Murat Pulat ile Fotoğraf Üzerine Bir Söyleşi
İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi kurucusu fotoğrafçı Murat Pulat ile fotoğraf hayatı ve aldığı yeni ödül ekseninde yarışmalar üzerine bir sohbet gerçekleştirip birçok konuda bilgi aldık.
Fotoğrafla olan ilişkiniz nasıl başladı?
Fotoğrafın hayatıma girmesi üniversite yıllarına uzanıyor. Kız arkadaşım İstanbul Üniversitesi’nde fotoğraf kulübüne gidiyordu. Bir gün beni de çağırdı. O zamanlar fotoğrafa karşı pek ilgim yoktu hatta birinin beni çekmesinden bile rahatsız olurdum.
İFSAK foto maraton adında o dönem oldukça meşhur olan bir yarışma düzenliyordu ve bir şekilde bu yarışmaya katıldık. İşaretli bir makara film ve üç konu veriyorlardı. Eski İstanbul evleri, İstanbul’un tren garları ve pazarları. Büyük bir hevesle çıkıp çekmeye başladık, elimizde de oldukça kötü bir Zenith makine vardı. O gün fark ettim ki o da pek anlamıyormuş bu işten. Nihayetinde güzel anılarımız oldu ancak teslim ettiğimiz filmden birkaç kare çıktı ya da çıkmadı.
Daha sonra bir gün Sirkeci’de EOS serisi ikinci el bir makine gördüm. Onu alacak param olmadığından yerine yine bir Zenith alarak yola devam ettim. Memnun değildim, çektiklerim hoşuma gitmiyordu, aklımda gördüğüm o makine vardı. İki yıl kadar sonra kazandığım ilk parayla gidip aldım o makineyi. Ardından da iyi neticeler almaya başladım. Böylece başlamış oldum diyebilirim.
İnsan fotoğrafları ilgimi çekmeye başladı ve o konuya yöneldim. 1999’da Canon’un ciddi bir ekipmanını yaptım fakat iyi lensleri almakta zorlanıyordum. 2000 yılında ise bu defa Nikon’un ilk dijital makinesini aldım. 2012 den beri de SONY ile yola devam ediyorum.
Mimari Fotoğraf üzerine de çalışmalarınız var, bu dala geçiniz nasıl oldu?
Mimari fotoğraf ile ilişkim elektrik mühendisliği sayesinde oldu diyebilirim. Her gün şantiyede işçilerin fotoğraflarını çekiyordum ama o zaman kafamda oluşmuş bir inşaat projesi yoktu. Başlarda amacım fotoğrafı ilerletmekti. Çünkü şantiyeye gittiğinizde günde on dört, on beş saat orada kalıyor ve başka hiçbir şeye zaman ayırma şansınız olmuyor. Ben de bütün gün sahada dolaşıp iş yaptırırken bir yandan da fotoğraf çekiyor işim bitince çektiklerimi bilgisayara aktarıp photoshop çalışıyordum.
2001 yılında çalıştığım firmanın proje müdürü ‘bizim için fotoğraf çeksene, ilerleme raporuna koyarız’ deyince binaları çekmeye başladım. Ardından genel müdürün beğenmesi üzerine ‘bir de bitmiş hallerini çekersin’ demeleriyle mimari fotoğrafa girmiş oldum. Bunun şöyle de bir avantajı vardı. Normal şartlarda şantiyede fotoğraf makinesiyle dolaşmak sıkıntı yaratırken bu durum bir anda legal hale geliverdi. Sonrasında bir Alman firma için yapılan inşaatta Almanların isteği üzerine çekim yaptım ve ilk kez bu işten para kazanmaya başladım. Kulaktan kulağa işleyen bir süreçten sonra birçok alışveriş merkezi, konut, üniversite binası ve fabrikanın çekimlerini gerçekleştirdim.
Eskiden binalar çok daha güzeldi. Beton pompası fabrikasının bile bir estetiği oluyordu. Fotoğrafını çekecek bina bulmak iyice zorlaşır oldu. Üniversitelerin bile binalarına bakıp oradan ne vizyonda bir mimar çıkacağını düşünüyor insan. Teknolojik gelişmeye rağmen daha hızlı ama daha kötü binalar çıkarıyoruz ortaya. Dolayısıyla Türkiye’de mimari fotoğrafçılığın gelişmesinden söz etmek her geçen gün imkansızlaşıyor.
