47
Views

Beyza Cumbul

KROŞE, On Air çatısı altında ilk zamanlarından bu yana birlikte yol yürüdüğümüz gruplardan biri. Bir müzik grubunun ötesinde; aynı zamanda kendi sesini, kendi sahnesini ve kendi kitlesini sabırla, inatla ve samimiyetle kuran bir ekip. Her yeni şarkılarında, her sahne performanslarında bu yolculuğun izlerini görmek mümkün.

Punk’ın enerjisini içselleştirip ona hem bireysel hem kolektif bir ruh katan KROŞE’nin solisti Anıl ile grubun bugününü ve yarına dair hayallerini konuştuk. Sahneye çıkan her notada, yazılan her sözde ve alınan her kararda, o tanıdık ama sürekli değişen KROŞE enerjisini bulmak mümkün. Grubun altıncı üyesi Kroşi’yi de sohbetimize dahil etmeyi unutmadığım söyleşimizi keyifle okumanızı dilerim.

KROŞE’yle ilk provalardan bugüne kadar geçen sürede sende en çok ne değişti? Grupta seni hâlâ şaşırtan ya da motive eden şeyler neler?

İlk prova günüyle bugün arasında dağlar kadar fark var ama o gün attığımız çığlıkla bugün söylediğimiz cümle arasında bir bağ hep var. Kroşe’yle yola çıktığımızda içimizde bir sıkışmışlık vardı. Adını koyamadığımız bir öfke, yorgunluk, bastırılmışlık hissi… Şimdi geriye dönüp baktığımda, o provalarda kendimden çok daha fazlasıyla karşılaştığımı görüyorum. Önce duvarlarım yıkıldı, sonra bazılarını kendim yeniden ördüm ama bu kez bilinçliydim.

Bende en çok değişen şey, “yalnız değilim” cümlesiyle barışmam diyebilirim. Çünkü Kroşe sadece müzikal bir birliktelik olmadı benim için; bir aynaydı da… Kendi sesimi duyduğum ama başkasının sesiyle de yankılandığı bir alan. Daha önce yazdıklarımı kâğıda dökerdim, şimdi o sözler birileri tarafından çalınıyor, söyleniyor, hissediliyor. Bu değişim çok temel bir şey: İçinde tuttuğun ne varsa, artık dışarıda yaşıyor.

Grupta beni şaşırtan şey ise her şeyin hâlâ ilk kez oluyormuş gibi hissedilmesi. Bir riff başlıyor ve herkes anında o ruh hâline bürünüyor. Aramızda kelimeye ihtiyaç duymadan anlaşabildiğimiz anlar var ve bu bana sihir gibi geliyor. Bazen prova yaparken bir cümle çıkıyor birimizin ağzından ve hepimiz dönüp bakıyoruz, “hah işte bu” diyoruz. O ânı tarif etmek imkânsız ama işte o ânlar beni motive ediyor. Çünkü o an, neden bu işi yaptığımızı hatırlatıyor. Müziğin ses değil, temas olduğunu kanıtlıyor.

Bugüne kadar en çok şunu öğrendim: Bir şeyleri yıkmak için değil, yeniden inşa etmek için de bağırabiliyoruz. Ve sanırım Kroşe’nin en güçlü tarafı bu: Salt karşı değil, aynı zamanda yan yana durabildiğimiz bir şey.

Grup olmak sana göre daha çok özgürlük mü demek, yoksa bazen engeller de koyuyor mu? Aranızdaki denge nasıl işliyor?

Herkesin ritmi, öfkesi, kırgınlığı ve hatta sessizliği farklı. Bu da bazen seni yavaşlatır, bazen hızlandırır. O yüzden başta çok kolay değil grup olmak… Ama sonra fark ediyorsun ki: yalnız yürürken attığın adım belki daha hızlı ama birlikte yürürken bastığın zemin çok daha sağlam oluyor.

Avantajı şu: Kendini ifade ederken yalnız kalmıyorsun. Düşüyorsan biri kaldırıyor, susuyorsan biri senin yerine bağırıyor. Ve bazen sen, kendin bile fark etmeden bir başkasının yükünü taşıyorsun. Bu bir müzikal üretimden çok daha fazlası. Birbirimizi tanıdıkça daha derin, daha sahici şeyler üretmeye başladık. Birimizin acısı artık hepimizin sesi olabiliyor.

Dezavantajı da şu: Herkesin içsel yapısı farklı. Birinin yarına yetiştirmek istediği şeyi, diğerinin anlamlandırması zaman alabiliyor. Egonla değil, anlayışla hareket etmek zorundasın. Bu, bazen üretim sürecini yavaşlatabiliyor ama eğer grubun özü sağlam kurulmuşsa bu yavaşlık seni öldürmez; tam tersine pişirir. Biz zamanla bunu öğrendik.

