Haftanın Kitaplığı – 23 Temmuz 2018
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.
TRISTESSA – JACK KEROUAC
Jack Kerouac’ın en duygusal metinlerinden biri olan Tristessa, Begüm Gür Erdost’un çevirisiyle ilk kez dilimizde Siren Yayınları etiketiyle yayımlandı.
Kerouac, aşkın peşinden gidiyor ama burada olan her şey, içinde zıddını barındırıyor ve mana arayışı maddeye, aşkın yolu ölüme, ölümün yolu yaratıya çıkıyor. Yıl 1955, Meksika. Tavukların, horozların belanın kol gezdiği tekinsiz bir muhit. Barakadan hallice evler, tarifsiz eğlenceler ve yerlere serilerek noktalanan geceler. Yaşamın rutin perdesini delip de geçmek için başvurulan maddelerin etkisinde akıp giden serüvenler. Kerouac, aşkın ışığında kendini arıyor ve zihni, yüreğinin atışıyla çavlan misali şahlanıyor.
KISA ÖYKÜLERDEN UZUN BİR KÖPRÜ
Kalem Kültür Yayınları, “Kısa Öykülerden Uzun Bir Köprü” adını verdiği projeleri kapsamında yedi ülkeden yedi kısa öykü kitabını okurla buluşturdu.
Polonya, İspanya, Hollanda, Macaristan, Malta, Almanya ve Danimarka edebiyatından seçilen yedi kitabın her birinin kapağı ait olduğu ülkenin çizeri tarafından çizildi. Yayımlanan kitaplar şöyle:
Aç Gözünü Artık Yaşamıyorsun, 2018 yılında Man Booker Ödülü kazanan Olga Tokarczuk’un Türkçede yayımlanan ilk öykü kitabı oldu. Dilimize ise Neşe Taluy Yüce kazandırdı.
Çöl ve Yolculuğun Kısa Teorisi, çok yönlü anlatıma sahip ve kısa öykünün basmakalıplarına meydan okuyan yazar Cristian Crusat’a ait. Kitabın çevirisi Şevin Gülman tarafından yapıldı.
Marente de Moor’un, gündelik hayatları anlatan Keyifli Hikâyeler’i de Erhan Gürer’in çevirisiyle yayımlandı.
Macar yazar Edina Szvoren’in alaycı ama bir o kadar da iç sızlatan hikâyelerinin yer aldığı kitabı Yok, Olmasın da, Gün Benderli’nin çevirisiyle dilimize kazandırıldı.
Pierre J. Mejlak’ın ürpertici ama naif öykülerinin yer aldığı Onur Görmeye Gittim, Mehtap Can Ayral tarafından Türkçeye çevrildi.
Karen Köhler’in Batı Avrupa’nın melankolik sokaklarından alıp çöllere ve hatta Sibirya yabanlarına götüren kitabı Oltalarımıza Havai Fişekler Takıldı, Regaip Minare tarafından Türkçeye çevrildi.
Peder Frederik Jensen’in Kopenhag’a gidip gelirken trende yazdığı Danimarka Demiryolları, Sadi Tekelioğlu çevirisiyle dilimizde yayımlandı.
MAYIS GECESİ, PORTRE – NİKOLAY GOGOL
Bir derebeyi çocuğu olarak Dikanka dolaylarındaki bir çiftlikte geçirdiği çocukluk yılları boyunca kulağına çalınan halk şiiri ve türküleriyle, masal, söylence ve öyküleriyle beslenen Gogol, Kazak atalarının aşkları ve efsanelerini dinleyerek büyüdü.
Rus gerçekçiliğinin kurucularından olan Gogol’e saygınlık kazandıran ilk eserleri Ukrayna’daki bu çiftlik yaşantısına dair anlatılardır. Bunların en ünlülerinden ikisi, Mayıs Gecesi ve Portre’dir.
Mayıs Gecesi’nde Levko ve Galya’nın aşkını köy yaşantısının içinde, usta işi doğa tasvirleriyle anlatan Gogol, Portre adlı öyküsünde, gizemli bir portrenin, insanların hırslarını birer enstrüman gibi kullanarak yaşantılarını nasıl cehenneme çevirdiğini anlatıyor.
