Haftanın Kitaplığı – 27 Nisan 2020
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.
ASKER DOĞMAYANLAR – JOHN BOYNE
Hangisi daha cesur olan? Savaşan mı yoksa savaşmayı reddeden mi?
Milyonlarca okura ulaşan Çizgili Pijamalı Çocuk kitabının yazarı John Boyne’nun kaleme aldığı Asker Doğmayanlar, savaşın dayattıklarına direnen bir avuç vicdani retçinin aşkla, ölümle ve cesaretle sınanan onurlu hayat mücadelesini sayfalarına taşıyor.
Daha fazla can almak ile korkaklık ekseninde sıkışan ”erkeklik” olgusunu, cephelerde yaşanan kimi yakınlaşmaların yarattığı utanç, inkâr ve suçluluk duyguları üzerinden irdeleyen bu çokkatmanlı roman, savaşın sınırları zorlayan şartları altında insan olmanın anlamını sorguluyor.
Savaşa ”karşı” savaşanların hayalleri ve tutkularından beslenerek lirik bir anlatım tutturan yazar, insanlığın kırılgan gerçekliğini, toplumlardaki kaosu dizginlemeye yarayan ahlaki ve vicdani yaptırımların önlenemez sonuçlarıyla paralel bir şekilde anlatmaya çalışıyor.
Çocuk yaşta evinden kovulan, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın kuzeyinde Almanlara karşı savaşan Tristan Sadler’ın elinde, Mirian Bancroft’a ulaştırmak istediği mektuplar vardır. Ancak silah arkadaşı, dostu ve karşılıksız aşkı Will’in ablası Mirian ile buluşmasının altında yatan tek sebep bu değildir. Er Bancroft’un ölümünün ardındaki sır, Tristan’ın içini kemirmektedir, belki de bu buluşma bir tür itiraf niteliği taşıyacak, böylece bir anlamda af dileyebilecektir.
Dünya tarihinin dönüm noktası bir savaş, birbirlerini ”amaçsızca” öldüren insanlar, ”savaşçı erkek” kavramına uymadıkları için korkaklıkla ve hainlikle suçlanan mahkûmlar… Öte yandan benliğine direnerek arzularına hükmetmeye çalışan özgür ruhlar, cephelerde filizlenen duygusal yakınlaşmalar, inkâr ve utanç duygularıyla örülü intikam hissi…
Savaş edebiyatına kattığı onlarca eserle türün en yetkin yazarlarından birine dönüşen John Boyne daha önce anlatılmaya hiç cesaret edilmemiş, alışılmışın dışında bir savaş hikâyesi anlatıyor.
”Korkaklar, yüreksiz olur. Ben yüreksiz değilim, ilkeli bir insanım. Arada fark var.”
BUL BENİ – ANDRE ACIMAN
“Gurur, korkuya taktığımız bir lakap sadece.”
Bazı anlara, insanlara ve aşklara saplanıp kalmak mümkün mü? Neden bazı hatıralar ölümsüzleşirken bazıları kolayca unutulur? Arzu ve özlem zamanı, mekânı ve önyargıları aşabilir mi?
Adınla Çağır Beni‘yle tüm dünyada geniş bir okur kitlesine ulaşan André Aciman, devam niteliğindeki romanı Bul Beni ile aşkın ve bağlılığın doğasına dair eşsiz bir anlatı kuruyor; kederle, arzuyla, tesadüflerle, pişmanlıklarla ve mutluluklarla örülü insan hikâyelerini, birbiriyle bağıntılı hayatları ve deneyimleri keşfe çıkıyor.
Bul Beni, zamanın acımasızlığına, hem kaçırılmış hem de yakalanan fırsatlara, paralel hayatlara, aşkın dönüştürücü gücüne ve kusursuz esrikliğine, Elio’ya, Oliver’a, hepimize dair bir unutulmaz roman…
BEYOĞLU /Tefrika Roman 1888-1889 – EPAMEİNONDAS KYRİAKİDİS
Beyoğlu Sırları romanı Epameinondas Kyriakidis’in (İstanbul 1861-Atina 1939) kaleme almış olduğu ve İstanbul’da Karamanlıca/Türkçe yayımlanan “Anatoli” gazetesi müdürü Evangelinos Misailidis (Κula, Manisa 1820-İstanbul 1890) tarafından Türkçeye çevrilip, aynı gazetede 1888-1889 yıllarında tefrika edilmiş bir eserdir. Dönemin “City Mysteries / Mystères urbains” yani “Şehir Sırları” türüne ait olan bu romanda yazar E. Kyriakidis İstanbul hakkında yazılan diğer “gizemli romanlar”da olduğu gibi, Avrupa’dan ithal edilmiş âdetler nedeniyle yozlaşma ve ahlaksızlık merkezine dönüşmüş olan Beyoğlu’ndaki Rum “sosyete”nin şatafatlı yaşamını ve yeni edindiği tavırları eleştirmektedir. Yazar söz konusu toplumun bir parçası olan bu gösterişli yüksek tabakanın gizli taraflarını sergilerken aynı zamanda İstanbul’un karanlık yanlarına da ışık tutmaktadır. Şehrin yolsuzluk inleri, sefil mahalleleri ve fuhuş evleri gözler önüne serilirken, okur, yaşamın tehlike ve tehditlerle dolup taşan yönüyle karşı karşıya gelmektedir.
