İrfan Güney’in üretimlerini, yaşam döngüsüne bakışını, müzikle düşünceyi nasıl harmanladığını ve sanatla kurduğu bağları On Air Music Co. Söyleşileri serisinde Rotka’da konuştuk.
Müziğe adım attığınız ilk yıllardan bugüne uzanan yolculuğunuzda, sizi bu yola yönlendiren, müziğe yönelmenize neden olan o ilk hisleri hatırladığınızda… Bugüne baktığınızda hâlâ sizinle mi? Zamanla eksilenler ya da çoğalanlar oldu mu?
Müziğe ilk adımı atmamda abim Cengiz Güney’in çok büyük bir teşviki oldu. İlk adımı attığım 60 yıl öncesine dönüp, bu günlere baktığımda iyi ki müzik hayatımda dediğim birçok anım oldu. Zaman içinde hayatı, insanları, doğayı tanıdıkça yaşamış olduğum ve bazen kelimelerin yetersiz kaldığı duyguları müzikle çok daha iyi bir şekilde ifade edebildim. İlk adımımı attığım yıllarda bir enstrümanı nasıl çalabileceğimi öğrenirken, zaman içinde bu enstrümanın benim duygularımı müzikle ifade edebilmemde çok etkili olduğunu da öğrendim. Bu nedenle hayatı tanıdıkça zaman içinde artan bir duygu ile müziğe bağlandım.
“Döngü”nün yaratım süreci, özellikle yaşamın içkin tekrarları ve dönüşüm hali üzerinden şekilleniyor. Bu parçanın bestelenme anı, sizin için bir içsel yüzleşme miydi yoksa gözlemci bir dış bakışın ürünü mü?
Yaşam hepimiz için bir bilmece ve her gün mutluluktan, kedere, sevinçten, coşkuya, romantizme kadar birçok duyguyu yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz toplumsal olaylar, ailemiz, arkadaşlarımız, doğa, bu duyguları tetikliyor. Döngü’ nün bestelenme anı gözlemseldi. 18 yaşında bestelediğim Sonbahar isimli şarkımda da bu temayı işlemiştim. Yaşam döngüsünü tamamlayıp, sararıp düşen bir yaprak toprağa karışarak, toprakta yaşayan diğer canlıların yaşam döngüsünde önemli bir rol oynuyordu. Yıllar sonra senfonik olarak düzenlenen döngü isimli bestemde ise içsel bir yüzleşme de vardır. Yaşam döngüsü tamamlandığında arkamızda bırakacağımız değerlerin de önemine vurgu yapılmıştır.
Sözlü eserlerinizin yanı sıra senfonik ve enstrümantal çalışmalara da imza atıyorsunuz. Sizi bu anlatım biçimlerinde özgürleştiren yönleri nasıl tanımlarsınız?
Çok iyi bir gözlemci olmanın yanı sıra, aşırı duyarlı bir yapım var. Duygularımı tetikleyen olayları müzikle ifade ederken enstrümantal, sözlü çalışmaların yanı sıra son zamanlarda senfonik düzenlemelere ağırlık vermeye başladım. Bu anlatım biçimlerini o anda hissettiğim duyguyu tetikleyen nedene göre tercih ediyorum. Genellikle enstrümantal eserlerimde beni tetikleyen nedeni dinleyicilerin yorumuna da bırakmak istiyorum. Hatta dinlerken kendi sözlerini yazmalarını düşlüyorum. Açıkçası anlık ruh halimi sözlü mü, enstrümantal eser mi en iyi yansıtır diye bir kalıp içine girmeden, özgürce ifade etmeye çalışıyorum.

Bir yandan sahne üstünde üretirken, diğer yandan akademi dünyasında derinleşen bir kariyeriniz var. Bu iki disiplinin sizde yarattığı gerilim ya da uyum alanları nelerdir?
