Haftanın Kitaplığı – 9 Nisan 2023

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz

BALIKLAR NEDEN VAR OLMADI – LULU MILLER

David Starr Jordan, kendisini doğaya keşfetmeye adamış bir taksonomistti. Yıllar içinde, insanlığın bildiği tüm balık türlerinin beşte birini keşfetmesiyle anılır olacaktı. Ama o evrenin sırlarını açığa çıkardıkça, evren de onu engellemeye daha kararlı hale geliyordu. Düşen yıldırımlar, çıkan yangınlar ve en sonunda da 1906’daki San Francisco depremiyle birlikte, o zamana kadar topladığı tüm numuneler telef oldu. Hayatını adadığı emekleri göz açıp kapayıncaya kadar yok olmuştu. 

Yerinde başkası olsa yıkılır, hayata küserdi. Ama Jordan, keşfettiği ilk balığı yeniden buldu ve büyük bir kararlılıkla koleksiyonunu sil baştan oluşturmaya başladı. Üstelik bu kez, koleksiyonunu dünyanın kaosundan koruyacağına inandığı zekice bir yöntem kullandı.  

Ünlü yazar ve bilim muhabiri Lulu Miller’ın kaleme aldığı Balıklar Neden Var Olmadı?, sadece balıklarla ilgili değil. Bilime duyulan bağlılıktan insanın zalimliği karşısında duyulan şaşkınlığa kadar pek çok şey anlatan bu kitap, en sonunda da kendi adını açıklamaya girişiyor ve doğanın, kendisine hükmedebileceğini sanan bir biliminsanından intikamını nasıl aldığını gözler önüne seriyor.

“Bu kitap bilim, tasvir ve anıların sihirli bir karışımı; okuması tam bir zevk.”
—Susan Orlean

“Tarih ve biyolojinin kesişimi: merak, başarısızlık ve katıksız insan inadı. Okuması görkemli, şaşırtıcı, karanlık bir keyif.” 
—Carmen Maria Machado

BİR KADIN – ANNIE ERNAUX

Ernaux, hafızasını, zihinsel ve fiziksel bütünlüğünü yok eden bir hastalık yüzünden yitirilen annenin ardından, küçük bir Normandiya kasabasının varoşlarında doğan ve Paris’in banliyölerindeki bir hastanenin geriatri koğuşunda ölen gerçek kadının portresini çizmeye, onu olduğu gibi resmetmeye girişiyor. Bir anne ve kızı arasındaki hem zayıf hem de sarsılmaz bağı, onları ayıran dünyaları anlatan Bir Kadın, mümkün olan en tarafsız dille yazılmış bir ağıt, belki de Annie Ernaux’nun en dokunaklı metni.

KAMÇATKA’DA BİR KAYIP VAKASI – JULIA PHILLIPS

Bir ağustos günü, Rusya’nın kuzeydoğu ucundaki Kamçatka Yarımadası’nın kıyılarında biri yedi, diğeri on bir yaşında olan iki kız kardeş kaybolur. İki kızın kaçırıldığına neredeyse kesin gözüyle bakılmaktadır ama haftalar, aylar geçerken, polis soruşturmasından somut bir şey çıkmaz. Bu olay, yaşanan acının yasını ve öfkesini belki de en derinden hisseden kadınlar başta olmak üzere tüm Kamçatka’yı etkisi altına alacaktır. Julia Phillips’in, sık ormanları olan, engin tundra bitki örtüsüne sahip, volkanik tehlikelere gebe, toplumsal ve etnik gerilimlerin uzun zamandır biriktiği bu bölgedeki gözlemleri ve tanıklıklarından yola çıkarak kaleme aldığı Kamçatka’da Bir Kayıp Vakası, akıl almaz bir suçun birbirine bağladığı karakterleriyle çok sesli ve sarsıcı bir roman.

KAHVENİN PEŞİNDE / AVRUPA CAFELERİNDE-PARİS – CEM SELCEN

Cem Selcen’in Viyana ile başlayan, café’leriyle meşhur Avrupa şehirlerini kapsayan dizinin ikinci kitabı Kahvenin Peşinde / Avrupa Café’lerinde – Paris, hep kitap’tan çıktı.

“Kahvenin Peşinde / Avrupa Café’lerinde” dizisi, şehir şehir dolaşarak oralarda yüzyıllardır akan hayatı, kendi dilinde, bazen anılarla, bazen tarihle, bazen de olağanüstü hikâyelerle okura taşıyor.

Kahvenin Peşinde / Avrupa Café’lerinde – Paris’te Selcen; hiçliğin, edebiyatın ve dolayısıyla erotizmin başkenti Paris’te açıyor defterlerini; bir köşede oturup ortalığa bakıyor, tarihini soluyor şehrin. Dünya edebiyatının da başkenti olan bu şehirde kimi zaman Hugo’nun, Balzac’ın, Camus’nün, Sartre ile Simone de Beauvoir’ın ayak izlerini takip ediyor, kimi zaman o uğrak yerlerin çok okuduğumuz, çok sevdiğimiz müşterilerinin hikâyelerini. Bazen de turist olmanın verdiği rahatlıkla iyi bir milföy uğruna aşıyor kilometreleri.

