İyi ki Oradaydık Dediklerimizden Oldu In Flames İstanbul Konseri
Boğaç Gökmen
Bazı gruplar vardır ki bir döneminize nüfuz etmiş albümleriyle belli sahneler gözünüzün önüne geldiğinde şarkıları çalmaya başlar kafanızın içinde. Grubun uzun müzik yolculuklarında zaman zaman yollarınız ayrılsa da sıkı fıkı olduğunuz o özel dönem grubun ismini duyduğunuzda şöyle bir kulak kabartmanıza yeter.
In Flames İstanbul konseri açıklandığında da durum böyleydi benim için. Hemen 1996’daki “The Jester Race” albüm kapağı ve birkaç melodi gizlendikleri yerden kendini belli etti. Tabii ardından “Colony” ve “Clayman” albümleri. Doksanların ikinci yarısını milenyuma bağlayan en şık gruplardan biriydi In Flames. Buradan da esasen ilk dönem In Flamescisi olduğum ortaya çıksa da yayımlanan albümlerini takip etmiş kendime yakın tatlar bulmuştum. Üstelik 2023’ün en sıkı albümlerinden olan “Foregone” beni de avucuna almıştı. Dolayısıyla yılın hedef konserlerinden biriydi In Flames İstanbul buluşması.
Ekim ayının ilk günü ve hayli soğuk, kıştan gün çalan bir salı akşamı Maçka, KüçükÇiftlik Park’ın yolunu tutmak için bir güzide sebep daha. Epifoni’nin 100% Metal katkılarıyla düzenlediği konser öncesi hafta içi ve serin havaya karşın kapı önü gayet hareketli.
İçeri girdiğimde gördüğüm kalabalık aslında grubun yıllara yayılan müzikal çeşitliliğinin de göstergesi oluyor. Melodic death metal dönemlerine gönül verenler 2000’lerin ortalarında tanışanlar, groove metal ve metalcore işçiliklerine meylettikleri dönemleriyle grubu dinlemeye başlayanlar, kısacası birkaç nesil bir araya gelince hatırı sayılır bir seyirci kitlesi grubu bekliyordu KüçükÇiftlik Park alanında.
Öncesinde DJ setin başına geçen Barış Akpolat’ın çaldığı metal marşlarıyla ısınan kitlenin karşısına sonrasında Yunan kökenli melodik death ve black metal ekibi Temor çıkıyor. Henüz 2023’te kurulan grup geçen mart ayında çıkan ilk albümü “My Sorrow’s Rage”den şarkılar çalıyor.
Tam 22.00’de In Flames sahnede yerini alıyor. Fırtına gibi giriyor İsveçli grup. “Reroute to Remain” albümünden “Cloud Connected” şarkısının giriş melodisiyle birlikte önlere doğru refleks bir kıpırdanma yaşanıyor. İlk şarkıyla birlikte 2000’lerin ilk döneminin imza melodilerinden biriyle açılıyor seans.
Mikrofon başında alıştığımız şapkası, ince kısa yağmurluğu ve kalın siyah çerçeveli gözlüğü ile Anders Friden, gitarlarda, bir köşede Björn Gelotte diğer köşede ise eski Megadeth ve Nevermore kadrolarından da bilinen Chris Broderick, bas gitarda The Dillinger Escape Plan’den hastası olduğumuz Liam Wilson ve davulda Tanner Wayne sıkı bir açılış yapıyor. Böylesi bir kadronun da yaptıkları yapacaklarının teminatıdır nitekim.
2000’lerin ilk yarısından devam edip “Soundtrack to Your Escape” albümünden “The Quiet Place” ile harareti iyice körüklüyorlar. 2006 albümü “Come Clarity”den “Take This Life” giriyor ardından. Anlaşılan tansiyonu zirveye taşımakta ellerini korkak alıştırmamışlar, ön orta kısım birbirine girmeye başlıyor. “Sounds of a Playground Fading” ile 2011 yılına bir bakış atıp albümün hit şarkısı “Deliver Us” ile sallanıyoruz bu kez. Bu kez “Paralyzed” ile 200’ler yolculuğunu bir adım ileri götürüp 2014 albümüne göz kırpıyoruz.
Anders Friden şarkıcılık hünerleriyle hayran bırakırken bir sahne önderi olarak da parlıyor sahnede. Seyirciyle kurduğu iletişim işin samimiyet seviyesini yukarılara taşırken seyirciye hayranlığını da ifade etmekten çekinmiyor. Yeni albüm “Forgone”den gelen ilk şarkı “In The Dark” oluyor.
Bu ilk bölümde 2000’ler ruhu yaşatılırken bir anda “Graveland” ile “The Jester Race” ile grubun erken dönemine geçiş yapılıyor. “Whoracle” albümünden “Food for the Gods”, 1999’un “Colony”sinden “Coerced Coexistence” ve en çok beklenenlerden “Clayman” albümünün yıldızlarından “Only for the Weak” ile “İşte budur” nidalarının atıldığı anlara tanıklık ediliyor.
Gitarist Björn Gelotte uzun beyaz sakalı ve sürekli monitörün üzerine attığı ayağı ile karakteristik duruşlarıyla gözlerimiz önünde. Solo ve ritim kısımlarındaki hassas geçişleri parmaklarının ucunda kıvılcımlar çıkartacak Chris Broderick sahnenin iki yanındaki izleyiciye de ulaşmayı ihmal etmezcesine turluyor. Bu akşamdan sonra da usta gitarcıyı doğrudan doğruya ‘zor işleri kolay gibi gösteren’ gitaristler listesine alabiliriz. Pırıl pırıl bir performans sunuyor Broderick. Davulda Tanner Wayne de türün gerektirdiği ritim zenginliğinin üstesinden gelirken kusursuz bir işçiliğe imza atıyor. Basçı Liam Wilson’u ise sahnede takibe alanlar ise farklı lezzetler alıyor elbet. Metal sahnesinin sınırlarını zorlayan branşlarının üstat basçısını sahnede izlemek bir ayrıcalık olarak notlara alınıyor.
Grubun yakaladığı sound da alanı dolduran herkesten alkış alıyor. Gitar tonları, vokal ve davulun hele ki böylesi tansiyonu yüksek bir müzik türünde yakalanacak en iyi şekilde ulaşıyor kulaklarımıza.
Şarkı aralarında sık sık konuşuyor şarkıcı Anders Fridén. Sahne iletişiminin seyirciyi performansa ne denli çektiğinin farkında. Kâh şarkıları sunuyor, kâh İstanbul’u ve seyirciyi övüyor ancak en çok da bu kadar zaman sonra gelebildiklerine hayıflanıyor. Evet, 2011 Sonisphere Festivali’nde yine aynı yerde KüçükÇiftlik Park’ta izlediğimiz In Flames’in bir dahaki konser için arayı bu kadar açmayacağının sözünü alıyoruz.
Kısacık bir sahne arkasına gidip gelen grup “I Am Above” ve “My Sweet Shadow” ile sonlandırıyor İstanbul ziyaretlerini. Konseri izleyenlerini çoğunun yeni In Flames konser tarihinin takipçisi olacağına eminim.
Çıkışa gelince, alandan ayrılan herkesin gözlerinde “iyi ki izledik, iyi ki buradaydık” saptamaları okunuyor ki ben de In Flames konserini “İyi ki Oradaydık Dediklerimizden” listesine not ederek rotayı eve doğru yeniden belirliyorum.
Emeği geçen herkese teşekkürlerle…
Fotoğraflar: Barbaros Pakar ( barbartheos )