IDLES İstanbul’dan Esti Geçti: Biz Birbirimizi Anlarız, Biz Birbirimize İlaç
Boğaç Gökmen
Neredeyse kar soğuğu inmiş şehrin omuzlarına. Yurt genelinde fırtına, afet görüntüleri akarken İstanbul nispeten bu makul soğukla geçiştiriyor vaziyeti.
Müzikseverler ise bir süredir merak ve iştahla beklenen, yılın en mühim konserleri listesinin başına tutturulmuş IDLES konseri için Zorlu PSM girişinde yerini almaya başlıyor. 27 Kasım 2023 Pazartesi akşamı IDLES’ın ilk İstanbul konseri olarak geçecek kayıtlara.
Zincirlikuyu, Esentepe mevkiinde semtin adının hakkını verip bu birkaç güne etki eden soğuk esinti, bina girişindeki amfi ve kapı önündeki muhabbetin sıcağına bırakıyor kendini. Grubun sıkı takipçileri de namını duyup ayağına gelen bu fırsatı kaçırmak istemeyenler de burada.
Son yıllar adından sıklıkla söz ettiren IDLES, 2009 yılında Bristol’da kurulmuş bir İngiliz post-punk grubu. Mikrofon başında Joe Talbot, gitarlarda Mark Bowen ve Lee Kiernan, bas gitarda Adam Devonshire ve davulda Jon Beavis’ten kurulu ekip son yılların baş tacı edilesi albümlerinden sorumlu.
Ön grup olarak Ankaralı garage rock üçlüsü Al’York tayin edilmiş ki grubu daha önce canlı izlemiş olanlar bu sahneyi ısıtma görevi için biçilmiş kaftan olduklarını rahatlıkla söyleyecektir. Gitarda Ediz, davul ve vokalde Renan, bas ve vokalde Gizem’den kurulu grubu daha çok izlemek arzusu artıyor Zorlu sahnesi sonrası.
Giderek artan seyirci sayısı ortamdaki heyecanı da arttırıyor. Yani laf aramızda bu Bristollü gençleri bir daha bir yerlerde yakalamak güç. Bu saptamayı da bir kenara not edip içeriye göz gezdirdiğimde bu bilincin de hayli yüksek olduğu fark ediliyor.
Ve o, grubun sahneye çıkmak üzere olduğu sihirli an gelip çatıyor. Hani o ilk patlama, ilerleyen dakikalarda izleyiciyi peşine takacak sürecin ilk kıvılcımı. Big Bang mi acaba? Esasen bir punk ayininin açılış seremonisi.
Çıkışla birlikte zangır zangır tutku açığa çıkaran bir zincirleme reaksiyonun ateşini yakıyorlar, herkesin dikkat kesildiği bir giriş etkisi bu. Sahneden göğe doğru haykırıyor solist Talbot. Mikrofon elinde, kafasında ise John McEnroe ve Björn Borg rekabetini akla getiren tenisçi bandı ile sahneyi arşınlamaya başlıyor hemen sonra. Bir nevi boksör adımları bunlar, ringin etrafında dönüyor dönüyor, “ben şimdi yapacağımı bilirim” dercesine, ringi rakibe dar edecek izleyiciyi ise gösterinin tam ortasına oturtacak etkinin kıvamını belirliyor âdeta.
Zaman zaman serseri bir tribün lideri edasıyla kendinden emin öne atılıyor, ayağıyla yeri dövüyor, tepiniyor, havaya tükürüyor arkaya doğru ve sürekli volta halinde tüm sahnede basmadık yer bırakmamaya kararlı.
Gitarist Mark Bowen’ın son dönem üzerinde gördüğümüz elbise Norman Bates’in annesinin ya da David Bowie’nin ‘The Man Who Sold the World’ kapağındaki entarisi olabilir, siz seçin. İki kez dayanamayıp mikrofonu eline alıp sahneden atlıyor seyircinin üzerine. Stage dive keyfi mikrofon kablosunun uzandığı yere kadar ancak.
Açık sözlü, öfkeli ve daima haklılar, politik derinlikten kaçmayan duruşlarıyla, sistemin, düzenin, dönen dolapların, sosyal adaletsizliklerin altını deşiyor Bristollü elemanlar. Standart şarkı formları dışına çıkmak adetleri. Hayatta dinlemem diyene punk dinletecek etkiye sahipler.
Kendilerinden geçtikçe seyirciyi de peşlerinden sürüklüyorlar gittikleri yere. Usta işi bir sunum mevzubahis. Mütevazı bir adanmışlık, gerçekleri yüze vuran ateşli bir muhaliflik, seyirciyi tüm bu coşku aktarımına daldırıp çıkaran saf enerji.
Sıra dışı, samimi, dinamik aktarımları ve seyirciyle bir bütün olma becerileri takdire şayan. Bu bakımdan da çıtayı epey yükseltiyorlar. Kanımca ders niteliğindeki tavırlarının başında gelen bu. Öyle allı pullu, parlamalı, süslemeli bir tercih değil kemik sesi duyulan arsa futbolu ruhu. Punk efsanelerinin ayakkabılarıyla adımlıyorlar toprak sahayı.
Bir an dönüyorum etrafa göz atıyorum arkadaşıma dönüp “sanki Glastonbury’deyiz” demekten alamıyorum kendimi. Yürüyün be çocuklar arkanızdayız. Bir ara sahne önünde dönen mosh pit öyle bir bulaşıyor ki çevreye, farklı bölgelerde başka daireler oluşuyor. Neredeyse zıplamayan, elini kolunu sallayıp kendini müziğe bırakmayan kimse yok. Özel bir zaman dilimi yaşandığının herkes farkında. Şimdiye kadarki dört albümlerine de yayılıyor şarkı listesi, ağırlık Joy ve Crawler’da olmakla beraber.
Gitarist Lee Kiernan’ın kendinden geçtiği anlara davulcu Jon Beavis’in aksak ritimlerdeki sakinliğine şapka. Peki en ağırbaşlıları basçı Adam Devonshire olabilir mi?
Gecenin dikkatten kaçmayanlarından biri de şüphesiz ki grubun sahne teknisyeni. Sürekli oyunun içinde, sert vuruşlardan yorgun düşen gitarlara müdahalede Formula 1, pit stop elemanı çevikliğinde.
Sound hakkında da birkaç kelam etmek gerekiyor ki konser sonu kiminle karşılaşsak adamların sounduna dem vurmadan edemiyoruz. Jilet gibi kıvamı tam yerinde sound izleyiciyi her yönüyle tatmin etmeye yetiyor.
Gecenin sonunda salonu terk etmek zor, grupta da bu görülüyor ilk İstanbul konserlerinin onlar için de parlak geçmiş olduğunu hissetmek güç değil. Solist Talbot yöneticileri, hükümetleri bir kenara bırakalım “biz bizi anlarız”a getiriyor lafı.
“Ama ne konserdi” dediklerimiz zihin kaydına ekleniyor IDLES konseri. Umarım bir daha karşılaşırız dilekleriyle.
Ruhumuz ortak be birader. Ülke, coğrafya, punk, metal, rock. Biz birbirimizi anlarız, biz birbirimize ilaç.
Fotoğraflar: Elif Çiftçi (@ellieciftci)