Nil’in son buharlı gemisinde Agatha Christie’yle yolculuk
Mavi Nil’den geçiş her zaman hem fiziksel bir deneyim hem de alegorik bir hikaye olmuştur. Firavunların altın mavnalarla öbür dünyaya götürülmesinden binlerce yıl sonra, 19. yüzyılda vapurlar turistleri büyüleyici tapınaklarının yanından geçirmeye başladı. Nehir boyunca uzanan, antik piramitleri ve çökmekte olan mezar alanlarını görerek geçen bu zarif yolculuk, son 150 yılda efsanevi kitaplara ve filmlere konu oldu. Agatha’nın Christie’nin Nil’de Ölüm (1937) adlı romanı belki de bu nehrin devasa tarihinin tüm gizemini, cazibesini ve entrikasını bir anda özetliyor, eski Mısır’ın ölüm, tozlu harabeler, lüks buharlı gemiler ve haksız kazanılmış servet konusundaki saplantısını çağdaş bir ölüm planıyla egzotik bir şekilde iç içe geçiriyordu.
1930’larda Mısır kalabalık bir yerdi. Arkeolog Howard Carter’ın 1922’de Tutankhamun’un Mezarı’nı ortaya çıkarmasının ardından ülke dünya çapında ilgi görmüştü ve iki savaş arası yılların istikrarı söz konusuydu. Herkes arkeoloji merakıyla Mısır’a gitmemiş olsa da, buluntu dünya çapında bir ilgi uyandırmıştı. Ancak Agatha Christie, ikinci kocası ünlü arkeolog Max Mallowan’la SS Sudan gemisiyle Nil üzerinde bir vapur gezisinde eşlik ettiğinde acemi değildi.
Christie daha önce 1907’de annesinin nemli ve pahalı İngiltere’den daha sıcak kışlar ve daha ucuz yaşam için taşındığı Mısır’da zaman geçirmişti. Aslında Agatha Christie’nin ilk romanı Çölde Kar, Kahire’de bulunan Gezirah Oteli’ndeki deneyimlerine dayanıyordu. Max ile 1930’da, bir sonraki hikayesini aramak için gittiği Mezopotamya’da tek başına seyahat ederken bir kazı alanında tanışmıştı. Doğu Ekspresi’yle Bağdat’a yaptığı tren yolculuğunun 1934’te Doğu Ekspresinde Cinayet romanına ilham vermesi gibi, SS Sudan’la nehirde yaptığı yolculuk da 1937’deki Nil’de Ölüm‘e ilham verecekti.
Arkeoloji Agatha Christie’nin zamanında bugünkü gibi değildi. Bir bilim olmaktan ziyade bir amatörün hazine avıydı ve bu yüzden de pahalıydı. Christie’nin kocasıyla yapılan kazılara tanık olması, ona arkeolojik sürece dair içeriden bir bakış açısı kazandırdı ve bu da hem kazıları hem de anıtları özenle ve gerçek ayrıntılarla anlatmasına olanak tanıdı. Her iki kitap da zaten popüler olan lüks kaçamaklara daha fazla ün kazandırdı. Zenginlik, ihtişam, açgözlülük ve macera vaadinin karşı konulmaz birleşimi, Nil’de yolculuğa çıkmak zorunda hisseden modern halkı heyecanlandırdı.
Thomas Cook, 1841’de İngiltere’de ilk yatılı seyahat işletmesini kurmuştu ve Mısır, Avrupa’nın sınırları dışındaki ilk popüler egzotik seyahat destinasyonu olacaktı. 19. yüzyılın sonlarına doğru, Eski Mısır, araçları olanlar için kesin olarak ziyaret edilmesi gereken bir yerdi. Yüksek sosyeteye mensup kadınlar için sıcağa, kuma ve diğer başka tatsız koşullara rağmen, bu gezi, 1850’de Mısır’da yaşayan ve Mısır hakkında yazan Florence Nightingale gibi birçok kadın maceracıyı da çekmişti. Kahire’ye olan sevdasıyla burayı “Şehirlerin Gülü” olarak tanımladı ve eski geleneksel teknelerden biri olan yerel bir Dahabiya ile nehir yukarı Abu Simbel’e gitti.
19. yüzyılın başlarında, yalnızca bu tekneler kiralanabiliyordu. Öngörülemezlerdi, genellikle fare sorunu yaşıyorlardı, bakımları yetersizdi ve çoğu kez kötü bir üne sahip kaptanların komutasındaydı. Gardner Wilkinson’ın Mısır’daki Gezginler İçin El Kitabı (1847) bu seyahate hazırlananları haydut kaptanlar ve çürümüş gemiler konusunda uyardı ve yolculara kendi karyolalarını, halılarını, fare kapanlarını, yıkanma küvetlerini, silahlarını ve çaylarını getirmelerini önerdi. Piyanolar ve tavuklar da seyahat aksesuarları listesindeydi. Bir yolcunun, kıyı kıyı ve bir salyangoz hızıyla seyahat ederken Kahire’den Asvan’a gidip geri dönmesi üç ay kadar uzun sürebilirdi.