Bilim ve sanat üretiminin temeli özgürlüğe dayalı olduğu için bu iki disiplin benim için hiçbir zaman gerilim kaynağı oluşturmamıştır. Özgür olduğunuz sürece, korkmadan üretebilirsiniz. Çağdaş bilim her türlü dogmatik kavramdan uzaktır. Müzik de duygularınızı korkmadan özgürce notalarla ve sözlerle ifade edebilme biçimidir. Çoğu zaman akademik sıfatımla, sanatla uğraşım takdir edilmiştir. Ancak bazen de hafiflikle ve hatta akademik sıfatımla uygunsuz olarak karşılanmıştır. Bu konuda bildiğim doğrudan asla vazgeçmeden yoluma devam ettim. Öğrencilerimi de bu konuda hem cesaretlendiriyorum hem de onlara gereken desteği veriyorum. Önemli olan nerede ve nasıl hareket edilmesi gerektiğini bilmek. Başkalarının ne düşündüğüne göre kalıplara girmemek
Sanatın, özellikle de müziğin toplumla kurduğu etik ve estetik bağ üzerine çokça düşündüğünüz anlaşılıyor. Sizce bugün müzik, bireyin ya da toplumun dönüşümüne ne ölçüde katkı sağlayabiliyor?
Darwin’e atfedilen çok sevdiğim bir deyişi tekrar edeceğim. Bilim ve sanat bir toplumun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum önüne atılan bir avuç yemi gagalarken arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz. Dünya coğrafyasına baktığınızda kuş ve tavuk toplumları çok açık bir şekilde ayırt edebiliyoruz. Sanata ve sanatçıya değer veren toplumlarla değer vermeyen toplumların nerelerde olduğunu görüyoruz. Etik, ahlaki ve vicdani değerlere önem veren, doğaya ve başkalarının yaşama hakkına saygı duyan çağdaş bir toplum olabilme hedefi varsa sanat ve müziğin rolü son derecede önemlidir. Müzik ve sanatın her dalı insanları özgürce düşünmeye ve sorgulatmaya, neden sonuç ilişkisini bulmaya yönlendirir.
“Gölgeler ve Düşler” albümünüzdeki “Çizgi Ötesi” adlı parça, kariyerinizin hem akademik hem de sanatsal yönleri arasında bir tür içsel konuşma gibi hissettiriyor. Bu parçayla hangi düşünsel sınırları aşmayı hedeflediniz?
Gözünüzden kaçmayan bu soru için çok teşekkür ederim. Çizgi Ötesi benim içsel konuşmamı yansıtan bir bestemdir. Akademik hayatım ve sanat hayatım bir nehrin karşılıklı iki kıyısı gibidir. Bazen nehrin akan sularında karşı kıyıya yüzüp geçmek, söyleşinizde de ifade ettiğim gibi toplumun değer yargılarından dolayı zor olabilmektedir. Karşı kıyıya geçtiğimde keşke burada kalabilsem dediğim zamanlar olmuştur. Ama hayatın öğretileri ve içinde bulunduğum durumu dikkate aldığımda geldiğim kıyıya tekrar geri dönmem gerektiği bilincim hep baskın olmuştur. Çizgi Ötesi zaman, zaman KEŞKE ile tanımlanan bu iki kıyı arasındaki çelişki yolculuğudur.

Sosyal sorumluluk projelerinde yer almanız, müziğe yalnızca estetik bir alan değil, toplumsal bir aracı işlevi de yüklediğinizi gösteriyor. Bu projelerin sizdeki karşılığı nedir?
Sanat ve özellikle de müzik evrensel bir dildir. İnsanlar sözlerini bile anlamadığı bir müziği dinlediğinde duyguları tetiklenebilmekte ve duygu yoğunluğu yaşayabilmektedir. Müziğin birleştirici bir misyonu vardır. İnsanların dünyaya gelirken seçme şansı olmadığı dil, din, ırk, cinsiyet, milliyet gibi farklı değerleri vardır. Müzik bu farklı değerlere sahip bireyleri bir araya getirerek onları saygı, sevgi, hoşgörü, barış, eşitlik gibi aynı ortak paydalarda birleştirir. Bu özelliğinden dolayı da birçok sosyal sorumluluk ve yardım konserlerinde müzikten yararlanılmıştır. Bu anlamda ben de yürütmüş olduğumuz Sosyal Sorumluk projelerinde müzikten çok fazlasıyla yararlandım.
“Döngü”nün özellikle senfonik yapısı, sadece müziksel değil, felsefi bir anlatıya da alan açıyor. Dinleyiciye ulaşmasını umduğunuz en derin katman neydi?
