Salvation olarak belirliyor diye eklersem sanırım hikâye şekillenmeye başlar.
Daniel Gildenlöw, aslında bir harika çocuk ya da üstün yetenek ne derseniz deyin. Göründüğü kadar kolay olmadığını bildiğimiz mesaileri yapıyor o yaşlardan itibaren. Bir müzik aleti ve notalarla başbaşa günde en az yedi saat. Daha fazlası zarar verebilir. Tavsiye edilen budur.
1997’de “Entropia” albümünü çıkarıyorlar bas gitarda kardeşi var kendisi vokal ve gitarda. Böyle bir çıkış albümü herkese nasip olmaz dedirten çalışmalardan. Ardından gelen “One Hour by the Concrete Lake”, “The Perfect Element, Part I” ve efsane mertebesine oturtulabilecek 2002 “Remedy Lane” albümü.
İşte bu andan sonra her şeye başka bir gözle daha bakmak gerekiyor çünkü kilometre taşı niteliğinde progresif rock-metal tarihine imza atacak seviyede bir albüm çıkıyor ortaya. O on bir yaşındaki çocuğun azimli çalışmasının faydalarını görüyoruz hep beraber. “Ending Theme”, “Fandango”, “Undertow” ve “Rope Ends” giriyor hayatımıza. Kendini bir süredir belli eden Pain Of Salvation artık daha farklı bir boyuta uzanıyor. İlk dört albümün yarattığı yenilikçi, aykırı ve çarpıcı etki fazlasıyla hissettiriyor kendini. Bu noktadan sonra ezberime kattığımı hatta çoğunlukla baş ucuma koyduğumu fark ediyorum bu müziği. Beraber uzun seneler geçirmek isteyen dostlar misali.
Bu geriye sıçrayışlardan sonra 2017 yılına, günümüze ışınlanıyoruz ve karşımızda “In the Passing Light of Day” albümünü buluyoruz. Aradan geçen “BE”, “Scarsick”, “Road Salt One” ve “Two”, “Falling Home” albümleri derken bir yenisine yer açmalıyız hayatlarımızda.
Geçen bunca zamanda şarkılar vasıtasıyla adeta karşılıklı beyin fırtınası yaptığımız Daniel hayli bireysel ve içsel bir çalışmayla karşımızda bu defa.
Yaşadığı akıl almaz hastalık süreci ve ölümle yaşam arasında geçirilen dönem albüme hem konu hem de atmosfer olarak yansımış. Hastane odalarında geçirilen oldukça uzun bir zaman sonrası yaşanan boğucu süreçler. Her şeyin bittiğini düşünerek en yakınları ve sevdikleriyle içsel vedalaşmalar. Hayata tutunma arzusuyla en kritik anlarda bile direnmeye çalışmanın sözlere ve notalara dökülen kısımlarına tanık oluyoruz bir bakıma.
Albümü karşımıza alıp konuşmaya başladığımızda sohbet “Remedy Lane”, “BE” ve “Scarsick” dönemlerinden açılsa da az da olsa “Road Salt” ikilisinden de bahis açılıyor. Sertlik bakımından erken dönemden söz ederken duygusal anlamda bütün bir kariyere hakim olan bir işçilik söz konusu oluyor.
“On a Tuesday” ile açılıyor albüm. Bir salı gününe, hikâyenin başlangıcına konumlanmamızı sağlıyor. Aksak ritimlerin kollarına sarılıp, fısıltılar arasında o salı günü Daniel’in hikâyesine adım atıyoruz. Düşünce katmanlarının üst katlarına çıkıyor, terastan çevreye bir bakış atıp tekrar alt katlara doğru iniyoruz. Vokallerdeki değişimleri, piyano ile nefeslilerin katıldığı ara tabakaları özümseyerek esaslı bir Pain Of Salvation evrenine katılıyoruz.
İlk şarkıdan itibaren anlaşılacak bir şey var ki o da oldukça güçlü bir anlatımın albüm boyunca bize eşlik edecek olması.
“Meaningless”in başlangıç melodisinden itibaren dinleyeni içine çeken hipnotik yapısıyla “Reasons”’ın sert gitarları, aksaklık anlayışı ve vokal oyunlarının akla kazınan bölümlerini sindirip “Full Throttle Tribe” ile hastane koridorlarında kalp ritim sinyalinin döngüsünde etkileyici bir yolculuğa dahil oluyoruz. “Tongue of God”ın yumuşak piyano girişinin ardından dönüştüğü bölümler ve devamında duygusal yansımaların piyano eşliğinde akıp gittiği “Silent Gold”.
Hakim atmosferin üzerimize biraz daha sinmesini sağlayan ve barındırdığı harika gitar soloyla “Angels Of Broken Things”, elektrik piyanodan dökülen melodinin etrafında dönen dokunaklı vokalleriyle “The Taming of a Beast” ve bas gitarın verdiği lezzete eklenen akordiyon, olmazsa olmaz vokal özeninin yanında kademeli işleyişiyle özelleşen “If This Is The End”in ardından on beş dakika boyunca duygu aktarımının iyice yoğunlaştığı albümün isim parçası “In the Passing Light of Day” ile bu büyük ölçüde ruhani ve lirik serüveni ziyadesiyle yaşamış oluyoruz.
“In the Passing Light of Day” bireysel anlatımın genele hitap ediş şekline dönüştürülmesi bakımından önemli ve güçlü bir model koyuyor ortaya.
Daniel’ın müzik kalitesinin yanında alametifarikalarından biri olan vokal becerisinin koro bölümlerinde ulaştığı lezzetli anlara tanık oluyoruz. Birbirine defalarca birçok şey anlatan gitar ve ritimlerin ayrılıp sonra şarkıların bir yerinde ansızın sarılmalarına şahitlik etmek tam da Pain Of Salvation tavrının bize kendini alıştırdığı özellikler.
Teknik unsurlar yanında duygusal aksanının çok güçlü olduğu şarkılardan meydana geliyor “In the Passing Light of Day”. Bir süre sonra bu aksanın konuşmanıza nüfuz etme ihtimali yüksek. Önemli detaylardan biri de âdeta sinematografik bir dilin yakalanmış olması. Bu paralelde baktığımızda tarifinden ziyade dinlemesi keyifli bir bütünle karşı karşıyayız. İçinde istenmedik bir deneyimin yaşandığı fakat her şeye rağmen hayatın tutunmaya değer olduğunu hissetmemizi ve anımsamamızı sağlayan bir iç anlatım taşıyor.
Pain Of Salvation’ın müziği ve Daniel Gildenlöw gibi adamlar özel kişiler.
İnsan yaratığının yaşam süresine baktığımızda ortalama değerler elde ederiz, matematiksel olarak önümüzdeki kağıda yazacaklarımız dışında yaşayabildiğimiz hislerin ve kendimizi ifade edebilecek anların bir dökümünü ortaya koyabilmek, belki de bu türlüsü daha sahici.
“In the Passing Light of Day” düşündürücü ve istisnai bir albüm.
Bu deneyimi kaçırmayalım.
Ve düşünelim ve sarılalım hayata, sevdiklerimize, kendimize, dahası müziğe…