25
Views

Film yönetmenlerinin haber bülteninden: Mayıs 1974 – “The Conversation’ın Yapılışı: Brian De Palma’nın Francis Ford Coppola ile yaptığı röportaj”

Francis Ford Coppola, 1966 yılında casus filmleri hakkında Amerikalı yönetmen Irvin Kershner’la şöyleştiğinde bir senarist olarak çalışıyordu. Casusluk entrikalarının dönemi gelip çatmıştı. James Bond filmleri son derece popülerdi (Dr. No, 1962; From Russia with Love, 1963; Goldfinger, 1964; ve Thunderball 1965), okuyucular casusluk konulu kitapları yalayıp yutuyordu (John le Carré’nin The Spy Who Came in from the Cold (1963) ve Len Deighton’ın The IPCRESS File, 1962) ve Soğuk Savaş tüm hızıyla sürüyordu.

Coppola, 1974’te Filmmakers Newsletter dergisi için bir başka yönetmenle, Brian De Palma ile yaptığı sohbette Kershner’la olan tartışmasını yeniden ele aldı. Palma bu röportajda Kershner’la yaptığı görüşmenin güç, sorumluluk ve teknoloji hakkında sert sorular soran psikolojik gerilim filmi The Conversation‘ı yazmasına ilham verdiğini açıkladı.

“Casusluk hakkında konuşuyorduk ve çoğu insanın rahatsız edilmemenin en güvenli yolunun kalabalığın içinde yürümek olduğunu düşündüğünü söyledi. Ben de vay canına, bu bir film için harika bir tema diye düşündüm ve işte her şey orada, 1966’da başladı. Aslında üzerinde çalışmaya başladığımda 1967 olmuştu. 1969’da ilk taslağı hazırlayana kadar bir türlü bitiremediğim, ara ara devam eden bir projeydi.”

The Conversation‘da gözetleme uzmanı Harry Caul (Gene Hackman) genç bir çifti izler. Yalnız ve mesafeli bir karakter olan Caul bunları kaydeder ve kasetlerin birinde karakterin “Fırsat bulursa bizi öldürür.” dediğini duyar. Caul kelimelerin anlamını çözmeye çalışırken kaseti tekrar tekrar dinler. Caul’un gergin, tekrarlayan bir rüyaya kilitlenmesini izlemenin ambiyansı Walter Murch’un ses tasarımı ve Richard Nixon’ın Beyaz Saray kayıtlarındaki meşhur boşluğu inceleyen danışman Hal Lipset’in becerisiyle daha da güçlenir.

Coppola ayrıca Alman-İsviçreli yazar Hermann Hesse’nin Steppenwolf‘undan (1929) ve Michelangelo Antonioni’nin Blow-Up (1966) filminden de etkilenmiştir; filmde bir fotoğrafçı (David Hemmings) fotoğraflarından birinin bir cinayetin kanıtını gösterdiğini düşünür.

The Conversation‘a Hesse’yi okurken ve aynı anda Blow Up’ı izlediğim için başladım. Ve The Conversation ile olan ilişkisi konusunda çok açığım çünkü bence iki film aslında çok farklı. Aralarındaki benzerlikler çok net ve konu burada bitiyor. Ama filmdeki ruh hallerine ve bu şeylerin gerçekleşme biçimine olan hayranlığım “Böyle bir şey yapmak istiyorum.” dememi sağladı.”

“Her genç yönetmen bunu yaşar.”

“Şunu söylemeliyim ki [The Conversation] daha önce yaptığım diğer işlerden farklı bir şekilde başladı, çünkü onu duygusal bir şeyden, tanıdığım insanların duygusal kimliği üzerinden yazmak yerine daha önce hiç yapmadığım ve asla yapmam diye düşündüğüm bir bulmaca olarak başlayarak yazdım.”

“Başka bir deyişle, bir öncül olarak başladı. Sanırım gizlice dinleme ve gizlilik hakkında bir film yapmak istiyorum ve bunu, izlenenden ziyade izleyen adam hakkında yapmak istiyorum dedim. Sonra bir yerde açıklama yoluyla değil de tekrar yoluyla yeni bilgi düzeyleri ortaya çıkarma fikri edindim ve Rashomon‘daki gibi her seferinde farklı şekillerde sunulmadı. Tam olarak aynı satırlar olsun ama bağlamda yeni anlamlar kazansınlar istedim.”

“Başka bir deyişle, film ilerledikçe izleyici de filme katılıyor çünkü onlara sürekli olarak daha önceden duydukları aynı satırları veriyorsunuz ama durum hakkında biraz daha fazla şey öğrendikçe şeyleri farklı yorumlayacaklar. Orijinal fikir buydu.”

kaynaklar:  People’s Graphic Design ArchiveCinephilia and Beyond, flashback

Makale Kategorileri:
FİLM/DİZİ · MANŞET