Eseri Türkçeye çeviren E. Misailidis, dili Türkçe olan Anadolulu okuruna eserin Türkçe olarak kurgulanmış ve yazılmış hissini vermek amacıyla, kullandığı dilin özgün metne göre hiçbir yabancılık taşımamasını başarmıştır. Bu Yunan harfli Türkçe eski tercümeyi, günümüzün Latin harfli Türkçesi için yayına hazırlayan Evangelia Balta & Sada Payır ise ekledikleri detaylı Önsöz, Giriş, Sözlük bölümleri ve Notlarıyla, çağdaş okurun aynı metin lezzeti ve bilgisini almasını sağlamışlardır.
KÜLTÜREL MİRAS VE SİNEMA – KOLEKTİF
Biriktirdiğimiz binlerce yılımız var, yerküre üzerinde paylaştığımız sayısız anılar çoktan toplumsal belleğe kazındı bile… Bazen şiir oldu bazen bir masal, bezen taşa kazındı bazen de hikâyesi yazıldı, bazen devasa bir anıt oldu bazen de küçük bir heykel, bazen biz hiç dokunmasak da doğa bize kendi mucizelerini sundu, bazen süsleme sanatı oldu bazen bir festival, bazen mezar taşları bazen de hamam… Bizi biz yapan tüm unsurlar, üretim biçimleri “kültürel mirasın” çıktısı oldu.
Kültürel mirasın bilinirliği, sürdürülebilirliği ve toplumsal hafıza boyutunda korunabilmesi için sinema güçlü bir görsel araçtır. Sinemanın evrensel dili defalarca kültürel mirası konu edinmiş, uluslararası bilinirliği arttırmış ve tanıtıma katkı sağlamıştır. Disiplinlerarası yaklaşımla “kültürel miras ve sinema” ilişkisi ele alınarak alanda öncü çalışmalardan biri ortaya konmaya çalışılmıştır.
UZLAŞTIRICININ PENÇESİ – GENE VOLFE
“Wolfe’tan çok şey öğrendim. Muazzam bir yazar, yazdığımız türde eserler veren sanatçılar arasında en iyilerinden. Yeni Güneş Kitabı da tüm zamanların en önemli bilimsel fantazi epiklerinden.” –George R. R. Martin
“Geçtiğimiz yüzyılın en iyi bilimkurgu romanı.” –Neil Gaiman
Nebula En İyi Roman Ödülü
Locus En İyi Fantazi Romanı Ödülü
“Kalibimizin Dişina Çikamamamiz, Hâlâ Yegâne Affedİlmez Günahimizdir.”
Bilimkurgunun Melville’i olarak bilinen Gene Wolfe, spekülatif edebiyatın sınırlarını zorlayan, fantaziden bilim ve bilimden de fantazi çıkarmayı başaran, türün her alanında eşit muazzamlıkta eserler veren ender yazarlardan biri. Wolfe’un dilin ve türün imkânlarını sonuna kadar kullandığı, bilimkurgunun Ulysess’i olarak da anılan Yeni Güneş Kitabı’nın ikinci cildi Uzlaştırıcının Pençesi de en az ilki kadar esrarengiz.
Günümüzden yüz binlerce yıl sonrası. Ancak öyle bir gelecek ki geçmişten farkı yok. Bugüne ait kültür ve olaylar artık bir anı bile değil. Gezegen, beklenmedik ve gizemli biçimlerde değişimler geçirmiş. Güneş’in ömrünün sonu gelmiş, sönmekte.
İşkenceci Severian’ın, sürgün edildiği Thrax şehrine yolculuğu devam ediyor. Severian’ın yanında, kadim bir nesne de var artık. Kimi zaman iyileştiren, kimi zaman sadece cılız bir ışık yayan Pençe.
Severian kılıcı Terminus Est kadar keskin bir çizginin üzerinde kaderini anlamaya çalışırken, sadakatini isteyen kuvvetlerin arasından is karası peleriniyle geçip gidecek. Önüne maymunsu canlılar çıkacak, sonunda bir başkasının hatıralarını tükettiği bir ayine katılacak ve başka âlemleri gösteren bir kitap konacak önüne. Güneş elbet bir gün ölecek. Ve Yeni Güneş elbet bir gün doğacak.
Uzlaştırıcının Pençesi, açığa çıkardığı kadar saklayan ışığın kitabı.