Haftanın Kitaplığı – 7 Şubat 2022
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz
CEHALET TUTKUSU / NEYİ NEDEN BİLMEK İSTEMEYİZ? – RENATA SALECI
Bilginin ve bilgiye ulaşma yollarının yeniden tanımlandığı günümüzün hakikat sonrası, post-endüstriyel dünyasında gerçekle yalanı ayırt etmek zaman zaman imkânsız hale geliyor, bu da kasıtlı olarak bilmemeyi seçen insanların sayısının gitgide artmasına neden oluyor.
Filozof, sosyolog ve hukuk teorisyeni Renata Salecl Cehalet Tutkusu’nda, insanlık durumunun daima bir parçası olduğunu savunduğu “cehalet”i ve bağlantılı olarak “inkâr” kavramını masaya yatırıyor; hem travmatik bilgiye ulaşmaktan kaçınan insan doğasını hem de ideolojik mekanizmaları sekteye uğratacak bilgiyi inkâr yollarını insanlık durumu üzerinden açıklıyor. Kasıtlı cehaletin bilhassa kriz anlarında olumlu bir yanının da olabileceği fikrini dile getiriyor; cehaletin güce nasıl dönüşebileceğini disiplinlerarası örneklerle aktarıyor.
Felsefeden, psikanalitik ve sosyal teoriden, popüler kültürden ve kendi deneyimlerinden yola çıkıp Lacan, Foucault, Claude Lévi-Strauss gibi isimlerin argümanlarına referanslarda bulunarak cehaletin sosyal ve psikolojik nedenlerini inceliyor; cehalet tutkusunun aşktan hastalığa, travmadan genetiğe, adli tıptan büyük veriye kadar hayatımızın pek çok alanını nasıl etkilediğine dikkat çekiyor.
“Cehalet veya inkârın sosyal ve psikolojik motivasyonlarıyla sonuçlarının kapsamlı bir incelemesi… Sahte haberlerin, propagandaların, siyasi söylemlerin ve düello uzmanlarının medyaya hâkim olduğu bir zamanda, Salecl’ın analizi her birimize ‘cehaleti ve inkârı benimsemek’ için aldığımız kararlar hakkında düşünmenin yeni bir yolunu sunuyor.” –Kirkus Reviews
“Yeni yeni filizlenen cehalet araştırmaları alanına değerli bir katkı… İncelikli ve zorlayıcı.” –Linsey McGoey, The Philosopher
“Renata Salecl bu az ve öz, incelikli kitapta günümüzün yaygın cehalet tutkusunu ve bunun toplumun pek çok farklı düzeyinde nasıl işlediğini araştırıp belgeliyor. Son derece anlaşılır ve taze bir üslupla kaleme alınan kitap, pek çok insanın hayatına dokunan örnekler üzerinden bilmeme çabamızı analiz ediyor.” –Darian Leader
NOEL GÜNLERİ – JEANETTE WINTERSON
Evimde ağaç var. Işıldayan bir ağaç. Her kim getirdiyse süs ışıklarından anlıyormuş ama mesele bu değil. Tavuğu, pirinci ve kaju fıstıklarını yedim, kayısıları bıraktım. Ağacın ışıklarını kapatabilirdim. Onun yerine oturup seyrettim. Bayan Noblovsky’nin kâhin votkasından dört kadeh yuvarlayınca ağacı neredeyse sevmeye başladım. Kendimi önümüzdeki Noel’de buna benzer bir şey satın alırken hayal edebiliyordum.
İngiliz edebiyatının yaşayan en önemli ve sıradışı isimlerinden olan Jeanette Winterson, bu kez Noel sezonu için yazdığı öykülerle karşımızda. Yılın bu döneminde damakları şenlendirecek on iki tarifini de paylaşırken, anlattığı on iki Noel öyküsündeyse o yaratıcı ve cüretkâr edebiyatını konuşturuyor. Altın burunlu bir eşekten kardan bir anneye, neşeli ruhlardan perili bir eve dek, her biri diğerinden şaşırtıcı bu masalları okurken zamanın yavaşladığını hissedecek ve “Wintersonvari”, büyüleyici bir Noel haftasının içine çekileceksiniz.
