Jack Nicholson’ın kariyer özeleştirisi: İnsanlar çok fazla Nicholson gördüklerinden şikayet ediyorlar

Jack Nicholson bir ikon olmak için doğmuştu. Kedi sırıtışıyla ve Hollywood’un neredeyse Olimpiyat sporu olduğu bir dönemde en kötü şöhretli çapkınlarından biri haline gelmesini sağlayan o kadar manyetik çekiciliğiyle kameranın önünde olmak için yaratıldığı aşikardı. İster bir yol hikayesinde alışmış gergin bir avukatı, ister yazar tıkanıklığı ve huzursuz bir zihne sahip hevesli bir romancıyı canlandırsın Nicholson bu güne kadar oynadığı tüm karakterlere öngörülemez bir özgünlük kattı. Diğer tüm oyunculardan ilgiyi çalsa da onun varlığı bir filmde her zaman net bir kazançtır.

Nicholson 1960’ların sonu ve 70’lerin başındaki Yeni Hollywood hareketinin kilit figürlerinden biriydi. Endüstri onu kollarını sonuna kadar açarak kucakladı. Çok farklı rollerde üç Akademi Ödülü kazandı. 1975 yapımı Guguk Kuşu filminde bir akıl hastanesinde neşeli, asi bir hastayı canlandırdı. 1983’teki Terms of Endearment filminde kadın düşkünğ emekli bir astronot, 1997’deki As Good as It Gets filminde ise obsesif-kompulsif bozukluğu olan huysuz bir yazardı.

Sayısız ikonik rolü canlandırdı. Easy Rider, The Shining ve Chinatown en ikonik rolleri konusunda listeye girmeli ve Tim Burton’ın Batman filmindeki Joker rolü de kendi türünde bir deha. Nicholson’ın bu kadar çok ikonik rol canlandırabilmesnin bir nedeni de Hollywood’a gelir gelmez işe soyunması. Sadece 70’lerde 15 film yaptı. Bu izleyiciler için bir nimetti. Nicholson’a göreyse kariyeri için iyi değildi. 1975’te People ile yaptığı bir röportajda kendi sorup kendi cevapladı.

“Oyunculuğumda beni rahatsız eden şey ne?” diye sordu, “Şey, gülümsememi sevmiyorum ve bazen fizikselliği çok fazla öne çıkarıyorum. Ama şu anki en büyük zorluk çok fazla filmde yer almam. İnsanlar çok fazla Nicholson gördüklerinden şikayet ediyorlar. Bu yüzden Cuckoo’s Nest‘te yeni bir teknik geliştirdim. Şapkamı gözlerimin üzerine çekiyorum, sırtımı kameraya dönüyorum ve yaptığım filmin içinde kayboluyorum!”

Özbilincini bir kenara bırakmak açıkça oyunculuk yeteneklerinin anahtarıydı. “Bir sahnedeki oyuncular arasında yaşayan bir gerçeklik yoksa, sahne oynanmaz. Örneğin birlikte oynadığım oyuncuları asla oyuncu olarak düşünmüyorum. Onları taklit ettikleri kişiler olarak düşünüyorum. Bu şekilde, bir oyuncu hata yaparsa bunu bir hata olarak hissetmiyorum. Bunu o kişinin davranışındaki bir tuhaflık olarak görüyorum ve bu tuhaflığa tepki veriyorum.”

nicholson’ın metot oyunculuğunu böylece tanımlıyor ve hatta açıkça atıfta bulunuyor. Oyuncu bunu kariyeri boyunca kullanmış olsa da Daniel Day-Lewis, Jared Leto ve Robert De Niro gibi metot oyuncularının yanında nadiren listelenir. 2015’te Esquire’a “Muhtemelen akademik olarak metot oyunculuğunu benden daha iyi anlayan veya bu işte benden daha fazla kullanan kimse yoktur,” demişti. “Ama komik olan şu ki kimse bunu gerçekten görmüyor. Sanırım algı ile gerçeklik arasında bir fark var.”

Belki de perde dışında daha fazla ortada görünseydi metotla daha sık ilişkilendirilebilirdi. Ama yine de bu umursamaz tavır cazibesinin içsel bir parçası.

görsel: alamy

far out magazine

What's your reaction?