Jean-Luc Godard’ı etkileyen 10 harika film

Patrick Gamble‘ın bfi.org.uk sitesindeki yazısından kısaltılarak çevrilmiştir.

Godard, kendi devrimci sinema tarzını yaratma yolunda pek çok iyi filmden etkilendi. Aşağıda ikonik yönetmeni etkileyen 10 filmin listesini göreceksiniz.

Kariyerine sinema eleştirmeni olarak başlayan Jean-Luc Godard, sinemaya dair engin bilgisini filmlerine taşıdı. Godard film yapmaya ilk başladığında sinema tarihine kendi özgü tarzını şekillendirebileceği bir araç olarak baktı; İlk çalışmaları genellikle popüler Amerikan filmlerinin metinlerarası bir yapısökümü olarak tanımlanır.

Godard’ın ilk filmi Breathless (1960), Bob le flambeur filminin Bob Montaigne’inden, Jean-Paul Belmondo’nun Humphrey Bogart’a duyduğu saygı duruşuna kadar sinematik referanslarla dolu bir hazinedir.. Breathless‘dan Week End‘e (1967) kadar olan erken sinema dönemi boyunca, çalışmalarında bunun gibi göndermeler her zaman mevcuttu.

Yıllar geçtikçe Godard sinemayı adeta reddetti ve politik, felsefi teorik fikirlerle farklı bir kulvara yöneldi. Onun bu çalışmalarında artık herhangi bir tesiri saptamak imkansız hale geldi. Godard’ın devrimci dönemi olarak anılan bu ayrılış, Godard’ın film yapımında gözle görülür bir evrime tanık oldu; Tout va bien (1972) gibi filmler Maoist teori etrafında formüle edildi ve Godard’ın sınıf mücadelesine artan ilgisi ortaya çıktı. Godard1980’lerde Sauve qui peut (la vie) (1980) geleneksel kurguya döndü.

Man with a Movie Camera (1929)

Yönetmen: Dziga Vertov

Vertov’un estetiği, Godard’ın da içinde bulunduğu bir grubun 60’ların sonlarında yaratacağı sosyalist-idealist kısa filmlerin şekillenmesine yardımcı oldu ve Godard’ın sınıf mücadelesine proaktif katılımını etkiledi.

Orphée (1950)

Yönetmen: Jean Cocteau

Godard’ın Paris’e ilk geldiğinde şu iddiada bulunduğu söylenir: “Yeni neslin Cocteau’su olacağım.” Bu doğru olsa da olmasa da Godard’ın yazılarında ve röportajlarında Jean Cocteau’ya duyduğu derin saygıya dair pek çok kanıt vardır. Cocteau’nun kariyerinin farklı aşamalarındaki görüntüleri Godard’ın King Lear‘ında görülebilir, ancak bu etkiyi bulabileceğiniz en iyi yer Alphaville (1965)’dir.

Johnny Guitar (1954)

Yönetmen: Nicholas Ray

Ray’in etkisini, Godard’ın yazılarında açıkça görülse de, filmlerinde izole etmek zordur. Ancak eserlerine çok sayıda atıf var. Le Mépris‘te (1963), Michel Piccoli’nin karakteri Ray’in Hayattan Daha Büyük‘ünü (1956) yazdığını iddia eder ve Pierrot le fou‘da (1965) Belmondo’nun karakteri hizmetçisinin gidip Johnny Guitar’ı üçüncü kez izlemesine izin verir çünkü “onun kendini eğitmesi gerekir” . Godard’ın hızlı kurgu stilinin, Ray’in etkisinin en iyi gözlemlendiği yer olduğu ileri sürülebilir; bu, Godard’ın Made in U.S.A. (1966) filmini hem Ray’e hem de “ona görüntü ve sese saygıyı öğreten” Samuel Fuller’a ithaf etmesiyle desteklenen bir argümandır.

Voyage to Italy (1954)

Yönetmen: Roberto Rossellini

Godard özellikle filmin samimi tarzından etkilenmişti ve şöyle diyordu: “Journey to Italy‘yi izlediğimde, hiçbir zaman film yapamayacak olsam bile onları yapabileceğimi biliyordum.”