Portre, Gary Shteyngart’ın Shylock on the Neva öyküsüne, Mayıs Gecesi de Nikolay Rimski-Korsakov’un aynı adlı operasına esin kaynağı olmuştur.
Edebiyatseverler için, Hasan Âli Ediz’in güzel Türkçesiyle…
“Kiraz ve salkım ağaçlarından meydana gelen sık ve el değmemiş orman, köklerini suyun soğuk derinliklerine uzatmıştı… Doğanın en güzel yelpazesi gece rüzgârı, gizlice ağaçların yanına sokularak onları öptüğü zaman, yapraklar sanki darılıyormuş gibi, zaman zaman başlarını hoşnutsuzlukla sallıyordu. Bütün doğa uykuda idi…” (Mayıs Gecesi’nden)
“Ün, onu hak etmeyip de çalana zevk veremez; o ancak onu hak edende sürekli bir etki uyandırır… Çartkov’un bütün duygu ve isteklerinin paraya yönelişi bundan ötürüdür. Altın onun tutkusu, ideali, korkusu, zevki, amacı olmuştu… Sandıklarda banknot desteleri büyüyor, kaderine böyle korkunç bir ödül düşen her insan gibi o da altından başka her şeye ilgisiz, sıkıcı ve gizemli bir insan halini alıyordu.” (Portre’den)
JOHN DELAHUNT: BİR CİNAYETİN HİKAYESİ – ANDREW HUGHES
Dublin, 1841. Aralık ayında soğuk bir sabah. Küçük bir oğlan çocuğu tatlı sözlerle kandırılıp annesinin yanından alınıyor ve vahşice katledilmiş olarak bulunuyor. Yoksulluk, eşitsizlik ve siyasal istikrarsızlığın egemen olduğu kentte işlenen onlarca elim cinayetten biri, ama diğerlerinden farklı olarak halkı galeyana sürüklüyor. Çünkü John Delahunt adında sorumsuz bir öğrenci olan katil, aynı zamanda Dublin Kalesi’ndeki istihbaratçıların ücretli muhbiri. İşin tuhafı, katil ne işlediği cinayetten pişmanlık duyuyor ne de alacağı cezadan korkuyor. Hücresinde idam gününü beklerken serinkanlılıkla hikâyesini kaleme almayı seçiyor.
Tarihî bir araştırma yaparken tesadüfen bu olayın belgelerini bulan Andrew Hughes, 1841’de geçen hikâyeyi Dickens’vari bir atmosferde ve gotik edebiyata yaraşır bir dilde aktarmayı ustalıkla başarmış.
TEKERLEKLİ YALAN: LANCE AMSTRONG’UN DÜŞÜŞÜ – JULIET MACUR
Gazeteci Juliet Macur’un kaybetmemek için spor tarihinin en büyük organize suç organizasyonunu kurmayı göze almış bir sporcu olan Lance Armstrong’un gerçek hikâyesini anlattığı Tekerlekli Yalan: Lance Armstrong’un Düşüşü, Algan Sezgintüredi’nin çevirisiyle Domingo Yayınevi tarafından yayımlandı.
Macur, Armstrong’un skandal sonrasında görüşmeyi kabul ettiği nadir kişilerden biri. Lakin öyküyü sadece Armstrong’tan değil, ailesinden yakın arkadaşlarına, yetkililerden sponsorlara, rakiplerinden takım arkadaşlarına, bu büyük yalanın parçası olmuş yüzü aşkın isimle görüşerek dinliyor. Sonuç olarak doymak bilmez bir hırsa sahip bir adamın kimi yerde acıklı kimi yerde gülünç kimi yerdeyse nefret uyandırıcı, yalanlarla örülü hikâyesi çıkıyor.
Ünü bisiklet sporunun ötesine geçmiş bir bisikletçinin, yetkilileri, gazetecileri ve hayranlarını yıllarca nasıl kandırdığını, imajını korumak için nasıl insanları kullanarak –bazen onların hayatı pahasına– etrafına bir duvar ördüğünü ve “Armstrong Sistemi” adıyla anılan, gelmiş geçmiş en karmaşık, en ayrıntılı doping programını nasıl şeytani bir ustalıkla yarattığını ve uygulattığını bir bir ortaya koyuyor.