Rüzgârın Hatıraları: Bellek ya da Geçmişe Açılan Parantez
Özcan Alper doğayı özellikle Karadeniz’in yalnızlığa, uzağa benzeyen doğasını filmlerinde anlatıyı ve karakterleri bütünleyen öğe olarak çok iyi kullanıyor. Yağmur, sis, kar… Küçük limanlar, terk edilmiş gibi duran yaylalar, sisin yuttuğu ve günlerce unutturduğu ormanlar, su, dalgalar, fotoğrafik görüntüler. Bunların görüntü algısının önemli bir öğesi olduğunu, Özcan Alper’in özgü bir sinema dilinin bir parçası olduğunu görüyoruz. Alper, görüntü algısı ile meseleleri ile de uyumu görülen ve görülenin ötesini, değişim ve değişmezliği, yavaşlığı, hayatın tekrarla kabullenilebilecek yanını öne çıkarıyor belki de.
Özcan Alper, sinemasında Türkiye siyasal tarihinin en dehşet verici anlarını, dile getirilmeyen tarihi, henüz sosyalistlerin dahi üzerine konuşmadığı, yazmadığı bir kesiti Sonbahar’da sinemaya taşıdı. Öyle ki, filmin başarı ya da başarısızlığından öte Alper’in etik yargısı ve estetik tavrı bu filmi daha da önemli kılıyor. Sonbahar benim için (Francisco Goya’nın Saturno devorando a un hijo tablosu gelsin akla) siyasal bir kendi çocuklarını yiyen Kronos anlatısıdır.
Rüzgârın Hatıraları’nda ise Alper, zamanı devam eden, insanın tarihsel hikâyesiyle birleştiriyor. Geçmişin bireyin ve toplumun hissedişlerinde, inkâr ve anımsama biçimlerinde güncelliği, mekânların, sahnelerin bellek geçişlerine, hatırlamaya, çağrışımsal geçişlere uygunluğu Özcan Alper sinemasının özgü yanlarından bir diğeri denilebilir. Alper’in filmlerinde geçmişin soluğu uzun, gelecek ise uzun bir Sonbahar gibi sürüyor.
Gelecek Uzun Sürer’de hikâyeye sirayet edemeyen kadın karakterin aksine Rüzgârın Hatıraları’nda kadın karakterlerin hikâye uygun oyunculuklarının altı çizilmelidir.
Özcan Alper’in derdi iyimserlik ya da yarınlar zorunlu olarak bizimdir gibi determinist bir yaklaşım değil ama Gelecek Uzun Sürer’de ve Rüzgârın Hatıraları’nda Elia Kazan’ın Zapata’sını andıran at sahnesi benzeri çeşitli sembolik göndermeler bulunuyor. Özcan Alper filmleri bir vaatte bulunmaktan ziyade yüzleşmenin, konuşmanın iyi geleceği çağrısı yapıyor. Sonbahar, Gelecek uzun Sürer ve Rüzgârın Hatıraları bu anlamıyla üçleme olarak düşünülebilir.
Alper’in politik sineması görüntü algısı kadar anlatım diliyle de edebiyat ile de hemhal. Rüzgarın Hatıraları’nın senaryosunda Ahmet Büke’nin ve Özcan Alper’in estetik edebi beğenilerinin etkisi izini sürebiliyorsunuz. 1940 kuşağından, Türk ve Dünya edebiyatından isimlere göndermeler filmin yoğunluğunu perçinlemiş diyebiliriz. Ahmet Büke’nin Aram’ı yazarken günlük tutarak çalışması dahi sanatsal işçiliğe gösterilen özenin bir emaresi olarak görülebilir.
Rüzgârın Hatıraları’ndan 1915 Büyük Felaketi’ne kişisel bellek ve hatırlama üzerinden yaklaşırken sürgün bir Ermeni şairin kişisel tarihi ile kesiştiriyor. 1940’lar Türkiye’si ile günümüzün yeni Türkiye’si arasındaki süreklilik seyircilerinin dikkatinden kaçmamış olsa gerekir. Alper, siyasetin, edebiyatın, sanatın ve diğer anlatı biçimlerinin yanı sıra sinemanın da resmi ideoloji ve tarih yazımı karşısında tutum alış biçiminin sanat ortamı içerisinde örneğini sunuyor.
Alper’in filmlerinin ölümlü ve mutluluk, iyimserlik vaat etmeyen sonları siyasal tarihin üzerine konuşulmayan felaketlerini, ütopyanın sosyalizmin tarihsel bir döneminin bitmesiyle birlikte ölümü ve ölümün olanakları tartışması olarak bakılabilir. Alper sinemasında ölümün sunumu iletişim kurulamayan mutlak bir öteki, bir sınır olarak görülebilir. Alper filmlerindeki ölüm sunumlarıyla üzerine konuşulamayan yakın geçmişe, Sonbahar’da kendi kuşağına, Gelecek Uzun Sürer’de aşkın, özgürlüğün ve savaşın gerçekliğine, Rüzgârın Hatıraları’nda toplumların büyük suça ortak olma, edilme süreçlerine, inkâra, Ermeni soykırımına, Türkiye komünist hareketinin tarihsel simalarına, Varlık Vergisi ve Türkiye’de ırkçı, faşist politikalara odaklanıyor. Alper’in sineması iyi bir kurgu ile kaybettiklerimize odaklandıkça sözcüklerin üzerindeki yükü zamana, mekâna, doğaya üleştiriyor. Alper, güncel olanı tarihsel olarak sunuyor. Seyircinin olaylar bütünü hakkında belleğe, değilse de bir duyumsama biçimine sahip olması gerekiyor.
İsmi Mustafa Suphi’nin eşi Meryem akılda tutularak mı seçildi bilmiyoruz ama Rüzgârın Hatıraları’ndaki Meryem, Aram’a benzer bir sürgünlük yaşıyor. Meryem Sovyetler’de eğitim görmüş, Hemşinli pastacı Mikail ile evlenerek Türkiye’ye gelmiş bir genç kadın. Meryem rolünde Sofya Khandemirova seçimi Alper’in oyuncu kadrosunu oluştururken isabetlerinden diyebiliriz.
Onur Saylak’ın ve Mustafa Uğurlu’nun harika oyunculuğunun da altını çizmek gerekiyor.
Rüzgârın Hatıraları’nı mutlaka izleyin…