O Son Golü Yemeyecektik
Futbolun siyaseti örnek almak gibi bir huyu var. Fazla iç içe yaşamalarından olabilir bu tabii. Aynen siyasette olduğu gibi sistem sorunlarına bakılmaksızın kriz anında algı kişilere yönelir ve kişiler değişir sistem aynen devam eder.
Siyaset de, futbol da oligarşiyi sever. (Buraya bizim gibi ülkelerde parantezini açmak lazım.) Oligarşinin Tunç Yasası burada da işler.
Futbolun zenginler yönetimi Plütokrasiye de yakınlığı vardır. Bu gün kulüplerin yönetim kurullarına, başkanlarına ve pek tabii sahiplerine baktığımızda göreceğimiz tablo aşağı yukarı budur.
Ancak bu zenginler kulübünün de, siyasetinde futbol üzerindeki iştah ve tahakkümünde sınır yoktur. Paranın satın alabileceği en büyük lükslerden birine “en iyisini ben bilirim” inancına sahip oldukları ve bu konuda etraflarında onaylanabildikleri için bu imkânı da sonuna kadar sömürürler.
Ellerinden gelse kendileri klonlatıp sahadaki futbolcu rolünü de üstlenecek kadar hırslıdırlar. Futbol gibi dev bir etki alanına sahip yapının, hele de milyonlarca taraftarı olan yapıların tepesindeki şöhret ve gücü sevdilerse geride kalanlara bu hali izlemek kalır.
Onlar yöneticidirler, bütün profesyonel kararları verebilirler, futbolcu transfer eder, o oyuncu grubunu en iyi kimin idare edeceğini de bilirler. Sahaya kimin çıkacağından, kimin yedek kalacağına kadar planları vardır, yani saha kenarının da hâkimidirler. Bir üst aşamada fark ederler ki saha kenarından onlardan başkasına gerek yoktur.
Kukla siyasetçiler gibi, kukla spor adamları türetir, çevrelerini onlarla doldururlar. Artık otoritelerini sarsacak kimse kalmaz.
Ancak siyasetle, futbolun ayrıldığı noktalar da yok değil. Mesela zaman kavramı ikisi için aynı şekilde işlemez.
Siyasetçi için birkaç yılda bir olan seçim adı verilen sınavlar, bir futbol kulübü için her hafta oynanan maçlardır. Hatta kupa maçları da söz konusu ise birkaç günde bir gerçekleşir bu sınav. Ve taraftar tepkisi ile seçmen tepkisi aynı sonuçları doğurmayabilir.
Bu cümleyi kurduktan insan farkına varıyor ki bu e-bilet denen nesne başından beri hem siyasetçilerin ve hem de futbol idarecilerinin epey işine geliyor.
Tribünler boş olunca hem siyasilere, hem futbol yönetimlerine yükselen sesler de kesilmiş oluyor.
Burada düşündüren diğer bir soru ise bazı kulüplerde yüz binlere yaklaşan maç pasosu satışına rağmen tribünlerin yarısının bile dolmayışı.
Bu pasoları kim aldı sorusu da diğerleriyle birlikte kenarda dursun.
Cevapları muhtemelen uzun süre bilemeyeceğiz.
Futbolu az çok bilenlerle hiç bilmeyenlerin arasındaki farkı ise şimdiden biliyoruz. Sahada takımlar kaybedebilir ama futbol önünde sonunda kazanır.