Okyanusun insan izi olmayan son yerleri tespit edildi
İnsanların, her zaman fiziksel olarak dokunmadıkları yerlerde bile parmak izlerini bırakmasının yolları var. Bu, belki de en çok okyanuslar için geçerli. Akıntılar, kıyılardan uzaktaki çöp alanlarının hurdalarını taşır. Plastikler, uzak resiflere düzenli olarak yayılır, hatta Mariana Trench’in en derin köşelerine kadar iner veya Antarktika Yarımadası boyunca dolanırlar. Çantalar, şişeler, pipetler ve diğer sentetik malzemeler, yolunu şaşıran ve gezinen atıklar tarifi imkânsız şekilde engel tanımadan gezinirler.
Durum fazlasıyla kötü ama okyanuslar çok büyük ve bazı araştırmacılar, son zamanlarda tertemiz denizlerden geriye kalanları haritalama işine koyuldu.
Current Biology’de yayınlanan yakın tarihli bir makaleye göre, Yaban Hayatı Koruma Derneği, Queensland Üniversitesi’nden bilim insanları ve diğer kurumlar, dünya sularının sadece yüzde 13,2’sinin vahşi, el değmemiş deniz (yani insan etkisiyle nispeten zarar görmeyen yerler) olarak sayılabileceği sonucuna varmışlar.
Bu noktaları tespit etmek için araştırmacılar, 15 farklı insan eliyle gerçekleşen faktörün (akıntıdan, balıkçılığa) deniz ortamları üzerindeki etkisini ve daha sonra bu kategoriden gelen etkinin yüzde 10’unu oluşturan bölgeleri belirlediler. Bunlar, çoğunlukla, herhangi birinin tahmin edebileceği gibi, Kuzey Kutbu, Antarktika’da ya da Güney Pasifik çevresinde dağılmış en vahşi alan kümeleridir. Ama birkaçı karadan çok da uzakta değil. Mesela, bazı sığınaklar Meksika Körfezi’nde yer alıyor.
Bu alanlar, araştırmacıların yazdığı gibi biyolojik olarak çok önemlidir. Ortalama olarak, vahşi bölgeler daha fazla etkilenen alanlardan % 31 daha fazla tür zenginliğine sahip. Ayrıca başka hiçbir yerde bulunmayan türler için sığınak olma ihtimalleri var. Bunun bir örneği, bir zamanlar neslinin tükendiği düşünülen Juan Fernández foklarının (Arctocephalus philippii) bilinen tek habitatı olan Şili kıyılarına 500 milden daha uzak olan kayalık Desventuradas Adaları’nda bulunan kelp kaplı sulardır.
Fakat bu sığınaklar çok da güvenli değil. Lider Queensland Üniversitesi’nde doktora adayı olan Kendall R. Jones, Earther’e yaptığı açıklamada, birçok koruma politikasının, hâlihazırda canlılığını koruyan sitelerin oluşturulması ve korunması konusuna eğilmekten ziyade, zor durumda olan yerlere odaklandığını söyledi. Jones, “Tehlikeli bölgeleri korumak çok önemli olsa da, vahşi, hala canlılığa sahip, eskiden olduğu gibi hareket eden ve yaşayan yerleri kurtarmaya çalışarak dengelemeniz gerektiğini savunuyoruz” dedi.
Yazarlar, varlığını sürdüren deniz vahşi alanlarının yüzde 5’inden daha azının halen korunan alanların içinde olduğunu tespit etti. Earther’in bildirdiği gibi, bu durum kısmen de olsa birçoğunun, herhangi bir ülkenin hâkimiyeti dışında, okyanusun çok geniş yerlerinde olması gerçeğinden kaynaklanıyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun geçen kış üzerinde çalıştığı bir senaryo, açık denizlerde koruma alanlarının oluşturulmasına imkân sağlayacak bir anlaşmayı müzakere etmek için iki yıllık bir süreci başlattı.
Bu arada Jones ve onun işbirlikçileri, deniz yaşamının vahşiliğine daha fazla dikkat çekmek için çağrıda bulunuyorlar ve bu kaybolursa nelerin kaybedileceğini vurguluyorlar. Araştırmacılar, “Vahşi doğanın birçok çevresel değerinin geri getirilmesi mümkün değil” diyorlar.
kapak fotoğrafı:NOAA/CC by 2.0
atlasobscura.com