​“Kahvenin Peşinde / Avrupa Café’lerinde” dizisi yakında Berlin ve Roma şehirlerinde okuru kahvenin rehberliğinde yeni keşiflere çıkarmaya devam edecek.

BAŞARILI YAŞLANMA – DANIEL J. LEVITIN

Son 20-30 yılımız hakkında nasıl düşündüğümüze ilişkin yeni bir yaklaşım getiren Daniel J. Levitin Başarılı Yaşlanma’da yaşlanmanın salt bir zayıflama dönemi olmadığını, bebeklik ya da ergenlik dönemleri gibi kendi talep ve avantajlarını getiren benzersiz bir gelişim evresi olduğunu gösteriyor. Bireyler ve toplum olarak yaşlanma hakkında bütünüyle farklı düşünmemize yardımcı olmayı amaçlayan yazar, kuşaklararası etkileşimleri günlük deneyimlerin dokusuna örerek yaşlıların hünerlerini kucaklayan bir kültürün gelişimini ilerletmeyi arzu ediyor. Beyin bilimine, bilhassa da gelişimsel sinirbilim ve bireysel farklılıklar psikolojisinden edinilen içgörülere bakan Başarılı Yaşlanma insani hikâyemizin son bölümü olan yaşlanma sürecine dair dönüştürücü bir anlayış ortaya koyuyor.

KIZGIN BUHARDAKİ KOZA – HAGOP GOBELYAN

Yazar, İzmit sancağının Ermenice adıyla Bardizag, Türkçe adıyla Bahçecik nahiyesinden olan ailesinin 1915 yazında yaşadıklarından yola çıkarak kaleme aldı. Bahçecik, çoğunlukla Ermeniler olmak üzere, Rum, Laz ve Gürcü halklarının eviydi. İpekböcekçiliği Bahçeciklilerin başlıca geçim kaynağıydı ve ipekböceklerinin ördüğü kozalar bölge halkının muhayyilesinde türlü anlamlar taşıyan çok güçlü bir imgeydi. Roman bir anlamda bu imgenin izini sürerken, bir taraftan da tehcir kararının uygulanmaya başladığı sırada İstanbul’da, Doktor Kadri Raşit Paşa’nın köşkünde bahçıvanlık yapmakta olan Mıgırdiç’in ve yine o sırada, Adana’da Bağdat Demiryolu şantiyesinde çalışan Artin’in, Bahçecik’teki ailelerine ulaşmak için birbirlerinden habersiz olarak atıldıkları serüven dolu yolculuğa tanıklık ediyor. Kızgın Buhardaki Koza, aklın bir köşesinde, ailenin sağ salim bir araya gelip gelemeyeceğine dair bir merakla bir solukta okuyacağınız, macera türünde bir ilk roman.

YÜRÜMEK – ERLING KAGGE

Erling Kagge’nin yürümek üzerine edebi bir yolculuğa çıkardığı kitabı Yürümek, Adım Adım, Oğuz Tecimen’in çevirisiyle Kolektif Kitap’tan çıktı.

Daha önce dilimizde Gürültü Çağında SessizlikAz Parayla Büyük Sanat Eserleri Satın Alma Rehberi kitapları yayımlanan Kagge, kitapları 38 dile çevrilen Norveçli bir yayıncıdır. Kagge için yürümek onu büyüleyen sorulara açılan bir kapı, belki zaman zaman göz ardı etmek istediği dertlerinden uzaklaşma fırsatı, yaratıcılığını açığa çıkarmak için fiziksel bir anahtar, hatta kendini düşüncelerin dile gelmeyen akışına bırakabilmek için kullandığı korunaklı bir alan. Niçin yürüyoruz? Hızlı mı yavaş mı yürüyoruz? Nereden nereye yürüyoruz? Belirli bir hedefimiz mi var yoksa sadece yürümek için mi yürüyoruz? Kagge bunlar gibi birçok sorunun yanıtını okurlarıyla birlikte çıktığı edebi bir yürüyüşte arıyor.

“Kısa yürüyüşler de yaptım, uzun yürüyüşler de. Şehirden şehre de yürüdüm, köyden köye de. Gün boyunca da yürüdüm, gece boyunca da. Sevgililerimden uzaklaştığım yürüyüşler de yaptım, dostlarıma yaklaştığım yürüyüşler de. Ormanların derinlerinde, yüce dağlarda, karla kaplı engin düzlüklerde, şehirlerin yaban bölgelerinde yürüdüm. İçim sıkkınken de yürüdüm, sevinçten havalara uçarken de. Dertlerimden kaçmak için yürüdüğüm de oldu. Acı çekerken de yürüdüm, mutluyken de. Nerede olursam olayım, neden olursa olsun hep yürüdüm. Dünyanın sonuna kadar yürüdüm – gerçekten.

Bütün yürüyüşlerim birbirinden farklı olsa da dönüp baktığımda hepsinin ortak bir paydada buluştuğunu görüyorum: iç sessizlik. Yürümek ve sessizlik birbirini tamamlar.”

What's your reaction?

tr_TRTurkish