ÇÜRÜK AYVALAR – UĞUR KILINÇ
Mezar ziyaretleri, cinai itiraflar, kökten ve kanlı çözümler, muallakta kalanlar, hesabını kendi kapayanlar, yarım kalan şiirler, ruha yapışan günahlar, kasaba karası, taşra noir…
Uğur Kılınç, Çürük Ayvalar’da bir araya gelen öykülerinde aile içi ilişkilerin, nesiller arasındaki köprülerin perde arkasındaki karanlığı gün yüzüne çıkarırken taşra insanının iç dünyasında tekinsiz bir yolculuk yapıyor. Baba-oğulların, dede-torunların, anne-kızların paylaştığı masumiyetin altında yatan kötülüğün, öfkenin, intikam arzularının, ölümcül hesaplaşmaların, insanın içindeki çürümüşlüğün verdiği bunalımın hikâyesini anlatıyor.
“Beni toprağın altında beklerken üşüdün mü? Dur, şu duvarın dibindeki otları koparıp üzerine örteyim. Buralar biraz çamurlu, umarım aşağısı bu kadar ıslak değildir. Çünkü ıslak ıslak yerlere basılmaz, yoksa üşütürsün. Değil mi babaanne? Bunu bana sen öğretmiştin, ıslak ıslak yerlere basılmazdı. Bu yüzden her banyodan çıktığımda önüme küçük havlular atardın sobanın yandığı odaya ulaşana kadar. Annem, çamaşır israfı olduğu için söylenip dursa da sen ayaklarım üşümesin diye havluları önüme koymaya devam ettin. Şimdi sıra bende. Yağmurlu günlerde üşütmemen için bu otları üzerine koyacağım. İri yapraklarla saçlarını kurulayacağım. Dikenli dallarla saçlarını tarayacağım.”
GECİKMEYE ÖVGÜ – ZAMAN NEREYE GİTTİ? – HELENE L’HEUILLET
Çağımızın hastalığı: Zamansızlık, her yere ve her şeye geç kalma korkusu… Oysa geç kalmak iyidir.
Hélène L’Heuillet Gecikmeye Övgü’de çocuklukta ısrar etmek, uykusuzluk, annelik, çalışma yaşamının katı kuralları gibi olgular üzerinden zaman(sızlığ)ın hissedilen yüzlerini tasvir ediyor ve hayatı daha iyi anlamak için geç kalmaya davet ediyor bizi.
“Geç kalmak tam bir saplantıya dönüştü. Öyle ki her şey bizi erkenciliğe sürüklüyor. Günümüzde çocuklar bile çocukluktan çıkmak için acele etmeliler; hızlı gitmeliler – okumayı hızlıca öğrenmeli, hızlıca ‘temel bilgilere hâkim olmalı’, oradan oraya hızlı gitmeliler. ‘Erken gelişen’ bir çocuk sahibi olmak bütün ebeveynlerin hayali. Ama yaygınlaşan erken gelişmişlik, giderek daha sık görülen erken ergenlik ve erken menopoz olarak da kendini gösterdiğinde oturup ağlıyoruz.”
AY TAVŞANI, DEDEM VE BEN – KORAY AVCI ÇAKMAN
Koray Avcı Çakman’ın hayatı çocukların deneyimleriyle, beklenti ve heyecanlarıyla, gözlemleriyle görüp anlamlandıran öykülerinden oluşan Ay Tavşanı, Dedem ve Ben, Can Çocuk’tan çıktı.
Çağla Yiğit’in resimlediği kitap, 8 yaş ve üstü genç okurlara hitap ediyor. Okurlar, kahramanlarıyla birlikte çabalıyor, merak ediyor, seviniyor, bazen yitirilenlere üzülüyor, ama daima sahip olunan zenginliklerin, bellekte biriken hazinelerin farkına varıyor. Ay Tavşanı, Dedem ve Ben’de an geliyor, Kız Kulesi’nin gizemine Pi’nin müziği eşlik ediyor. Hindistancevizinin sabrı denizleri aşarken, Küçük Prens çat kapı beliriveriyor.
“Dedem yalnızca boyumu ölçmeyi, sütü ve Ay Tavşanı’nı değil, oyun oynamayı da çok severdi. Bilmediğim pek çok oyunu bilirdi. İsim-şehir, üçtaş oyunlarını hep ondan öğrendim ben. Bir gün dedem yepyeni bir oyuna başladı. ‘Kimsin sen?’ diye sordu bana. Nasıl oynanırdı ki bu oyun? ‘Ben peri padişahının oğluyum,” dedim. Kaf Dağı’nın ardında yaşıyorum…’”