Lazım Olan Başka Bir Ömür: Mohsen Namjoo
Küçükken ailem kısa dalgadan İran radyosunu açardı. Bütün gece tek eğlencemiz olurdu. Belli belirsiz, cızırtılı o ses tanıdık kelimeler taşırdı kulağıma, ama bir yerden sonra büyü bozulur tek bir kelimenin manası cümleye yetmezdi. ‘Ne söyledi acaba?’ der dururdum içimden. Bir tek o İran şarkılarını dinlediğimde anlam kaygısı yaşamazdım. Çünkü şarkıların anlamı sözlerinde değil melodisindeydi.
Fars edebiyatı da müziği de çok köklü bir gelenek. İşte bu gelenekten beslenen büyük bir yetenek o. İran’ın Bob Dylan’ı Mohsen Namjoo. İran’ın tarihini, edebiyatını, şiirini batının müzik anlayışıyla yoğurup geleneğinden asla ödün vermeden büyüdükçe büyüyen bir dev. Ülkesinin sanatını, müziğini, edebiyatını bu denli tanıtırken o kadar ülkesinden uzaklaştırılan biri aynı zamanda.
Mohsen’in Türkiye İle Tanışması
Mohsen Türkiye’de ilk konserlerini 28 Ocak 2015’te Ankara’da ve 30 Ocak 2015’te ise İstanbul’da verdi. Türkiye’de büyük bir hayran kitlesine sahip olan Mohsen için bu iki konser yeterli değildi elbette. Yılın son ayında; 12-17-18-19 Aralık 2015’te Ankara, Bursa, İzmir ve İstanbul’da dört konser vererek bu toprakları tekrar şereflendirdi.
Edebiyattan ve Şiirden Beslenen Müzik
2009 yılında İran’dan ayrıldığında geride ailesini, yakınlarını, çocukluğunu ve geçirdiği zor günleri bırakan Mohsen, yanına sadece İran’ın zengin edebiyatını ve şiirini aldı.
Çocukluğunda annesi ile ağabeyini hapishanede ziyaret ettiği günleri hatırlıyor Mohsen, annesinin yüzündeki endişe ve hapishanenin etrafında zıplayan onlarca kurbağa dün gibi aklında. Sokaktaki ve evindeki yaşantının farklılığı belki de onu Mohsen Namjoo haline getirdi. Sokakta ne kadar baskıcı bir rejim varsa, evinde tam tersi bir yaşam sürdü. Evindeki büyük kütüphane sayesinde İran edebiyatını, şiirini öğrendi, bunun yanında aile bireyleri arasında özgürce yapılan tartışmalar onun sorgulama yeteneğini güçlendirdi.
Ailedeki edebiyat tutkusu ve özgür tartışma ortamının yanında farklı müzik çeşitleriyle haşır neşir bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdi Mohsen. Kardeşleri klasik İran müziğinden Shajarian ve Nazeri, genç bestecilerden de Meshkatian ve Alizadeh dinlerdi. Ablası ise Los Angeles ağırlıklı İranlı pop şarkıların hayranıydı. Ayrıca Kürt sanatçılar da evde dinlenenler arasındaydı. Ailedeki çok çeşitli bu müzik zevki Mohsen’in birçok tarzını öğrenmesini sağladı.
İlk defa şarkı söylemesi de aile içinde gerçekleşmiş. Ailesi de ondaki bu yeteneği fark etmiş. Bu dönemlerde İran geleneksel müziğinin en önemli üstadlarından Mohammad Reza Shajarian’ın şarkılarını söylüyormuş; özellikle devrimin yıldönümlerinde okulunda bu konuda hep teşvik edilmiş.
Kendi ifadesiyle, hep dilden beslenen biri oldu Mohsen. Kendi müziğini bulmaya çalışırken doğu geleneğinden hiç kopmamak asıl gayesiydi. Mohsen Klasik İran müziği ve İran şiirini ( Özellikle Hafiz-ı Şirazi ve Rumi ) birleştirirken; şiirlerin anlamlarını ve mesajlarını ön planda vermeye çalıştığını söylüyor.
Gerçekten de müziği şiir üzerine kurulu bir sanatçı Mohsen. Bu yanı aslında onu Anadolu’daki ozanlık geleneğine yaklaştırıyor. Kendi şiir yazmasa da (hiç denememiş şiir yazmayı) sonsuz şiir bilgisini müziğiyle dünyaya yeniden aktarıyor. Mevlana’ya, Şirazi’ye, Ferîdüddîn-i Attâr’a… tekrar tekrar hayat veriyor.
“nuh da sensin, ruh da sen. açılan da sensin, açan da sen. bana sırlar kapısında yarılıp açılan gönül de sensin, sen. nur da sensin, düğün-dernek de sen, yardım görüp üst olan devlet de sensin gagasıyla beni yaralayan tur dağındaki kuş da sen.” (Mevlana Celaleddin Rumi)
Sürgünlerimiz…
Mohsen 19 Aralık 2015’te ülkesine coğrafi olarak çok yakın, ama bir o kadar da uzak bir İstanbul konseri verdi. Türkiyeli Mohsen hayranları onu büyük bir beğeniyle dinledi. Konserde hatırı sayılır derecede İranlı da vardı. Kimisi en hüzünlü şarkısında bile dans etmeye kalktı, kimisi hemşerilerine olur olmaz yerlerde ergen çığlıklar gönderdi, kimi de sessiz sedasız köşesinde onu dinlemeyi tercih etti. Sürgün sanatçılarına sürüp giden sevgilerini hepsi farklı sergiledi. İşte bizim sürgünlerimiz geldi aklıma o an… Gidilmesi muhtemel bir Ahmet Kaya konseri cebren elinden söküp alınmış bir kuşağın mensubu olarak onları hüzünle seyrettim. O sırada Mohsen Nobahari’yi söylüyordu.
(…)
Lazım olan başka bir ömür
Zamanımız tükenmişken
Şimdikinde, elimizdekinde
Ümit içinde, ümit içinde…
(Sadi Şirazi)