Üstelik hepimiz bu müziği, hayatımızı durdurup yapmıyoruz. Her birimizin kendi işi, özel hayatı, sorumlulukları var. Kroşe, bu yüklerin arasında kurduğumuz bir denge aslında. Yani biz birlikte müzik yapmayı değil, birlikte yürümeyi de öğreniyoruz.

Yalnızken bir şarkı yazarsın, birlikteyken o şarkı nefes alır. Biri ritim olur, biri melodiyi taşır, biri sesi tamamlar. Ve en sonunda ortaya çıkan şey bir şarkıdan öte; ortak bir his olur. İşte o his, her şeye değer.

Punk yapmaya karar verdiğinizde aklında bugünkü KROŞE var mıydı? Yoksa o da süreçte mi şekillendi?

Açık konuşalım: Bugünkü Kroşe, hayal ettiğimiz Kroşe değil. Çünkü bizim gözümüzde Kroşe hâlâ olması gereken yerde değil. Ama en önemlisi şu — o yolda. Ve bu yolun her adımında, her yeni şarkıda, her sahnede kendimize biraz daha yaklaştığımızı biliyoruz.

En başta kafamızda bir hayal vardı. Bu müzikle nereye varmak istediğimize dair içimizde güçlü bir his vardı ama bunun ne kadarını başarabileceğimizi biz de bilmiyorduk. Zaman içinde o hayal şekil aldı, büyüdü, değişti. Kroşe bir isim olmaktan çıkıp bir tavra, bir kimliğe dönüştü.

Bugün geldiğimiz noktada çok şey yaşadık. Şarkılar yaptık, sahnelere çıktık, insanlar bize kendi hikâyelerini fısıldadı. Ama bu bizim için “tamam” hissi değil. Hep yükseğe bakıyoruz. Her daim bazı hayallerimiz cebimizde, bazıları da duvarda asılı duruyor.

İçimizde bir ses durmadan “daha iyisi mümkün” diyor. Çünkü biz olmayı değil, iz bırakmayı hedefledik. Ve bu, kendiliğinden olmuyor. Deneyerek, yanılarak, düşerek ve yeniden kalkarak ilerliyoruz. Bu yüzden bugünkü Kroşe, olmak istediğimiz Kroşe’ye dönüşmenin tam ortasında.

Henüz vardığımız bir yer yok. Ama vazgeçmek gibi bir ihtimal de hiç olmadı.

Punk’ın politik ya da sosyal eleştiri yönü sizin şarkılarınıza da bir hayli yansıyor. Özellikle Uzaya Köprü bu konuda iyi bir örnek. Karşı durmak, muhalif şarkılar yayınlamak On Air’in en sevdiği tarzdır yani biz her zaman seve seve yayımlarız da, benim anladığım sizin de sınırınız yok. O zaman yola ara ara bu tarz muhalif şarkılarla da devam mı?

Biz hiçbir zaman “muhalif olalım” diye müzik yapmadık. Ama içimizdeki gerçekleri anlatmaya başladığımızda, ortaya çıkan şey kendiliğinden muhalif oldu. Çünkü yaşadıklarımız, gördüklerimiz, sustuklarımız ya da susturulduklarımız zaten bu müziği doğuran…

“Uzaya Köprü” tam olarak böyle bir şarkı. Metaforlarla yüklü ama çok somut bir yerden besleniyor: Körü körüne bağlılık. Önüne konan her şeyi sorgulamadan kabul eden insanların hâline duyduğumuz şaşkınlık, öfkeye, oradan da müziğe dönüştü. Bu yüzden bizim için muhaliflik bir duruş değil, bir sonuç. Eğer etrafına bakıp şarkını âşkla, çiçekle yazabiliyorsan ne mutlu. Ama biz o kadarını başaramıyoruz bazen. Çünkü gerçek başka bir yerde patlıyor.

Ama şunu da unutmayalım: Biz çok sert çıkışlar yapan bir grup değiliz. Esprili, çapkın, kafası karışık, hayata bazen de kafası güzel bakan tiplemelerle dolu şarkılarımız da var. Kadın karakterlerden geceye karışmış serserilere, ilişki çıkmazlarından ruhsal iniş çıkışlara kadar birçok şey anlatıyoruz. Çünkü biz de hayat gibi dalgalı, çok sesli bir şeyiz.

Yine de, bir şeyleri eleştirme niyetimiz hep var. Bunu bazen doğrudan, bazen de satır aralarında yapıyoruz. Kimi zaman dans ettirerek, kimi zaman yumruk sıktırarak… Ama ne yaparsak yapalım, dürüst olmaya devam edeceğiz. Ve bu dürüstlük bizi tekrar o suratın ortasına inen Kroşe’lere götürecek. Bu çizgi ara ara değil, zaten bizim yolumuzun kendisi.

Punk yapıyorsunuz ama bunu yaparken de kendi sound’unuzu kurma konusunda oldukça kararlı bir çizgide ilerliyorsunuz. Bu sizce yeterince fark ediliyor mu? Sence günümüzde müzik yapmak mı zor fark edilmek mi?