Godard ve Rossellini’nin çalkantılı bir ilişkisi vardı ve birçok önemli konuda fikir ayrılığına düştüler. Rossellini sinefilliğe karşı düşmanca davranırken Godard bir keresinde şöyle demişti: “Sinemayı seviyorum. Rossellini artık onu sevmiyor, ondan kopmuş durumda.” Ancak Rossellini’nin etkisi, Godard’ın 60’lar boyunca yaptığı çalışmalarda, özellikle de İtalyan oyun yazarı Beniamino Joppolo’nun I carabinieri adlı oyununa dayanan beşinci uzun metrajlı filmi Les Carabiniers’de (1963) bir faktör olarak kaldı.

Street of Shame (1956)

Yönetmen: Kenji Mizoguchi

Üslup farklılıklarına rağmen iki sinemacı da benzer konulara ilgi duyuyordu; politik ve çoğu zaman kadınların içinde bulunduğu kötü durumu konu alan filmler yapıyorlardı. Fransız eleştirmen Jean Douchet bir keresinde şöyle demişti: “Mizoguchi’nin son ve en muhteşem filmi Street of Shame olmasaydı, Vivre sa vie‘nin olması imkansızdı.”

Mizoguchi filmi atmosfer ve duygu yaratmak için kullandı ve izleyiciye filmin anlamına dair bir portal verdi. Godard’ı üslup açısından cezbeden şey üslubun maddeye bu dönüşümü oldu. Mizoguchi’nin şiddet sahneleri sırasında vinç çekimlerini tercih etmesi, kameraya unutulmaz bir varlık kazandırdı; izleyicinin uzaktan gözlemlemesine ve ekrandaki insanlık dışılığın mekanik zulmüne tanıklık etmesine olanak sağladı. Mizoguchi’nin tarzı, Godard’ın Bertolt Brecht’in uzaklaştırma etkisini (Verfremdungseffekt) muazzam bir şekilde empoze etmesine olanak tanıdı; özellikle Week End’in ünlü trafik sıkışıklığı sahnesinde pasif izleyiciyi sarsarak tüketim toplumunun vahşetiyle yüzleşmesini amaçlayan yedi dakikalık bir takip çekiminde olduğu gibi.

Forty Guns (1957)

Yönetmen: Samuel Fuller

Pierrot le fou‘daki bir parti sahnesinde Jean-Paul Belmondo’nun karakteri (kendisini oynayan) Sam Fuller’a soruyor: “Sinema nedir?” Şöyle yanıt alıyor: “Film bir savaş alanı gibidir: aşk, nefret, aksiyon, ölüm… Tek kelimeyle duygu.” Fuller’ın yanıtı görünüşe göre Godard’ın gözlerini yaşarttı. Kendi filmlerini yönetmekle kalmayıp aynı zamanda yazan ve yapımcılığını da üstlenen (tam bir auteur) Fuller, Godard’ın Cahiers du Cinéma‘nın sayfalarında desteklediği Amerikalı yönetmenlerden biriydi ve yönetmenin acımasız, politik ve karamsar film yapımcılığına hayrandı.

Godard, Fuller’ın ham sinema tarzını, keskin diyaloglarını, derinlemesine incelemelerini ve tür sinemasının sınırları dahilindeki yaratıcılığını seviyordu; bu onun ilk dönem çalışmalarına açık bir etkidir. Fuller’ın tür sinemasına yönelik kaba ama zeki yaklaşımı, yeni dalganın hayran olduğu Amerikan sineması türü ile Godard’ın daha sonra geliştireceği postmodern film yapımı yaklaşımı arasında sanatsal bir sıçrama tahtası olacaktı.

Pickpocket (1959)

Yönetmen: Robert Bresson

Godard, Breahtless’ı çektiği 1959’da Cahiers du Cinéma için hazırladığı en iyi 10 listesinde, Paris sokaklarında çekilen Pickpocket’ı yılın en iyi filmi olarak gösterdi. Bresson’un manevi sineması teolojik olarak Godard’ın laik inançlarına karşı olmasına rağmen, Godard üzerindeki etkisi derin ve kalıcıydı; politika ve toplum hakkında benzer şekilde derin ve manevi açıdan araştırıcı sorular soruyordu.

Godard’ın Le Petit Soldat‘nın (1960) ana ilham kaynağının Pickpocket olduğunu belirtmesine rağmen, Bresson’un etkisi belki de en iyi Vivre sa vie‘de (1962) gözlemlenir.

