63
Views

Boğaç Gökmen

Telefon çalıyor. Annem açıyor, “Boğaç arkadaşın arıyor”, ahizeyi alıyorum. İbo, “oğlum hadi anahtarı aldım, sokağa gel.”

Caddebostan, Mehtap Sokak ile Gülistan Sokağın kesiştiği nokta önem arz ediyor. Orta okul ve lise yıllarında aklımız yettiğince kafamızı ne karıştırıyorsa mahallece o iki sokağın birleştiği duvarda çözüyoruz mevzuları. Âşık olan da var, tuttuğu takıma kafayı takan da yeni boşanan ebeveynlerinin arızası arasında kendi nefes alma alanını bulmaya çalışan da.

Lafı uzatmadan İbo’ya ve anahtara dönmeliyim. Anahtar babasının 76 model Mercedes arabasına ait. On beş yaşında birçok şeyi keşfetmek peşindeyken arabalar da ilgi alanı oluyor kulağımıza farklı gelen her türlü müzik türü de. Çevremdeki arkadaşlarımın bir kısmının rock müziğe yakınlığı Rocky film müzikleri üzerinden ilerlerken ben daha dolambaçlı bir yoldan adımlayarak çoktan metal müzik zehrini almış durumdayım.

“Oğlum hadi anahtarı aldım, gel” çağrıları da esasen babadan alınan izin ile arabanın leziz ses sisteminde müzik dinlemenin sinyali. Elimdeki kasetle sokağa iniyorum. İbo arabada, ben de yan koltuğa geçiyorum. Hiç uzatmadan “Al bak bunu bi kökleyelim” diyorum. Tam o sırada elektrikler kesiliyor mahallede. Kaseti teybe yerleştirip sesi dipleyen İbo’nun birkaç saniye içinde gözleri ışıldıyor. King Diamond “Abigail” albümünün girişi “Funeral” kapkaranlık sokakta hatırı sayılır yüksek bir sesle arabadan mahalleye yayılmaya başlıyor.

Çalan bu gerilimli melodiler ve aniden elektriklerin kesilmesinin denk geldiği sihirli anın etkisiyle hipnoz olmuşçasına arabadan iniyoruz. Yakınlardaki arkadaşlar ve o an sokakta kim varsa artık arabanın çevresinde. Herkes o iç gıcıklayan müziğe tutulmuş durumda. Hemen ardından “Arrival” şarkısının nefis gitar riffi ve artık ok yaydan çıkıyor. Nihayetinde bakkal Murat’ın sokağa fırlayıp bağırarak o sihirli anı boznasına kadar “A Mansion in Darkness” şarkısının ortalarına dek müzik o iki sokağın kesiştiği noktada gökyüzüne süzülmüş oluyor bile.

Nereden başlanır, böyle önem arz eden bir buluşma nasıl kaleme alınır derken, konser duyurusu yapıldığından bu yana zihnimde daha da çok dönmeye başlayan tüm bu ve bunun gibi hatıralar öne çıkıyor elbette.

Nihayet, 13 Temmuz Pazar günü Kral’a hürmetlerin sunulacağı akşamdayız. Şehir dışından, hatta sadece o gün için aile içi özel izinleri koparıp gelen dostlarla kaynaştığımız konser önü biralama ritüeli bu kez King Diamond özelinde daha bir hararetli daha bir duygusal.

Konser saati yaklaşırken girişler önünde uzayan kuyruklar Kim Bendix Petersen’e, tanıdığımız sahne adıyla King Diamond’a duyulan sevgi ve saygının da göstergesi. Dile kolay yirmi dört yıl beklenen bir konser söz konusu.

İçeri adım attığımızda ise sahneyi örten dev siyah perdedeki kırmızı spot ışığıyla aydınlanan King Diamond logosu tüm heybetiyle karşılıyor kralı izlemeye hasret bünyelerimizi. O andan sonra artık on beş yaşındayım. Bu bile kalp atışlarını birkaç seviye daha hızlandırmaya yetiyor. Belli ki metabolizma az sonra içine dalacağımız karanlık hikayeler evrenine hazırlıyor kendini.

Uriah Heep’in “The Wizard” şarkısı, akustik gitar güzelliği ve müthiş David Byron’un sesiyle başladığında ise tüyler diken diken. King Diamond’un, Byron adında bir oğlu olması da ona duyduğu saygıyla birlikte konserlere bu şarkıyla başlama mevzusunu da açıklıyor.

Nihayet perde açılıyor. Buyurunuz, King Diamond Korku Tiyatrosu’na hoş geldiniz.

Ölmeden önce izlenmesi gerekenler listesinin en mühim maddesi yerine getirilmek üzere. “Funeral” girişiyle birlikte üç katlı dev sahne gözlerimizin önünde artık. Kral ise tabutun başında. Saflar iyice sıklaşıyor. Ne kadar uzun zaman bekledik bu anı.