Sonrası ve İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi’ne uzanan süreç nasıl gelişti?
2007 yılına kadar böyle devam etti. O dönem elektrik mühendisi olarak çalışmaya devam etmek istemediğime ve fotoğrafçılıkla ilgili bir şeyler yapmaya karar verdim.
Ben tam da bunları düşünürken bir gün yakın arkadaşım ve fotoğrafçı Altan Bal beni arayarak bir arkadaşlarının Nikon teknik servis müdürlüğünden ayrılmakta olduğunu söyleyerek bu işi yapmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Belki daha az bir maaş alacaktım fakat kabul ettim. Bu görevi iki yıl kadar sürdürdüm. 2009 yılında bu defa başka bir arkadaşım Sirkeci’de bir hanları olduğunu ve üst katını fotoğraf okulu yapmakla ilgili bir teklifle geldi. Bu sayede binayı da canlandırmak istiyorlardı. Ekonomik kriz dönemiydi ve çalıştığım yerde maaşların düşürülmesi gibi ayarlamalara gidilmesi söz konusuydu. Bu kez de bu teklifi kabul ederek işe giriştim. Boyası, tamiratı, masa, sandalyesi derken mekanı adam ettik fakat bazı sorunlar sebebiyle devamı gelmedi. Elimde onca eşyayla kalakalmıştım. Geçen süreçte Moda tarafında bir yer arayışına girdim. Aslında giriş katı gibi bir yer ararken üç katlı bir rum evi bulduk. Altan’ı arayıp projeden bahsettim ve birlikte yapar mıyız diye sordum. Atlayıp Amerika’dan geldi ve İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi’nin temelini atmış olduk. Sonrasında iş buralara kadar geldi.
Büyük ölçüde tesadüflerin yönlendirmesiyle belki de çoğu benim dışımda gelişen olayların vesilesiyle işi şu anki konuma kadar taşımış oldum. Başka bir bakış açısıyla başından beri fotoğraf hep benim hayatımda olmak istedi ve ben de buna izin verdim. Şu an baktığımda doğru bir yere geldiğime inanıyorum.
Yakın zamanda önemli bir yarışmadan ödül aldınız. Aldığınız bu ödül ve yarışmadan da bahseder misiniz?
Her sene dünya çapında katıldığım iki yarışma var. Bunlardan biri IPA (International Photo Awards) diğeri Black & White Spider Awards. IPA tek fotoğraf olarak katılmak mümkünken proje bazında katıldığınızda daha da anlam bulan bir yarışma. Yüzü aşkın ülkeden on binlerce fotoğrafçının katıldığı, önemli ve saygınlığı olan yarışmaların başında geliyor. Yarışma mantığı olarak işin sağlıklı tarafı her bölüm veya branş kendi içinde değerlendiriliyor, daha da önemlisi ve dikkat çekilmesi gereken unsur hepsini değerlendiren kurulların farklı olması. Örneğin fine-art ile belgesel fotoğraflar ayrı ayrı kendi içindeki kriterlerle değerlendiriliyorlar. Düşündüğünüzde her branşın izlediği yol hatta eğitimi bile farklıdır. Kişi yıllarını verip fine-art, belgesel veya reklam üzerine çalışıyor. Bu doğrultuda seçici kurulların da kendi konuları dahilinde uzmanlaşmış kişiler olmasına özen gösteriyorlar.
Bence yurt dışı yarışmalara katılmak bu açıdan da daha mantıklı. Ne yazık ki ülkemizde bu şekilde bir seçici kurul özeniyle karşılaşmak zor. IPA gibi önemli bir yarışmada derece almış fotoğrafları Türkiye’de bir yarışmaya gönderirseniz dereceye bile giremeyebilir. Dediğim gibi burada konu kurullara dayanıyor. Doğa fotoğrafçısına belgesel fotoğrafını değerlendirtmek çok sağlıklı olmuyor.
