Haftanın Kitaplığı – 30 Ekim 2022

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz

HAYVAN HÜKÜMRANLIĞI – JEAN-BAPTISTE DEL AMO

Fransa’nın güneybatısında sıradan bir köy. Küçük bir arazi parçasıyla başlayıp giderek işi büyüten mütevazı bir köylü ailesi. Ve doğum, büyüme, ölüm döngüsü içinde her gün yüzlerce domuzun çalkalandığı büyük bir endüstriyel domuz çiftliği. İnsanın hayvan ve doğayla ilişkisine ürpertici, rahatsız edici bir yorum getiren Del Amo, modernitenin mirasına esaslı bir eleştiri yöneltiyor. Hayvan Hükümranlığı, modern gıda üretiminin insanı acıya –sadece hayvanların çektiği acıya değil, başka insanların ıstırabına da– nasıl duyarsızlaştırdığını çarpıcı bir biçimde gösterirken insanın doğayı fethetme takıntısını, şiddetin nesilden nesle aktarılışını da gözler önüne seren ürpertici bir roman.

MESKÛN ZAMAN – RAŞEL MESERİ

Mevsimlerden yazdı, kıştı, ilkbahardı, bir de sonbahar. Saatlerden meçhul.

Sonsuzluğun içinde sıkışıp kalsalar da dostluk neşesiyle ışıldayan Makbule ve Zimbul. Uyuyanların rüyasına gölge gibi süzülen iki küçük kadın. Sokaklarda, sahilde çatılarda dolaşıyor; dünde, bugünde, yarında geziyorlar. İzmir Karataş Yahudi mahallesinde başlayan yolculuklarında zamanı katetmiş, yeryüzündeki izlerini arıyorlar. Göçler, sürgünler, ölümler, sevdalar, ayrılıklar gördüler. Gidenlerin ardında bıraktığı boşluğu gördüler, yasemin toplayan ellerin zamanın hiçbir yerinden tutamadığını gördüler. Ne oldu da Madam Anita’nın radyosundaki şarkı sustu? Komşulara ne oldu? Madam Sara’nın balkonundan silkelediği kilimden, sır sır, acı acı dökülen renkler neden soldu? Dario Moreno’ya dair şehir efsaneleri ne zaman unutuldu?

Meskûn Zaman’da Raşel Meseri usta kalemiyle 60 yıllık bir cümlenin altını çiziyor.

GAİP – MAHİR ÜNSAL ERİŞ

Bir trafik kazasında hafızanızı kaybetmek, sizin için yepyeni bir hayat ihtimalinin kapısını aralar mı? Babalar ve oğulları arasındaki ezel ebet gerginliklerden bir huzur ihtimali çıkar mı? Tüm bunların kayıp Barnabas İncili’yle alakası ne peki? Mahir Ünsal Eriş, Gaip’te aileden memlekete, hafızadan siyasete köprüler kurarak ilerliyor. Kötülüğün doğasına dokunurken alışıldık kalıpları bir kenara bırakıyor. Değerlerimize ihanet etmek ağır bir yük de, hatırlanması gerekenleri unutmak başka bir ihanet değil mi? Merakımıza bir fener gibi sarılırsak belki de yolu bulabiliriz.

8 DAKİKA 27 SANİYE – TURGAY YILMAZ

Bugünün dünyasında bir bilgisayarda ne saklanır? Tabii ki hiçbir şey. Ankara’da, bir gün bir evden bir bilgisayar çalınır. Basit hırsızlık gibi görünen bu olay deşildikçe ardındaki katmanlara çok şaşıracaksınız. “Gül Nazik” içli bir türküdür. Gerisinde Kurtuluş Savaşı destanı yatar. Roman boyunca hüzünle dinleyeceksiniz. İbni Haldun adını belki duymuşsunuzdur, onun felsefesini de bu polisiye macerada merakla okuyacaksınız. 8 Dakika 27 Saniye; daha önce Korkak Yiğitler ve Felç adlı romanları yazan Turgay Yılmaz’ın benzersiz üslubuyla akan, sürükleyici bir polisiye-macera. 

YIKILMIŞ KADIN – SIMONE DE BEAUVOIR

Simone de Beauvoir, Yıkılmış Kadın’da çiftlerin başına gelen ve ilk kurbanın her zaman kadın olduğu içinden çıkılmaz durumların portresini çiziyor. İlk olarak 1967’de yayımlanan bu kitap, üç uzun öyküden oluşuyor: İlki yaşlanma sürecine, ikincisi yalnızlığa, üçüncüsü ise sevilen birinin artan kayıtsızlığına odaklanıyor. Varoluşsal bir kriz yaşayan 40 ila 60 yaşlarında üç kadın, hayal kırıklıkları, öfkeleri, yalnızlıkları ya da eşlerinin sadakatsizliği karşısında yaşadıkları acıları anlatıyorlar. Birinin hikâyesinde, diğerinin günlüğünde, ötekinin monoloğunda, hep aynı şeyi vurguluyor Simone de Beauvoir: Hayatlarını yeniden kurmaya çalışan kadının zarif ve tutkulu mücadelesi.

TROYALI KADINLAR – PAT BARKER

Kızların Suskunluğu kitabı geçtiğimiz aylarda Türkçede yayımlanan Pat Barker’ın Troya harabelerinin gölgesinde, çarpışan kılıçların, zırhların gürültüsü arasında boğulup yok olmaya yüz tutmuş seslerin hikâyesini anlattığı romanı Troyalı Kadınlar, Seda Çıngay Mellor’un çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıktı.

“Şehirlerin Muhafızı, bilge tanrıça Athena bu şehri pek umursamıyordu anlaşılan. Surlar aşıldı, şehir düştü, savaşın onca zulmüne yenileri eklendi, ölenlerin yerini yenileri aldı ve savaş sona erdi. Ancak galipler tıkılıp kaldıkları sahilde mutsuzlardı. Tanrılar bu galibiyetten razı değildi belli ki. Yunan ordusu zafer sarhoşluğu içinde bu defa ganimeti paylaşma derdine düşmüştü: şan, altın, silahlar ve zırhlar, bir de biz, köleler.

Akhilleus’un ardından evlendirilip eş statüsüne yükselse de özgürlüğüne kavuşamayan Briseis geçmişi anımsamaya ve anlatmaya devam ediyor. Ne yaptıysa hayatta kalmak adına yaptı ama vicdanı yakasını bırakmıyor bir türlü.

​Savaş bitmiş olsa da Troya harabelerinin gölgesinde kızlar hâlâ köle, hâlâ suskunlar.”

What's your reaction?

tr_TRTurkish