Murat Beşer’le Yoldan Çıkmış Simalar Üzerine Sohbet
Ülkemizin önemli müzik yazarlarından Murat Beşer’in ‘Yoldan Çıkmış Simalar’ isimli kitabı kısa bir süre önce yayımlandı. Kitap özellikle seksenler ve doksanlar döneminde yeşeren müzik çevreleri ve bu eksende ortaya çıkan alt kültür için bir bellek özelliği taşımakta. Kitabı okurken bu kültürün oluşmasında başrol oynayan karakterlerle birlikte hikayelerin gerçekleştiği mekanlarda gezintiye çıkıyoruz. Dönemi yaşayanlar için bir fotoğraf albümü niteliği taşıyan kitap, yeni keşfedecek ve sonrasında kulaktan kulağa duyanlar için de ilk ağızdan dinleyip yaşamaları adına bir belge.
Her sayfasında anılarımızda oradan oraya savrulmamızı sağlayan ‘Yoldan Çıkmış Simalar’ın yazarı Murat Beşer ile bir sohbet gerçekleştirdik.
Kitap hakkında bir özet yapmanızı istersek, neler söylersiniz?
Bütün olarak baktığımızda belki azınlık ve alt kültür olarak görünsek de entellektüel anlamda geride bıraktıklarımız yeterli değil. Kaygı ve amaçlarımdan biri de buydu. Belge niteliği var kitabın. Üzerine hiç yazılmamış, yaşarken onların bir süre sonra tarih olacağını düşünmediğimiz ama geride bıraktıktan sonra da bunları not etmeliydik diye hayıflandığımız şeyleri anlatıyor. Bu camia ve kültürde çok fazla birikim var fakat bu kulaktan kulağa taşınıyor ve bunları taşıyan kişiler öldüğünde bu birikim de yok olup gidiyor. O sözlü kültürü yazılı hale getirmeye çalıştım. Bunu yaparken de sadece konuşma diliyle birbirimize anlattığımız şekliyle değil de bazen bir Çetin Altan fıkrası, bazen de bir Sait Faik öyküsü gibi hikayelendirmeye çalışarak aktardım. Umarım böyle bir şeyin eksikliğini benim dışımda ya da benden sonra birileri de hisseder ve bunu bir gelenek olarak sürdürür.
Makaleler kitaba nasıl dönüştü?
İlk makale on yıl önce yazılmıştı, arşivimdeki plakların öznel hikayelerini yazmak için başlamıştım. Kitap olsun diye değildi. Plakları nereden aldım, kim tavsiye etti, dinleyince neler hissettim diyerek başladığım bir yazı dizisiydi. Yazmaya başladıktan üç, beş makale sonra başka bir şeye dönüştü. Baktım ki bunlar sadece plak değil aynı zamanda insan hikayeleri. Ondan sonra başladım önüne bir portre koyup arkasını da kültürel, sosyolojik ve politik bir fonla bezemeye. Makalelerin çatısı böyle oluştu. Kitabın bir bellek özelliği var. Kuru portreler olarak ele almak istemedim. Yazılar zamanla beni bir portreci yaptı asıl amacım bir portreci olmak değildi. O yüzden de bir müzik yazısı değil edebiyat, deneme, anı üçgeninde gelişen bir hale dönüştü. Birkaç yıl sonra en yakınımdaki kişilerden kitap talepleri gelmeye başladı. Mutlaka kitapta toplamam gerektiğini söylüyorlardı. Bu cılız talepler bir baskıya dönüştü ve sonucunda kitaba kadar geldi. Bir basamak sonrası için ilk kitabın çıkması gerekiyordu. Başka bir açıdan bakıp, biraz daha geliştirip başka bir yere taşımak için bu kitabı görmem gerekiyordu. Benim için de böyle bir faydası oldu.
Her ne kadar portrelerle sınırlı kalmasın diye kaleme almaya çalışırken ayak basmak istemediğim tehlikeli bir alan vardı. Bu da nostaljik birer yazı olmalarıydı. Bundan özellikle kaçındım. Geçmişe bakarken iki şey sizi belirler. O geçmiş puslu bir geçmiştir çünkü geçmiştir. Fakat o geçmiş net de bir geçmiştir çünkü bugünden bakıldığında daha rahat yorumlanabilir olma özelliği kazanmıştır. İşte bu iki ucun arasında mekik dokuyarak bu makaleleri nostaljik olmaktan çıkarmaya çalıştım.
Hangi mekanlarda geziyoruz ve öne çıkan karakterler kimler?
Kitap otuz beş makaleden oluşsa da tüm bunları birbirine bağlayan ve kitabı bir bütün olarak gösteren makaleler arası görünmez bir iplik var. Baştan sona okuduğunuz zaman bu makaleler uzun metrajlı bir filmin plan sekansları gibi görünüyor ve birbirlerini tamamlıyorlar.
Üç tane ana mekan var. Bunlardan bir tanesi seksenlerin ikinci yarısı Beyazıt Meydanı, ikincisi seksen sonu ve doksanlı yıllarda Narmanlı Han, üçüncüsü ise en civcivli zamanlarında Akmar Pasajı. Yine ana mekanlar gibi bir karakter telaffuz etmem gerekiyorsa ilki Apaçi Ayhan. Çünkü Apaçi Ayhan oradaki karakterler arasında en fazla birilerinin hayatına dokunmuş, değiştirmiş ve onları birer rocker yapmış kişi. Kendi el yordamıyla oluşturduğu yaşam ve müzik görüşünü onlara sevdirerek bunları aşılamış insanların başında geliyor. Her ne kadar karakteri dominant olmasa da tarzı dominant olanlardan. O yüzden Apaçi Ayhan’ı Olağan Şüpheliler filminin baş karakteri olarak tarif edebilirim.