Life, and Nothing More… (1992)

Yönetmen: Abbas Kiarostami

Godard, Abbas Kiarostami’nin Life, and Nothing More… filmiyle ilgili olarak şu ünlü sözü söylemiştir: “Film D.W. Griffith’le başlıyor ve Abbas Kiarostami ile bitiyor.” Röportajlarda İranlı yönetmeni sıklıkla eleştiren Godard sonradan bu sözden pişmanlık duymaya başlayacaktı. Ancak Kiarostami’nin ilk çalışmalarında Godard’ın sonraki dönemini açıkça şekillendiren unsurlar var, özellikle de 2004’teki şiirsel deneme filmi Notre musique. Kiarostami’nin filmi, hem belgesel hem de belgesel dramayı kullanarak izleyiciyi gerçek ile kurgu arasındaki çizgiyi keşfetmeye zorluyor ve böylece kurgusal bir karakteri kendisinin yerine koyarak auteur’ün konumunu sorguluyor.

Godard üzerinde bariz etki, Bazin’in 1945 tarihli ‘The Ontology of the Photographic Image’ adlı makalesindeydi; filme alınan tüm görüntülerin tanım gereği filme alınmış gerçeklik olduğu ve Godard’ın yapıtlarının çoğunu bilgilendirdiği fikri vardı. Bu, onun son dönem çalışmalarında kurgu dışı ve kurgunun yan yana gelmesi konusunda daha zengin bir ilham kaynağı haline gelecek ve Life, and Nothing More… olan büyük övgüsünü açıklamaya kadar gidecektir…

Schindler’s List (1993)

Yönetmen: Steven Spielberg

1967’de Week End‘in esrarengiz ve cüretkar başlık sekansı “End of Cinema”yı ilan etti; bu, Godard’ın kariyerindeki anlatı ve sinema döneminin sonunu değil, aynı zamanda onun bir bütün olarak sektörü reddetmesini de işaret ediyordu. Daha avangart çalışmalarının etkilerini tam olarak belirlemek zor, ancak filmlerinde iyi duyurulan teşvik edici unsurlardan biri de Steven Spielberg’in Schindler’in Listesi’ne olan öfkesiydi.

New York Film Eleştirmenleri Birliği 1995’te Godard’ı onurlandırmak istediğinde Godard bunu reddetti ve Amerikan sinemasının etkileyemediği dokuz yönünün listesini gönderdi. Listenin başında “Bay Spielberg’ün Auschwitz’i yeniden inşa etmesinin engellenememesi” vardı. Sinemanın toplama kamplarını önlemedeki veya kaydetmedeki başarısızlığı Godard’ın başlıca meşguliyetlerinden biriydi ve Histoire(s) du Cinema ile Eloge de l’amour‘un (2001) ana temalarından biriydi. Godard, toplama kamplarının hikâye anlatmak adına yeniden inşa edilmesini müstehcen bulmuş ve çalışmalarıyla bunu düzeltmeye çalışmıştır.

From Caligari to Hitler: German Cinema in the Age of the Masses (2014)

Yönetmen: Rüdiger Suchsland

Godard muhtemelen Rüdiger Suchsland’ın ünlü sosyolog Siegfried Kracauer’in etkili kitabı From Caligari to Hitler‘den uyarladığı filmi (2014) görmedi. Yine de kaynak materyali Germany Year 90 Nine Zero (1991) için merkezi bir öneme sahiptir ve Godard’ın sinema ile tarih arasındaki etkileşime duyduğu hayranlığı anlamanın anahtarıdır. Alman tarihi ve siyaseti hakkındaki anlatı ve deneme filmi Germany Year 90 Nine Zero– Godard’ın Alphaville’inin belli belirsiz devamıdır ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile Weimar dönemi Almanya’sı arasında paralellikler kurmayı hedefler. Filmin son perdesi ‘Batı’nın Çöküşü’nde Godard, Weimar dönemi sinemasından klipler ekler. Fritz Lang’ın The Testament of Dr. Mabuse (1933) adlı eserinden kareler, Kracauer’in dışavurumcu sinemayı Nazi rejiminin yükselişiyle ilişkilendiren kitabına işaret eder. Godard, Kracauer’in analizini tamamıyla tekrarlamaz; bunun yerine Duvar’ın yıkılmasından sonra Almanya’nın belirsiz durumunu anlamak için 1920’lerin filmlerini kullanır ve Weimar döneminin kaygılarını eski doğudaki batı kapitalizminin etkisiyle karşılaştırır.

görsel: Michel Piccoli, Fritz Lang, Jack Palance ve Jean-Luc Godard, Le Mépris’in yapımında (1963)

kaynak

What's your reaction?