Kubrick’in Renk Provokasyonu
Stanley Kubrick’in filmografisi hakkında derinlemesine bir sohbetin başlangıcında etrafınızı bir anda renkler sarabilir. Çünkü usta yönetmenin filmlerinde renkler duygulara, olaylara ve olgulara aracılık eden bir fenomen oldu. Kubrick’in kurnaz teknikleri ve vahşi sembolizminin derinliklerine dalmak filmin kendisini izlemek kadar zevk verir.
Kubrick, içinde biriken ve sanat olarak açığa çıkan kendi felsefesini ve zihinsel sürecini araştıran filmler yaptı, bazıları uyarlama olsa bile.
Kubrick, savaşla çevrili bir çağda, teknoloji ve anlatılmaz olanın ötesinde, ister akıl ister boşluk olsun var olmanın ne demek olduğunu inceledi. İnsanın nasıl tuhaf, büyüleyici ve zaman zaman ürkütücü olabildiğini keşfetti ve açıkladı. Hepsinden daha etkileyici olanı, o müzikten renklere kadar, gümüş ekranın tüm yetenekleriyle, dikkatli mükemmeliyetçi detaylarıyla bize gösterdi.
The Shining’de kan kırmızısını başrole koyarak izleyiciyi dehşetle tanıştırıken, 2001: A Space Odyssey’de sert beyazın sonsuz boşluğuna gözlerimizi ve ruhumuzu hapsetti.
O, ağır kırmızı ya da şık siyah ve de beyazı oyuna sokarak bize merak, korku ve kaçışı hissettirdi. Hissettirmek için yapıyor, saygılı ve özenli provokasyonla işlediği bir tuval ekran sayesinde izleyicinin sinirlerini bozmak için ayırdığı zamanı sorun etmiyordu.
Onun özellikle kırmızı üzerindeki hükümranlığı, gökkuşağı içinde öfkeli vahşi canavar, Kubrick’in renk kullanımları hakkında tematik bir supercut oluşturması için Rishi Kaneria’ya ilham verdi.
Kubrick’in duygu ve atmosferleri hatırlatmak için pek çok rengi kullanmasının verdiği ilham orada sona ermedi ve aynı kullanımlar bu kez Marc Anthony Figueras’ı bir kısa film yapması için zorluyordu.
Nitekim Figueras’ın Kubrick in Color’ı, film yapımcısının sevgisini gözlerle doğrudan duyulara iletebildiği muhteşem bir değerlendirmesidir.