Heykeltraş Nermin Ülker “hané” sergisiyle KRANK Art Gallery’de
Heykel sanatçısı Nermin Ülker’in üçüncü solo sergisi “hané” 6 Mart Çarşamba günü Krank Art Gallery’de açılıyor. Sergide, Nermin Ülker’in kimileri renkli kimileri paslanmış soyut formlardaki heykelleri; sahip oldukları çizgiler, planlar, boşluklar-doluluklar, kurgular ve yönlenmeleriyle sanatçının yaşamının gerilimlerinden referans alıyor. Düzen ile karmaşıklığın birlikteliğinden doğan dengenin hayran bıraktığı sergi 27 Nisan’a kadar görülebilecek.
KRANK Art Gallery Le Meridien Etiler’deki mekanında ünlü heykeltraş Nermin Ülker’i “hané” isimli sergisiyle ağırlıyor. 6 Mart’ta başlayacak olan sergi, 27 Nisan’a kadar devam edecek.
Nermin Ülker’in, “hané” sergisinde “ev”, ikili bir karakter kazanıyor. “Ev” kavramının, dış dünyanın tehlikelerinden koruyan bir sığınak olarak görüldüğü, toplumsal düzenin, geleneğin, güvenliğin ve uyumun sembolü olarak tabulaştırıldığı bir ortamda yetişen sanatçı “ev”i; hem dış dünyaya karşı bir sığınak hem de tekinsiz sızmaların mekânı olarak tanımlıyor.
Nermin Ülker’in eserlerinde ‘içerisi’ ve ‘dışarısı’ kavramları ne mekanın fiziksel sınırlarına tabi olmak zorunda ne de belirli koordinatlara sabitlenmiş durumda. ‘Ev’ sınırları olan korunaklı bir alan değil, deneyim, bellek ve anlama göre içerisi ve dışarısının her an yeniden tesis edilebildiği, oluş hâlinde bir mekândır.
‘hané’ sergisinde; sınırları ve koordinatları önceden belirlenmiş geleneksel mekan anlayışının aksine, seyirci, koordinatların deneyime ve bağlama göre her an yer değiştirebildiği, akışkan ve geçirgen bir mekân algısı ile karşılaşıyor. Bu değişen mekân algısında “içerisi” ve “dışarısı”, artık birbirlerine sızan, bağlamlarına göre anlamları ve koordinatları sürekli değişen alanlar olarak deneyimleniyor.
Sergide sanatçı düşünsel ve duyusal anlamda birbirinin içinden türemiş iki seriyi bir araya getiriyor. “Pencere” serisinde Nermin Ülker pencerelerini; malzemesi ve biçimleri itibariyle mekanı bakışa kapatıp/açan, bakışın sınırlarını çizen dayatmacı formlar olarak tasvir ediyor. Görüş alanı, sanatçı tarafından çerçeveleniyor ve her çerçeve, belirli bir bakış açısına, eksik bırakılmış bir görüntüye işaret ediyor. Seyircinin hareketine ve baktığı açıya göre görüntü sürekli değişiyor ve akıyor. Sanatçının, seyircinin bakış açısının kültürel kimliğine, kişisel belleğine bağlı nasıl da değişebildiğine gönderme yaptığı sergide bakış mekânı izleyiciyi temsil ederken, pencere ise o izleyicinin kendi dünyasındaki sınırlı özgürlük ve mahremiyetini sembolize ediyor. Pencere, sanatçı için, kendine ait olanı saklama, bilinmez olma, gizemli kalma hali ve diğerleriyle arasına çizilen sınırdır.
İlk mesleği ebelik olan Nermin Ülker, o dönemde hayatı, doğum ve ötesi olarak algılamaya başladığını belirterek, doğumun sancıları ve sevinçleri ile birlikte gizemli ve üretici yanını keşfettiğini dile getiriyor. Sanatçı, bu günlerde yeni bir hayata açılan pencereleri gözlemlediğini, bu pencerelerin, hem kadın bedeninde hem de yeni doğan bebeğin çığlığında olduğunu ifade ediyor.
Sergideki bir diğer seri olan “boğa” serisi ile ise, sanatçı, kendi özelinde de önemli bir yer tutan boğa figürünü, izleyiciyi içine çekerken, istediği gibi içerde olmasını engelleyen büyülü bir yapıya sahip diğer eserlerinin arasına yerleştiriyor.
Sanatçının üretimlerinin en sihirli ve anahtar bileşenlerinden biri olan renk kullanımı, kültürel bellek ve sembolist yaklaşımdan ilham alan bir dizi anlam içeriyor. Bu renklerle eserler, izleyiciyi bir anlığına düşsel bir dünyaya taşıma gücüne sahip oluyor.
Nermin Ülker kişisel serüveninde var olan farklı hanelerden yola çıkarak, bu evlerin karşısına kendi içinden yükselen melodiyle ahenk içinde olan “hané”lerini koyuyor. Eserlerinde düzen ile karmaşıklığın birlikteliğinden doğan estetik, sanatçıyla birlikte izleyiciyi de korkularından uzaklaştıran, özlem duyduklarına yakınlaştıran bir güce sahip.