Esasen konserden daha fazlası mevzubahis. Konsept albümlerin hikayelerini sahneleyen King, bu mevzuda hiç de kolaya kaçmıyor. İrili ufaklı tüm detaylar sahnenin belli yerlerinde göze çarpıyor. Korku tiyatrosu tabiri tam yerine oturuyor. “Funeral”ın sonuyla birlikte üst kat merdivenlerinden inen grup üyeleri yerlerine doğru geçerken “Arrival” nefis girişiyle birlikte cadı hikayelerinin pişeceği kazanın da ateşini yakıyor.

Konser öncesindeki hafta boğazından bir rahatsızlık yaşayan, birkaç konseri iptal etmek zorunda kalıp bizi endişelendiren Kral gösteriyi ustalıkla yönetiyor. Klasik makyajı, siyah fötr şapkası ve pelerinli siyah pardösüsü ile Orta Avrupa’nın soğuk, karanlık sokaklarının kuytu köşelerinden çıkagelmiş. Geçen ay 69 yaşına giren üstadın performansı ilk dakikalardan itibaren göz dolduruyor. Benzersiz çığlıkları, oktav genişliğince gezinen alametifarika vokal işçiliği yerli yerinde. Kısacası hayli formda bir Kral izliyoruz. Son yıllarda kendine iyi baktığı anlaşılıyor.

King Diamond’ın yanı sıra gitarda kadim dostu, yoldaşı Andy LaRocque, diğer gitarda Mike Wead, davulda Matt Thompson ve bas gitarda Pontus Egberg uzun yıllara dayanan birlikteliklerinin uyumunu ortaya koyuyorlar. Keyboard ve destek vokalde, son yıllarda thrash metal grubu Nervosa saflarına bas gitarist olarak dahil olan Hel Pyre ile Jodi Cachia’nın ışıldayan oyunculuğu gösteriyi bambaşka bir boyuta taşıyor.

Yüreğimizdeki yeri derin şarkılardan “Mansion in Darkness” ile hayalet öyküleri diplere inmeyi sürdürüyor.  Abigail albümünün tekinsiz dehlizlerinden süzülen enfes melodiler salona yayılırken, bir rüyanın içinde bir rüyayı yaşarcasına sahneye kilitlenmeyen kimse yok. Oradan 86 yılına ışınlanıyor ilk albüm “Fatal Portrait”in yıldızlarından “Halloween” ile geçmiş yolculuğunu sürdürüyoruz. Nakarat eve dönüş yolunda uzun süre akla takılacak, benden söylemesi. Kilometre yaptıkça Kral’ın pırlanta netliğine ayarlı sesiyle büyülenmeyen yok. Ardından “Vodoo” başlıyor ki burada da öykülerin sahnelenmesine büyük katkısı olan dansçı Jodi Cachia giriyor devreye. Onun performansı da bu uğursuz hikayelerin aktarımı açısından olmazsa olamazlardan. Tüyler ürpertici “Them” enstrümantal geçişiyle son dönem üretimlerinden “Spider Lilly” ile hikâye salonu iyice avucuna alıyor.

Pek tabii, ilk yayımlandığında klibine televizyonda denk gelmek için yolunu gözlediğimiz “Sleepless Night” da gecenin yıldızlarından. King Diamond sahnede her geçen dakika büyürken aynı zamanda gitarda Andy LaRocque da kendine hayran bırakan bir performansa imza atıyor. Bunun karşılığını da yoğun tekrarlarla yinelenen “Andy, Andy” tezahüratlarıyla alıyor. Hatta bir ara duyulan “I Love You Andy” tezahüratı işi futbol atmosferine taşıyor. Diğer gitarda Mike Wead kendi köşesinde yıldızlaşıyor.  Sahnenin üst tarafındaki köprü bölümünde kurulu davul setinin ardında yüzünü pek göremesek de davulcu Matt Thompson tam bir ritim üstadı klasmanında. Bas gitarda Pontus Egberg pozisyon itibarıyla King Diamond’ın tam yanında şarkıların alt yapılarından sorumlu güvenilir bir liman. Yine üst katta davul setinin yanında keyboard’un başındaki Hel Pyre destek vokaliyle harikalar yaratırken Kral’ın laf atmalarına ağırbaşlı tavrıyla kısa ve net yanıtlar veriyor.