Buharla çalışan gemi, Nil’in gelecekteki Rolls Royce’u olacaktı. 1911’de Thomas Cook, Kahire’den Asvan’a yirmi günde yolculuk yapabilen içlerinden biri SS Sudan olan yeni, lüks ve daha hızlı buharlı gemilerden oluşan bir filoyu görevlendirdi. Cook’un Mısır’daki ticari seyahat hizmetleri hakkında, “Yüzyılın başında, Nil’de iki imparatorluk vardı – İngiltere’nin askeri işgali ve Cook’un Mısır seyahati,” denildi.
Cook’un önceki gemileri gibi SS Sudan vapuru da 1915’te İskoçya’da inşa edilmişti. 72 metre uzunluğundaydı. Tamamı dışarıya bakan ve seksen yolcu alacak şekilde tasarlanmış verandalarla çevrili lüks kabinlerin ve gösterişli süitlerin birbiriyle uyumlu birleşiminden oluşan basit bir yerleşim düzeni vardı. SS Sudan zarif ve lükstü. Alt kısmında kazanları ve tepesinde küçük bir tekerlek yuvası vardı. Cook’un reklamında her kabinde sıcak ve soğuk su akan özel banyolarıyla övünüyordu.
SS Sudan’ın tasarımı Cook’un zamanından bu yana biraz değişti ve bugün beş süit ve on sekiz kabinle hizmet sunuyor. Kabinler ismini geçmişte Nil’i gezmiş ünlü karakterlerden almış. Agatha Christie’nin kaldığı üst güvertedeki pruva kabini onun adını taşıyor. Komşu kabin bir zamanlar Mısır’dan Mektuplar ile tanınan, tüberküloza yakalandıktan sonra Luksor’a yerleşen yüksek sosyete yazarı Lady Duff Gordon’a aitti. Tutankhamun’un mezarını bulan arkeolog Howard Carter ve Mısır’ın sondan bir önceki kralı Kral Faruk, görkemli odalara isimlerini verenler arasında. 1922 – 1935 yılları arasına tekabül eden Nil deniz yolculuğunun altın çağı, güçlü politikacılara, hali vakti yerinde arkeologlara ve sürekli artan turist sayılarına hizmet etti.
1936 yılı, o zamanlar çok sevilen bir ulusal şahsiyet olan Kral Faruk’un Mısır tahtına çıkışına tanık oldu. Sonrasında halk tarafından giderek daha fazla reform talep etse de o bunları gerçekleştirmedi. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Nil’de turizm durdu, İngiltere ile Almanya arasındaki çöl savaşı başladı ve Agatha Christie İngiltere’ye döndü. Savaş sonrası dünya yeni ve farklıydı; sosyal değişim dünya çapında hız kazanıyordu, Ortadoğu’da bölgesel çatışmalar alevleniyordu ve tüm bunlar, on yıllar boyunca turizmin Mısır’a geri dönmesini engelledi. İngiliz sömürge etkisi sona erdiğinde, Cook’un Mısır Turizm operasyonunu da etkiledi. SS Sudan vapuru savaş sırasında kızağa çekilmişti ve Soğuk Savaş’ın siyasi istikrarsızlığının Mısır’ı felce uğratmasıyla sonraki 50 yıl boyunca terk edilecekti.
1970’lerde gezici bir sergi olan ‘Tutankhamun Hazineleri’ ile yeni bir dönem açıldı ve Mısır’a ilgi yeniden arttı. 1978’de Nil’de Ölüm‘ün ilk film versiyonu, savaş öncesi lüks yolculukların kayıp dünyasına nostaljik bir bakış getirdi. Mısır’ın monarşi sonrası hükümetinin Sovyetler Birliği’ne bağlılığı da bu dönemde azaldı. SS Sudan vapuru da kurtarılacaktı. 1999’da bir Alman tur şirketi tarafından bir tur teknesi olarak yeniden kullanılma girişimi başarısız oldu. Kısa bir süre sonra SS Sudan, 2004’te Nil’de Ölüm filminin ikinci çevriminde küçük bir rol aldı. Sonunda, 2006’da Fransız tur şirketi Voyageurs du Monde gemiye talip oldu ve SS Sudan’ı tamamen eski haline döndürdü.
Bugünlerde Nil üzerindeki son buharlı gemi olan SS Sudan ulusal bir hazine olarak görülüyor. Gövdesine, motorlarına, yemek odasına, mutfağına ve kabinlerine tadilat ve onarımlar yapmak için her 4 yılda bir havuza alınıyor. Artık Nil kıyısında, mutfağı için kendi geniş, organik mutfak bahçesi var. Firavunların ışıltılı yaldızlı mavnaları da Nil’i gezerek nehir kıyısındaki yemyeşil plantasyonlarından erzak toplardı ve Firavunların ölümsüzlüğü gibi, SS Sudan da bugün hem nehirde hem de Karnak takma adı altında, Şubat 2022’de sinemalarda Nil’de Ölüm‘ün yeni ve üçüncü film versiyonunda yaşıyor.