Döngü ‘de her canlının farklı zaman dilimine sahip bir yaşam süresi olduğu ve yaşam döngüleri tamamlandığında başka canlıların yaşam döngüsüne katılacağı teması işlenmiştir. Kısacası topraktan gelip, toprağa dönüleceğinin bilincinde olmamız gerektiğidir. Yaşam döngüsü içinde insanlar belli meslek ve mevkilere gelebilirler. Ama gelmiş oldukları mevki ve makamlar insanlara saygınlık kazandırmaz aksine kişiler yapmış oldukları hizmetlerle o mevki ve makamlara saygınlık kazandırır. Yaşam döngüsü tamamlandığında da yapmış olduğu hizmetlerle anılırlar. Her insan ışığı az veya çok olan bir yıldız gibidir. Ama hizmetleriyle anılabilenler arkalarında bırakacakları izlerle kuyruklu yıldız gibi olurlar. Bunun için de insan olabilmenin evrensel değerleriyle, etik, ahlaki ve vicdani değerleri esas almak, doğaya, başkalarının hak ve hukukuna saygılı olmak gerekmektedir. Bir insanın kendisinden sonraki nesillere bırakabileceği en büyük miras, para, mal mülk değildir. Sadece onurla anılacak bir soyadıdır.
Çağımızda müzik tüketimi giderek daha yüzeysel bir hâl alırken, sizinki gibi derinlikli işlerin dinleyiciyle buluşma biçimi de değişiyor. Bu bağlamda üretici olarak siz nasıl bir denge arayışı içindesiniz?
Gelişen teknolojiye ve toplumun taleplerine göre müzik sektörü de kendi payına düşeni almaktadır. Fiziki albümler yerini dijital müzik marketlere bırakmıştır. Her gün birçok eser dijital mecralarda yayımlanmakta ve tüketimi çok hızlı olmaktadır. Ben de bu mecraları kullanıyorum. Ürettiklerimin dinleyicilerle buluşması için özel bir çaba sarf etmiyorum. Bu konuda çalışmış olduğum müzik prodüksiyon şirketi On Air music .co ve proje yöneticisi Sayın Beyza Cumbul fazlasıyla destek veriyor. Kendilerine bir kez daha buradan sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ürettiklerimi paylaşmaktan çok mutlu oluyorum. Stüdyo kaydını yapamadığım ancak evde gitar veya piyano çalarak söylediğim birçok bestem var. Bunları bile zaman, zaman, çok amatörce kaydedip sosyal medya hesabımdan paylaşıyorum. Evrene, sevgi, saygı, huzur, barış, dostluk dolu şarkılar bırakmak istiyorum.
Gelecek planlarınızda müzik ve sahne sanatlarını birleştiren projeler olduğundan söz ediyorsunuz. “Kampüs” isimli müzikal tiyatro projeniz hangi aşamada ve bu yapının sizin için özel anlamı nedir?
Kampüs müzikali gerçekleşmesini arzu ettiğim en büyük projelerimden birisidir. Tamamen gerçek olayları sahnede müzikal bir formda yansıtmak istiyorum. Doğumuna tanıklık ettiğim ve kuruluşundan beri çalışmakta olduğum ülkemizin gurur abidesi olan çağdaş bilimin, sanatla kucaklaştığı Acıbadem Üniversitesinde 17. senemi tamamladım. Bu süre içinde anılarımı topladığım “Bir Sevda Masalı Acıbadem Üniversitesi” isimli günlüğümde izleyenleri düşündürürken güldürecek ve hatta zaman, zaman, ağlatacak, duygulandıracak gerçek olaylar yer almaktadır. Ancak bazen kişiler kendilerinin farklı isimlerle bile olsa sahnede canlandırılmasından, günlük yaşam içinde yapmış olduğu mizahi davranışların yansıtılmasından rahatsız olabilmektedir. Buna da saygı duyuyorum. Herkes hoşgörülü olamayacağı gibi mizah anlayışları da farklı olabilir. Bu konuya gereken hassasiyeti göstermekle beraber kişisel verilerle ilgili yasal sorunlarla karşılaşmamak için canlandırılan tüm karakterlerin izinlerini almam gerekmektedir. Bunun dışında sahne performanslarım sosyal sorumluluk projelerinde ve ulusal, uluslararası kongrelerde verdiğim konserler ve dinletilerle devam etmektedir. Derginizde bana yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Okuyucularınıza ve söyleşide emeği geçen herkese sevgi ve saygılarımı sunarım.