Haftanın Kitaplığı – 30 Ekim 2017
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.
KIRMIZI BALON – JOSH MALERMAN
Tüm dünyada yankı uyandıran Kafes kitabının yazarı Josh Malerman’ın Kırmızı Balon isimli gerilim romanı İthaki Yayınları etiketiyle yayımlandı.
Yirminci yüzyılın büyük korku ustaları Shirley Jackson ve Robert Aickman’ın yaptığı gibi dehşeti ve tüyler ürperten tuhaflığı anlatmayı çok iyi bilen bir yazar olarak görülüyor Malerman.
Çölde keşfedilen, kaynağı belirlenemeyen bir ses…
Philip Tonka ve grubu The Danes’in bir sonraki hit şarkıları için umutsuzca ilham arama çabaları, Amerikan ordusundan bir generalin ziyaretiyle bölünmüştü. Bir Afrika çölünde nükleer silahları bile etkisiz hale getirebilen bir ses keşfeden Amerikan ordusu, bu sesin kaynağını bulmak için Philip ve arkadaşlarını bir göreve göndermek istiyordu. Bu keşif yolculuğu, kızgın çöl kumları arasında gömülü kalmış bir gizemin kalbine yapılan bir yolculuğa dönüşecekti.
Amerika’da, gözlerden saklı bir hastanede Ellen isimli bir hemşire, vücudundaki tüm kemikleri kırılmış bir hastaya bakıcılık yapıyordu. Hasta bu şekilde nasıl yaralandığı bilmiyordu fakat vücudu mucizevi bir hızda iyileşiyordu. Başına gelenler hakkında her geçen daha çok şeyi hatırlayan bu gizemli hasta, Ellen’ı hiç beklemediği bir yola sokacaktı. Peki bu gizemli hastanın Afrika’daki olaylarla ne gibi bir ilgisi vardır?
ÜÇ YAŞAM – GERTRUDE STEİN
Modernist edebiyatın öncü isimlerinden Gertrude Stein’ın edebiyatın kilometre taşlarından biri olarak görülen ve birçok yazara ilham veren Üç Yaşam adlı kitabı Deli Dolu Yayınları etiketiyle yayımlandı. Stein, hayata tutunmaya çalışan üç kadın karakterin hikâyesini, dönemin toplumsal gelişmeleriyle harmanlayarak anlatıyor.
Deneysel yazılarıyla, Kübizmin resimde gerçekleştirdiğini edebiyatta var etmek isteyen Stein’ın bu kitabı, yayımlandığı dönem büyük bir ilgiyle karşılandı ve olağanüstü bir gerçekçilik ürünü olarak nitelendirildi.
Başta Hemingway olmak üzere birçok yazarı etkilemiş olan Gertrude Stein, bu üç öyküyle hayata dair parçaları değil hayatı olduğu gibi ortaya koyarken, kendi yazınına dair ipuçları barındıran, benimsediği yenilikçi eğilimleri yansıtan, sanatının izini sürebileceğimiz kusursuz bir metin sunuyor.
HAYIRLI SAVAŞ SÖYLENCESİ – JACQUES PAUWELS
JacquesPauwels, Amerika Birleşik Devletleri’nin İkinci Dünya Savaşı’nda oynadığı rolüinceleyen kitabında, bu savaşın Amerikan tarihindeki en hayırlı savaş olduğuna dair söylenceyi sorguluyor. Bir anlamda ABD’nin ‘‘gizli tarihini’’ anlatan çalışma, ‘‘kirli gerçeklerin’’ üzerine örtülmüş perdeyi aralamak için yanıtlanması zor sorulara cevap arıyor:
Neden bu kadar çok Amerikalı savaştan önce faşizme yakınlık duyuyordu? ABD’li büyüktekeller Nazilerle ne tür kirli ilişkiler kurmuşlardı? Amerikalıların Nazi Almanyası’na karşı demokrasileri desteklemeye karar vermeleri neden bu kadar uzun sürdü? Neden Birleşik Devletler’in Nazi Almanya’sına karşı savaşa sürüklenmesi için Japonların bir Amerikan toprağına saldırması gerekti? İkinci Dünya Savaşı’nın gerçek dönüm noktası neydi? Başarısız Dieppe saldırısının ya da Dresden kentini yerle bir eden bombardımanın arkasında hangi saikler vardı? Batı Avrupa’da Hitler’e karşı ikinci bir cephenin açılması neden geciktirildi? Hiroşima ve Nagazike’ye atılan atom bombalarının gerçek hedefi neydi? Soğuk Savaş neden çıktı ve nasıl sona erdi?