Giderek sona doğru yaklaşırken tansiyon da artıyor ve sancaktan “Them” albümüne yanaşıyoruz. “Welcome Home” başlıyor. Hep canlı izlemenin hayalini kurduğumuz şarkılardan kurulu bu gösteri içerisinde bitmesini istemediğimiz anlar bunlar.  Bu kez King Diamond’da maskeyle sahnede ve tekerlekli sandalyede Them albümünün uğursuz öyküsünün kahramanlarından Büyükanne var. Bu müthiş klasik gösteriyi seyretmenin tarifsiz bir haz verdiğini anlatmaya o an kelime bulamıyorum. “The Invisible Guests” kuşkusuz en çok beklenen şarkılardan biri olarak gözlerimiz önünde. Yaşamaktan keyif aldığımız kâbus hikayeleri bunlar. King Diamond’ın ustalıkla ilmek ilmek işlediği lanetli hikayelerin can alıcı sahneleri özenle seçilmiş, incelikli bir şekilde canlandırılıyor.

Yine “Fatal Portrait”e dönüp “The Candle” ve sonrasında yeni dönemi temsilen “Masquerade of Madness” ile seyirci de iyiden iyiye hipnoz halindeki durumunu koruyor. Bu büyülü anları kayıt altına almaya çalışanların çokluğunu sanırım gözünüzde canlandırabilirsiniz. Yaşananların her zaman yakalanamayacak bir ayrıcalık kıvamında olduğu gerçeği zihinlerde dolaşırken, herkes bu özel anlara tanık olmanın tadını kendine has şekillerde çıkartıyor. Çığlık atanlar, bir köşede sessizce tüm olup biteni hafıza kaydına alanlar, her başlayan şarkıyla yanındaki dostuna sarılanlar. Açıkçası King Diamond’ı memleket sınırları içinde seyretmenin keyfini çıkartmayan yok.

Tam da bu atmosferin ortasında “Eye” albümünden ardı sıra iki klasik geliyor. “Eye of the Witch” ve “Burn” hiçbir anında temposu düşmeyen gösterinin ateşini iyice harlıyor. O sırada sahnenin en üstündeki balkon katında gerçekleşen cadının yanma sahnesi akıllarda yer ediyor. Ardından ekip yoğun alkış seli altında arkaya gidiyor ancak çok geçmeden çıkacaklar çünkü gecenin beklenen anı ve tabii ki “Abigail” gelecek.

Çok da bekletmeden çıkıyorlar. Metal evreninin en meşhur gitar riff’i tüm salona yayılmaya başladığında seyirci reaksiyonu bakımından da zirve yaşanıyor artık. Bu dakikada kimseyi tutamazsın kardeşim. O zaman hep birlikte “I am alive inside your wife/Miriam’s dead, I am her head.”

Şarkının bitmesiyle bu büyülü gösteri de sonlanmış oluyor. Kusursuz sahne dekoruna yakışan ışık ve ses düzeni tüm yaşananların sağlıklı bir şekilde hafızalarımıza işlenmesini sağlıyor. Adeta bir opera temsilinin sonu gibi tüm kadro bir araya gelip eğilerek selamlıyor izleyiciyi. Şarkı listeleri, penalar, bagetler havalarda uçuşurken, yakalayanlar elbette ayrı bir keyifle ayrılıyor salondan.

Kral’a gelince. Uzunca süre sahneden ayrılmıyor. Kendisine gösterilen sevgi ve saygının farkında ve o da duygulanıyor. Elinden geldiğince bunun karşılığını vermek istiyor. Görebildiği herkesle göz teması kuruyor, parmağıyla işaret edip sonra elini kalbinin üzerine götürerek seyircinin sevgisine karşı minnettarlığını gösteriyor. Bu duygusal anlar boyunca bu veda faslı olabildiğince uzasın istiyoruz. Hayır onlar göz yaşları değil.

Artık tüm ışıklar yanıyor. Sahne toparlanmaya başlamışken alandan ayrılamayan birçok kişiyle birlikte, memleket metal sahnesinden sıkı arkadaş gruplarının fotoğraf çektirip geceyi ölümsüzleştirme ritüeline görevlilerin alanı boşaltma çabaları eşlik ediyor. Peki, tüm bu yaşananlardan sonra salonu boşaltmak kolay mı?

Kolay değil, bir müzik türünün efsanelerinden biri olmak ve bu derece alçak gönüllü, tevazu içinde samimiyetini seyirciye geçirebilmek.

Eyvallah Kral. Eyvallah üstat. Hem diyecek çok şey var hem de söylenecek hiçbir şey yok. On beş yaşındaki King Diamond tutkusundan mevzuyu buraya bağlayabilmemiz ne mutlu. Hem de Kral’a hürmetlerimizi sunmanın huzuru yanımıza kâr kalıyor. Bir kez daha izleyebilme temennileri ve kulaklarda en klasik King Diamond melodileriyle evin yolunu bulacağız elbet.

Emeği geçen herkese teşekkürlerle…

Makale Kategorileri:
MANŞET · MÜZİK