Bence mekansız insan tarifi ne kadar anlamsız ve boyutsuzsa insansız mekan anlatma işi de beyhude. Örneğin Narmanlı Han’ı anlatırken önüne bir Deniz Pınar portresi koymak öyküyü birkaç boyutlu ve sahici kılıyor.
Diğer karakterlere gelince hepsi tanıdığım ve hayatımda özel ve iyi yerlere sahip insanlar. Onlarla maceralarım, ahbaplıklarım ve yaşanmış çok hikayem oldu, bunları özenle seçip yorumlamaya çalıştım. Dokuz yıllık güzel sanatlar resim bölümü geçmişim var. Üniversite hayatım Marmara Üniversitesi ve Mimar Sinan Fındıklı’da akademide geçti. Resim okudum ve portreciydim. Ben bu portrelerin her yerden bakıldığında tıpkı bir heykel gibi her tarafının görünmesini istedim.
Karakter seçimlerinizi neler belirledi?
Paraya, pula tamah etmemiş, toplumda kendisine bahşedilen rolü kendine uygun görmemiş, yükselmeye çalışmamış karakterler. Toplumun kenarına itilmiş veya kenarında durmayı kendileri tercih etmiş kişiler bunlar. Dolayısıyla hepsinin standartlara uymayan hüviyetleri var. Öncelikli olarak hikayesi olan ve sıra dışı karakterleri tercih ettim. Ve maalesef bu otuz beş kişiden yedisi aramızda değil. Hayatın böyle de bir acı gerçeği var bir nesil eksiliyor artık. Kitaptaki tercihlerimi belirleyen şeylerden bir tanesi de benim dünyamdaki önem sıralaması, o insanın emektar olması ve bir de hayatta olup olmamasıydı.
Eminim kitaba girmemiş karakterler vardır, devamını beklemeli miyiz?
Hakkında yazdığım fakat kitapta yer almayan kişilerin de sorduğu bu. Aslında elimde bunun gibi beş kitap daha çıkaracak malzeme var. Ancak yayınevinin beş kitap birden yayımlaması söz konusu değil. Bu kitaba giremeyen ve sizin bir kısmını internette okuduğunuz makaleler şu an ham halleriyle elimdeler ama kitaba girecekleri zaman birkaç kez elden geçirmiş ve güncellemiş olacağım. Yılda bir örneğin seneye bugünlerde bunun ikincisi gelecek. Yani bu seri devam edecek. Çünkü bu tamamlanmamış bir kültür ve hikaye. Bizim bu dünya görüşümüz, zevklerimiz ve birbirimizle paylaştığımız bu müzikal kültür devam ettiği sürece bu kitabın sonu gelmez. Her nesil kendi Apaçi Ayhanlarını üretecek. Kitapta, otuz beş makale olmasına karşın bine yakın karakter geçiyor. Bu karakterlerin bir kısmı tekrar detaylı olarak ele alınıp hakkında yazılması gereken kişiler ve devam edecekler. Yazdıkça yazılması gerekenler listesi uzuyor, hiçbir zaman eksilmiyor. Çünkü o kadar fazla insan gelip geçmiş ve bu kültüre en azından bir dönem dahi olsa ait olmuş. Ama katkı koymuş, ama zarar vermiş veya bir şey götürmüş, sorun değil. Bu havuz çok büyük, yazdıkça anlıyor insan.
Okuyucu geri dönüşleri hakkında ne söylersiniz?
Makaleleri zamanında çıktığında okuyanlar kitabı okuduklarında çok farklı bir etki yarattığını söylüyorlar. Kasımda ikinci baskı çıkacak. İlgi duyulması beni sevindirmekle birlikte şaşırtıyor da. Bir kuşak, gençliğine sahip çıkmak için alıyor kitabı. Bir nevi aile albümü, fotoğraf albümü olarak görüyor. Hoşuma giden bir şey de edebiyat çevrelerinin bir müzik kitabı olarak değil edebi bir şey olarak algılamaları.
Bir de çizimlerden bahsetsek
Kitaba en önemli katkı Aptül’den geldi. (Nam-ı diğer Aptülika) Her makaleye bir portre çizdi. Bunlardan bir kısmını tanımıyordu. Kitap üzerine çalışırken bahsi geçen herkesin fotoğraf arşivine daldım, bazı yazıların bazı bölümlerini fotoğraf okuyarak yazdım. Onlardan ne sökebiliyorsam hikayelerin içine monte etmeye çalıştım. Hatta bir kısmı bir nevi dedektiflik araştırmasına dönüştü. O kişiyi tanıyan, geçmişte kalmış çok özel bilgilere sahip birilerini bulup çay, kahve içip notlar aldım. Dolayısıyla bu süreçte topladığım fotoğraf arşivi Aptül’e çok yaradı. Hiç tanımadığı insanları onlarca fotoğrafa bakarak sanki abisi, kardeşi gibi çizdi. Tanımadığı insanların çizimleri bile çok başarılı oldu öyle ki herkes kendisini gördüğünde tamam bu benim diyebildi. Kitabın özelliklerinden biri de bu oldu.