Sınır Tanımayan Film Festivali Berlin’de Başladı
Uluslararası Sınır Tanımayan Film Festivali Almanya’da başladı. Festivalin bu yılki teması ‘‘memleket‘‘.
Berlin’in güneydoğusunda yer alan Bad Saarow bu yıl dördüncüsü düzenlenen Uluslararası Sınır Tanımayan Film Festivali’ne ev sahipliği yapıyor. İşlediği insan odaklı filmlerle dikkat çeken festivalin yöneticisi Susanne Suermondt festivalin izleyici kitlesinin çoğunlukla bölgeden gelenlerden oluştuğunu söylüyor.
Bu yılki teması ‘‘memleket‘‘ olan festivalde ağırlıklı olarak insan hakları, insanlık onuru ve kültürlerarası dayanışma kavramları ele alınıyor.
Gösterimlerin çoğundan sonra yönetmenler izleyicilerle buluşacak ve soruları yanıtlayacak.
Portman yönetmen koltuğunda
Festivalin öne çıkan filmleri arasında Deutsche Welle’nin prodüksüyonunu üstlendiği Friedland’ın yanı sıra bir diğer sığınmacı filmi Cafe Waldluft yer alıyor. İki filmin de odak noktasında sığınmacıların kendilerine yeni bir yuva arayışları yer alıyor. Diğer yapımlarda ise gelenek, değişim ve özgürlük temaları işleniyor.
Festivalin merakla beklenen yapımlarından biri ise ünlü oyuncu Natalie Portman’ın yönetmenliğindeki ‘‘Aşk ve Karanlık‘‘. Portman, İsrailli yazar Amos Oz‘un aynı isimli romanından beyaz perdeye uyarladığı yapımda oyuncu olarak da yer alıyor.
Festival 18 Eylül’e kadar devam edecek.
Festivalde izlenebilecek filmler:
Sonita
Hayali ünlü bir rapçi olmak olan Sonita’nın ailesi onu para karşılığında biriyle evlendirmek istemektedir. Tahran’da yaşayan bir Afgan olan genç kız bu isteğe direnerek rapteki yeteneğini zorla evlendirmelere karşı kullanır ve bu gelinlerin dramını anlatan bir video kaydeder. İranlı yönetmen Rokhsareh Ghaemmaghami bu cesur genç kızın hikâyesini anlatan çarpıcı bir belgesele imza atmış.
Café Waldluft
Berchtesgaden’daki bir otelde yerliler, turistler ve mülteciler buluşursa neler olur? Grup bu kadar çeşitli olunca gerilimler kaçınılmaz mıdır? Matthias Koßmehl‘in belgesel filmi önyargıların nasıl aşılabileceğini gösteriyor ve bazı sorular soruyor: Mültecilerin gerçek anlamda kendilerini evde hissetmeleri için ne yapmaları gerekir? Peki, insan memleketini yabancılarla paylaşırsa neler olur?
Hedi’nin düğünü
Hedi hayatının çoktan planlandığını düşünmektedir. Annesinin kendisi için seçtiği kendi köyünden bir kızla evlendirilecektir. Ancak işler Hedi’nin bir iş seyahati sırasında bir turist rehberi olan Rim’e aşık olmasıyla değişir. Tunuslu yönetmen Mohamed Ben Attia gelenek, özgürlük ve kader üzerine başarılı bir yapıta imza atıyor.
Çernobil’in Babuşkaları
Çernobil’de yaşanan nükleer felaketten sonra üç kadim dost Hanna, Valentina ve Maria memleketlerini terk etmek zorunda kalmıştır. 30 yıl sonra evlerine geri dönerler. Hayatları sorunsuz görünse de bölge hala radyoaktif kirlilik altındadır. Yine de bu yaşlı kadınlar için dünya üzerinde evlerine dönmekten daha büyük bir mutluluk yoktur. Filmin yönetmen koltuğunda ABD’li yönetmen Holly Morris var.
Who’s Gonna Love Me Now
Saar, dindar ailesini Kibutz’da bırakıp eşcinsel kimliğini özgürce yaşayabilmek için Londra’ya gelir. Burada seks ve uyuşturucu dolu bir yaşam sürmeye başlayan Saar, kısa süre sonra HIV kapar. Hayatında bir şeyleri değiştirmek isteyen kahramanımız ‘’Londra Eşcinsel Erkekler Korosu’’na katılır ve burada aradığı evi bulur. Bu da ona İsrail’deki evine ve ailesine yeniden yaklaşma cesaretini verir.
Holy Cow – Kutsal İnek
Çiftçi Tapdiq ailesinin yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla Avrupa’dan bir inek alır. Madonna isimli inek Azerbaycan’ın bu küçük köyünde yaşayanların hayatlarını radikal bir biçimde değiştirir. Köylülerin Madonna‘ya alışması pek de kolay olmayacaktır.
Friedland
Yönetmen Frauke Sandig, Aşağı Saksonya’daki geçici yerleşke Friendland’a eğiliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası göç etmek zorunda kalan ve savaştan dönen Almanlar’ın ilk istasyonuydu burası. Bugün burası mülteciler ve iltica başvurusu yapanların ilk kayıt merkezi olarak kullanılıyor. Geçmişte buraya gelenlerin tecrübelerine ve umutlarına ne kadar benziyor…
© Deutsche Welle Türkçe
Hazırlayan: Rick Fulker
http://www.dw.com/tr