Müzik yapmak zaten başlı başına zor. Ama bence en zor olan şey, kendine ait bir sesle müzik yapmaya çalışmak. Çünkü artık herkes bir şey söylüyor. Gürültü çok ama o gürültünün içinden gerçekten neyin sana ait olduğunu bulmak ayrı bir mesele.

Biz Kroşe’yle yola çıkarken başkalarına benzeme gibi bir derdimiz yoktu ama benzeme korkumuz da olmadı. Bir ses duyduk içimizde, onu takip ettik. Hâlâ da o sesin peşindeyiz. Elbette sound’umuza etki eden gruplar, dinlediğimiz müzikler var ama onları birebir almak yerine, kendi filtremizden geçiriyoruz. Çünkü derdimiz kopya değil, yankı yaratmak.

Fark edilmek mi? O iş biraz şansla, biraz algoritmayla, biraz da sabırla ilgili. Ama şu var: Sen kendi işinden eminsen, seni duyması gereken kulaklar zaten duyuyor. O yüzden biz kendi yolumuzdan şaşmadan üretmeye devam ediyoruz. Çünkü birilerinin seni görmesi değil, kendini gördüğün müziği yapman daha önemli. Bir gün biri “bu tam da benim hissettiğim şey” derse… işte o zaman her şey yerini buluyor.

Kroşi’yi ilk gördüğümde “Bu maskot değil, baya karakter bu” demiştim. Onun hikâyesi nasıl başladı? Kroşi’nin maceraları nereye varacak?

Kroşi bir maskot değil, grubun altıncı üyesidir. Sahneye çıkmasa da bizimle prova yapar, bizimle yazar, bizimle susar. Çünkü onun hikâyesi bizimle birlikte doğdu.

Senin de dediğin gibi; Kroşi hiçbir zaman bir “süsleme” figürü olmadı. Zaten biz hiçbir şeyi göstermelik yapmıyoruz. Kroşi, Kroşe’nin ruhunun başka bir formda vücut bulmuş hâli. O yüzden onun hikâyesi, aslında bizim hikâyemizle paralel ilerliyor.

İlk olarak bir tasarım fikriyle doğdu. “Acaba bir görsel karakter yaratabilir miyiz?” diye başladık ama o kadar kendiliğinden ve içimizden geldi ki… bir anda sahici bir figüre dönüştü. Kafasında taşıdığı bütün karmaşa, içinde bastırdığı öfke, yalnızlık ve direnme hâli — hepsi bir bakışında var. Bu yüzden biz ona bir karakter değil, bir anlatıcı gibi yaklaşıyoruz.

Şu anda Kroşi, kendi yolculuğuna başladı. Çizgi roman formatında ilerliyor ve anlatacak çok şeyi var. Müzikle değil, görsellikle de anlatmak istediğimiz şeyleri onun üzerinden paylaşıyoruz. Kroşi bazen bir metafor oluyor, bazen bir isyanın sesi, bazen ise herkesin içinde kıpırdayan ama dile gelmeyen o sessiz yan.

“Kroşi: Sıfır Desibel” adlı çizgi roman serisinde, şehir AudioCorp adlı bir şirketin baskısıyla sessizliğe gömülmüşken, Kroşi yer altı metro hatlarında sırtında taşıdığı amfiyle bu baskıya direniyor. Ancak yolculuğu yalnız değil; karşısında sesi tekeline almış eski bir sahne figürü, Sönmüş Nota adında karanlık bir baykuş var. Bu iki karakterin çatışması, sadece sesin değil, ruhun da savaşına dönüşüyor.

Kroşi’nin nereye varacağı bizimle birlikte şekilleniyor. Biz değiştikçe o da değişiyor. Şu an için planlarımız arasında onun hikâyesini daha da genişletmek, farklı formatlara taşımak, belki sahneye bile bir şekilde entegre etmek var. Kroşi bir yan karakter değil; Kroşe evreninin tam ortasında. Ve biz artık dinleyicilerimize “Kroşiler” diyoruz. Çünkü o karakterin taşıdığı duygu, bizi dinleyen, hisseden herkesin bir parçası hâline geldi.

Ayrıca Kroşi salt bir hikâye karakteri değil; bizimle birlikte sokağa da çıkıyor. Kroşe tişörtlerinde onun çizimleri yer alıyor çünkü biz bu hikâyeyi anlatmak değil, yaşatmak istiyoruz. Kroşi’yi giymek, bu evrenin bir parçası olduğunu göstermenin başka bir yolu. Bu güzel röportaj için Beyza Hanım size ve şarkılarımızı yayınlama sürecinde yanımızda duran yapımcımız ONAIR ekibine ve söyleşimize yer veren Rotka’ya çok teşekkür ederiz. Sesimize kulak veren herkese selam olsun.

Makale Etiketleri:
· · · · ·
Makale Kategorileri:
MANŞET · MÜZİK