Ayrıca katılmış olmak için katılanılacak yani bir yerde olta atılacak platformlar değil buralar. Seçtiğiniz fotoğrafların gerçekten iyi olduğuna inanmanız gerekiyor. Hastalık derecesinde siyah beyaz inceliyorum diyebilirim, haddinden fazla üzerine titrediğim bir konu bu. Black & White Spiders Awards a gönderdiğiniz her fotoğrafın siyah beyazının aynı olması gerekiyor, bir sergide yan yana astığınızda sırıtmamalı. Fotoğrafın sadece içeriğini değil siyah beyaz kalitesini de ölçüyorlar. Örneğin ödül alan LGBT onur yürüyüşündeki fotoğrafımın siyah beyazının çok iyi olduğunu düşündüğüm için göndermiştim. İçeriğinden bahsetmiyorum bile.
Bu tip yarışmalar maddi karşılığı olmasa da keyif vermesi ve gururlandırması, bir yandan da insanın kendini denemesi açısından önemli. Bu sene dördüncü oldum benden üstte derece alan fotoğraflara baktığımda onların siyah beyazının benden daha iyi olduğunu görünce can sıkılabiliyor fakat bu biraz daha çalışmak için de hırslandırıyor.
Bugüne kadar açtığınız sergi ve aldığınız ödüllerle ilgili bilgi alabilir miyiz?
2005 yılında Dünya Ticaret Örgütü, Cenevre İsviçre ve Ankara’da Engelsiz Yaşam Derneğinin düzenlediği Engelsiz Yaşam konulu karma sergide yer aldım. 2006’da İstanbul 1. Fotoğraf Bienali Kapsamında Darphane-i Amire’de gerçekleştirilen “O (Bu, şu, öteki, beriki, şimdiki, önceki, sonraki) Ana Adanmış” konulu karma sergide yer aldım. Yine aynı yıl İstanbul Nazım Hikmet Kültür Mekezi’de “Nefes” isimli kişisel sergimi açtım. 2010’da Berlin Türkevi’nde kişisel sergim “+1” ile açıldı. 2011’de İstanbul’da “Kurgu” temalı karma sergide yer aldım. 2012’de “+1” sergim bu defa İstanbul Fototrek’te gerçekleştirildi. Proje danışmanlığını yaptığım ve fotoğraflarımla da yer aldığım “Kuşbaz” isimli sergi 2013 yılında Cemal Reşit Rey Konser salonunda düzenlendi. Bu proje aynı zamanda kitap olarak da yayımlandı.
Ödüllere gelecek olursak bahsettiğim gibi katıldığım iki uluslararası yarışmadan söz edebilirim. 2010 ve 2011 yıllarında IPA’dan People, Industry ve One Shot-The Landscape dallarında aldığım mansiyon ödülleri. 2008, 2011 ve 2014’te de Black & White Spider Awards’tan aldığım People, Still Life ve Photojournalism kategorilerinde kazandığım mansiyonlar ve bu yıl 2016’da yine Black & White Spider Awards’tan gelen People ve Photojournalism kategorilerine ait mansiyonlar.
Son olarak İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi’ne gelip fotoğrafçılığı meslek olarak seçmek isteyenlere ne gibi önerileriniz olur?
En başta bu iş insanın çok çalışmasını gerektiriyor. Gecenizi gündüzünüzü vermenizi ve çoğu zaman da karşılığını alamadığınız durumlarla başa çıkmanızı gerektiriyor. Vazgeçmeden mücadele etmeniz gerekiyor fakat sabah kalktığınızda sevdiğin bir işi yapmanın verdiği rahatlık da tarifsiz.
Bu gibi işleri para kazanmak önceliğiyle yapıyorsanız o zaman memuriyeti seçin daha iyi olacaktır.
Fotoğrafçılığın üzerine çok sorumluluk yüklerseniz, bana çok para kazandıracak düşüncesiyle bu işe girerseniz hayal kırıklığı yaşama ihtimaliniz de o derece yüksek olacaktır. Bir işin üzerine bu kadar sorumluluk yüklemek bu fotoğrafçılık da olsa sonunda kişiyi mutsuz edebilir.
BOĞAÇ GÖKMEN