KRANK Art Gallery’nin yeni sergisi: “Kendi Kendinin Gardiyanı”

 

KRANK Art Gallery, 3 Mart- 16 Nisan 2022 tarihleri arasında Barış Elçin ve Işıl Çelik’in eserlerinin yer aldığı Kendi Kendinin Gardiyanı isimli sergiye ev sahipliği yapacak. Sergi; günümüz gerçeklerinde gözetleme uygulamalarının bir iktidar ilişkisi olmaktan çıkarak gündelik bir biçim halini alışını mercek altına alıyor.

1785 yılında Samuel Bentham’dan bir yapı tasarlanması istenir. Mimari tasarımın Samuel Bentham’a, içinde yer alacak sistemlerin temellendiği düşüncelerin ise Jeremy Bentham’a ait olduğu bu yapı Panoptikon adıyla anılır. Yapının ana ilkesi olan “Görünmeden Gözetleme’’nin bu planda kullanılmasındaki temel sebep, gözetleyici orada olmasa ve hatta orada olup gözetlemiyor olsa dahi, kişiye gözetlendiği hissinin empoze edilerek, kendini sürekli olarak var olan otoritenin istediği şekilde kontrol etmesidir. Bu şekilde iktidar istediği otoriteyi sürekli kılar.

Yıllar sonra Micheal Foucault Panoptikon’u iktidar metaforu olarak tekrar ele alır. Foucault ne yazık ki, 21.yüzyılın toplumundan söz ederken bir kara-ütopyadan söz eder. Toplumların hatta bütün dünyanın dev bir panoptikon olduğunu bize anlatır. İktidarlar, artık o panoptikon tasarımında gördüğümüz dev kuleden ibarettir. “Dev kule” bizlerin, yani toplumdan insanların, asla vücudunu göremediği ve o gözetleyicinin sürekli bizi izlediğine inandığımız bir güçtür.

KRANK Art Gallery, Kendi Kendinin Gardiyanı sergisinde, sanatçılar Barış Elçin ve Işıl Çelik’in eserleriyle günümüz gerçeklerinde gözetleme uygulamalarının bir iktidar ilişkisi olmaktan çıkarak gündelik bir biçim halini almış olduğunu mercek altına almaktadır. Eserler gözetleme eyleminde belli bir asimetrinin giderek kaybolarak, gözetlemenin toplumsallaşma ve yaygınlaşma bağlamlarına odaklanır. 

Günümüz toplumsallığının panoptikon ve ona içkin gözetim teknikleri ile anlaşılamayacağı gözlenmektedir. Bunun en önemli nedeni, “izlemenin süreklileştiği bir bağlamın ortaya çıkmış olmasıdır. Panoptikon’da yer alan hapishane, disiplin/ıslah ve mekânsal gözetim artık gündemde değildir; panoptikon-sonrası gözetimde organizasyonel mantığın yerini bitimsiz süreçler almıştır. Bu mekanizma, gözetimin panoptik bağlamını meydana getiren ikilik (suçlu/masum, akıllı/deli, normal/anormal) oluşturmanın terk edildiği bir düzlemin inşa edilmiş olduğunu gösterir. Çünkü artık gözetimin hedefi belirli bir ikiliğin oluşturulması ya da tatbik edilmesi değildir; kategorilerin akışkanlaştığı bir evrede herkesin potansiyel şüpheli sıfatını taşımasından dolayı gözetimin alanı, hedefi, tekniği ve öznesi kitleselleşmiştir.

Sanatçı Işıl Çelik’in “Kurban Serisi” adlı seramik çalışmalarında ifadesiz ve cinsiyetsiz figürler, toplumsal özgürlükleri iktidarın gözetimi altında gittikçe azalmakta olan, hatta toplum gönüllü bir kul olarak kendi özgürlüklerinden vazgeçmiş bireyin, sessiz ve etkisiz kurban oluşun temsili olarak karşımıza çıkarır.

Çağdaş gözetimin temel işlevi sınır kontrolüdür. Artık kimin dışlanması gerektiği ya da dışlananların ne yaptığı bizi ilgilendirmiyor. Tek meselemiz kimlerin içeri alınması gerektiğidir” Sanatçı Barış Elçin’in “Closed” adlı fotoğrafik çalışmasında mekan, Roy Boyne’nun da ifade ettiği gibi artık ıslah etme ortamı değil, ıslah edilmişlerin davet edildiği ütopik ortamlardır.

Barış Elçin’in diğer bir fotoğrafik çalışması olan “Göz” öznenin varoluşunu yakalayabilmesine olanak sağlar, hem gören hem de görülen öznenin temel belirleyenidir. Bunun yanında tarihsel olarak göz iktidarın temsilidir. Her iktidar kendi döneminin teknolojilerini kullanarak, toplumsal yaşam ve toplumsal gözün gördüğü “görsel dünya” üzerindeki denetimini “göz” üzerinden kurar.

“Sığınma” adlı porselen enstalasyonunda Işıl Çelik Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı roman kahramanı Gregor Samsa’nın odası ile kurduğu ilişkiden esinlenmiştir. Cenin pozisyonunda yatan Gregor’un çaresizliği, kamufle olduğu bembeyaz bir oda ile sınırlanmıştır. Çalışma aidiyet ve kabul görme kavramlarını sorgularken, kendi olabilmekten uzaklaşan bireyin sınırlı yalnızlığını temsil etmektedir.

Foucault, mükemmel gözetlemenin bir kötü niyetlilik bütünü olduğunu söyler; bu düşüncenin gerçekliği su götürmezdir. Ancak sanat, ‘gerçek’ten daha gerçek bir dünyayla ilgilenir. Bu nedenle ‘mükemmel gözetlemenin’ mümkün olamayacağını ortaya koyar. Çünkü gözetlenen, kendini bakışa veya bakış ihtimaline göre ‘oldurur’. Bunu yaparken de kendini ‘öldürür’. İktidarlar devamlılıkları uğruna gözetleyebildikleri ile yetinmeyi tercih ederler. Sanat gözetleyenin gözden kaçırdığını bize asıl gerçeklik olarak ortaya koyar.

What's your reaction?