Pauwels bu ve benzeri başka pek çok soruyu, askerî tarihin ya da ‘‘büyük adamların’’ tarihinin ötesine geçerek, Amerika’nın iktidar seçkinlerinin çıkarlarını ve emekçi sınıfların mücadelesini temel alan bir ‘‘siyasal iktisat’’ yaklaşımıyla ele alıyor. Hayırlı Savaş Söylencesi ufuk açıcı tezleriyle ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolüne dair ezber bozacak bir çalışma.
ÖYLE GÜZEL BİR YER Kİ – MURAT GÜLSOY
Camdan bir kutunun içinde kısılı kalmış gibiydi. Başının üzerini yokladı, orada da camdan bir tavan vardı belli ki. Görünmeyen duvarı yumrukluyor, bağırarak yardım istiyordu. Ama kutu sımsıkı kapalı olduğu için sesini duyuramıyordu sanki. Birden başının üzerinde bir ağırlık hissetti, elini kaldırdı, tavan hareket ediyordu. Yavaş yavaş bir piston gibi aşağı iniyordu. Önce direnmeye çalıştı ama görünmeyen tavan güçlüydü.
Fırtınalı bir gecede eskici Kerem’in dükkânında bir araya gelen eski lise arkadaşları geçmişe doğru karanlık bir yolculuğa çıkarlar. Kerem için bu yolculuk hem yeni bir aşkın kapısını aralayacak hem de yıkımın başlangıcı olacaktır. Yaşadığı ülkenin geçmişi, günü ve geleceği Kerem’in peşini bırakmaz. Binaların, parkların, bütün şehrin dönüşüp yerle yeksan olduğu bir zamanda roman kahramanları yıkımdan kurtulabilecek midir?
Murat Gülsoy okurunu bir yandan hayatın sonsuz anlarını kaydeden bir zihne davet ediyor diğer yandan görünmez bir kapanın içinde kısılı kalmış küçük hayatların, bireysel acıların, bencil hırsların hemen yanı başında kanayıp duran geçmişe ait söylenmeyenleri işaretliyor.
Öyle Güzel Bir Yer Ki, siren seslerine kapılıp giden yaşamımızın, alacakaranlık dünyamızın romanı…
AKILLA BİR KONUŞMAM OLDU – FAZIL SAY
İyiden aldığımız güçle yaşarız.
İyinin dokunduğu yerden filizleniriz.
İyiden aldığımız güçle yaptıklarımız “umut” olur.
Tabular ve önyargılarla insanlar birbirini düşman ilan ediyor.
Çok da iyi bir dünya değil aslında burası.
Yine de umutlarınızı yok etmeyin. Bu evrende iyi de var.
Sabırlı ol. Güçlü ol. İçine çek nefesi.
Hayatı, iyiyi içine çek.
“Evrendeki iyiden asla vazgeçme.”
ANARŞIK – FUAT SEVİMAY
Kürdan lakaplı Mahmut’un cenazesi kaldırılmıştır. İmam efendi, mezara indirilenin Kürdan olmayabileceğine dair şüphesini fısıldayınca,
tüm tanıklar sorguya çekilir. Ancak yedi tanığın ifadesi işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirir. Peki Kürdan ölmediyse gömülen kimdir? İmam Efendi cenaze namazında “er kişi niyetine” diyeceği yerde “hatun kişi niyetine” derken bir bildiği mi vardır, yoksa kalbi temiz olduğu için dili mi sürçmüştür? Kürdan arada bir nereye kaybolmaktadır?
Sanayi sitesindeki ustasından kamyon şoförüne, hayat kadınından
muhabbet tellalına, patronundan kabadayısına İzmir’in arka sokaklarında neşeli bir macera. Fuat Sevimay mizahi üslubuyla okuru Kürdan’ın peşinde bir arayışa çıkarırken, acımasız sistemin karşısında vatandaşın çaresizliğini de gözler önüne seriyor.