Neil Young’ın İzinde Yarım Asır: Peace Trail
Nasıl bir zenginliktir, diye düşünmüşümdür hep.
“Oğlum al o zaman bunları dinle” diyen eniştemin elime tutuşturduğu Pink Floyd, Jethro Tull, Deep Purple ve Neil Young plaklarıyla eve doğru koşar adım yürümeye başlamıştım. Koltuk altımda tuttuğum dört adet plak o ana kadar taşıdığım en kıymetli hazineydi.
“Animals”, “A Passion Play”, “Burn” ve “Harvest”.
Yılların geçmesine engel olamamakla birlikte bu albümlerin açtığı yollardan kendimize yeni kulvarlar belirleyerek dönemin ruhumuzu yakalayan akımlarına kapılıyorduk ki alt yapılarında kimlerden beslendiklerini öğrendiğimiz gruplarla benzer yollarda adımladığımızı görüyorduk.
Neil Young, insanlık yaşam alanlarının etrafına çitler ören sisteme baş kaldırmak peşinde olan dinlediğimiz çoğu ismin belki de en başında geliyordu. Ve birçok zaman dönüp ona danışmamız da çok doğaldı.
Fırtınalı zamanların limanı mıydı? Aslında sesinden öyle algılansa da sakin bir liman değil keza çalkantıların üzerine gitmeyi usta işi söylem ve melodilerle dünyanın yüzüne yüzüne haykıranlardandı.
Savaş karşıtı her konuda varlığını hissettirip, çevre sorunlarından göçmen haklarına, Kızılderililerden, günümüz dünyasında yerinden yurdundan kovulanlardan, dönemin Birleşik Devletler güneyinin ırkçı tutumunun gölgesindeki kölelik hadisesine itinayla parmağını gözlere sokan bir mücadele insanı aslında.
“Southern Man”
Neil Young, tarifi oldukça zor, yazdıkça altı boş kalma ihtimali yüksek katmanlardan meydana gelmekle beraber bir tarihi de beraberinde yaşatan isimlerden.
Yaşayan müzik efsanelerden biri mi? Aynen öyle.
“After the Gold Rush” ve “Harvest” gibi yetmişler folk-rock tavrının belirleyicisi olmuş iki albümüyle unutulmazlar arasına daha o dönemde girerken “On The Beach” ve “Zuma”, hepsi birer rehber kitap adeta.
“Cortez The Killer”ı başka kim yazabilir?
Crosby, Stills, Nash & Young birlikteliğinin ortaya çıkardığı sihir ise her müzikseverin dağarcığına tarifsiz dinleme seansları katmaya devam eder durur. “4 Way Street” konser kaydını dinlemeden hep bir eksik kalma ihtimali her daim söz konusudur. Buffalo Springfield’dan bu yana elli yılı aşkın bir müzik kariyeri. Crazy Horse ile imza atılan sayısız albüm.
“Heart of Gold”, “Old Man” ve “Harvest Moon”
Son dönem Neil Young kayıtlarını dinlemenin yeri de bir başka. Yayımlanan her yeni kayıt sonrası her defasında dönüp bu koca külliyatı arşınlamak hafızaya canlılık kazandırır. Doksanların başından beri ne zaman yeni çalışmayla karşımıza çıksa hemen ardından eski kayıtlara dönmeyi ihmal etmem. Bir devrin tarihi ya da bir devrim tarihi tekrar tekrar okunmadan geçilmemeli sonuçta.
Görülen o ki bir bakıma bu adamların ihtiyarlamaya niyeti bizim de onları dinleyip feyz almaktan vazgeçmeye niyetimiz yok. O kadar ki 71 yaşının Neil Young’ında yine mücadeleci ruha ve toplumsal sorunlara eğilmekteki heyecana tanık oluyoruz.
Elbette, iflah olmaz bir neslin ustalık timsali onlar.
“Peace Trail” Neil Young’ın 37. albümü ve her şeyin yerli yerinde olduğu apaçık ortada. Albüm yine tozunu toprağını üstümüzde başımızda hissedebileceğimiz yollardan geçerek geliyor. Gitarın Neil Young tonu karakter belirleyiciliğini sürdürüyor. Diğer taraftan da benim için albümün baş aktörü davul soundu ve ona verilmiş önem. Günlerdir yan odada unutulmuş ve hâlâ orada çalıyor gibi hissedilen akustik duygu. Tüm şarkılara yansıyan bu sound ile albümü başından sonuna kadar adımlamak oldukça keyifli.
Albümün kalbine “Peace Trail” mi yoksa “Indian Giver” veyahut “Terrorist Suicide Hang Gliders” mı oturuyor kararsız olsam da özellikle “Show Me”, “Joan Oaks” ve “My Pledge” ne kadar formda olduğunu gösteriyor büyük ustanın.
Neil Young albümleri nesillerdir folk-rock tarihinin en önemli hadiseleri olmuşlardır ki bu durum “Peace Trail” için de geçerli diye düşünüyorum. Her şey bildik Neil Young trafiğinde akıp giderken içimize işleyen sound ve melodik yapısının yanında üstadın anlatıcılığına bir kez daha kulak vermemizi sağlıyor.
Koşar adım koltuğumun altığında taşıdığım o plaklar gibi hâlâ…
Neil Young ve “Peace Trail”.