Haftanın Kitaplığı – 26 Ekim 2020

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz

SUS BARBATUS! 2 – FARUK DUMAN

Doğanın tahrip edilmediği, ütopyaların diriliğini koruduğu, emeğin ve adaletin saygınlığını yitirmediği, masumiyetin egemen olduğu zamanların romanı Sus Barbatus!.

Faruk Duman’ın Sus Barbatus! üçlemesinin ikinci cildi Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
İlk cildi 2018 yılında çıkan roman aynı yıl Orhan Kemal Roman Armağanı ile Cevdet Kudret Roman Ödülü’nü alarak geniş bir yankı uyandırmıştı.

Çetin kış koşullarında geçen ürkünç olaylarla dolu ilk cildin ardından ikinci ciltte bahar mevsimi bütün görkemiyle gözler önüne seriliyor. Romanın arka planını oluşturan siyasal olaylar iyice belirginleşerek hız kazanıyor. Üçüncü ciltte mevsim yaza dönecek ve üçleme 12 Eylül darbesiyle sona erecek.

Faulkner, Yaşar Kemal gibi yazarların kaleminde destanlaşan modern romanın çağdaş bir çeşitlemesini sunuyor Faruk Duman. Gerçeküstünün dilini yaratarak siyasal, tarihsel, toplumsal gerçekleri ete kemiğe büründürüyor.

“Aysel. Aysel. Yeniden değişmişti ya, artık başına gelenleri anlamıyor değildi. –Öleceğiz sandım, dedi, adamlar arkamızdan ne çok ateş ettiler öyle. –Bizi öldüremezler, dedi Faruk, zamanında ne demiş; Pir Sultan ölür dirilir. Duyan da, duyan da bunun bir şaka olduğunu zannedecek. Ama şaka değil. Gerçek.”

“Sus Barbatus!’un, yazınımıza sunulmuş bir armağan olduğunu söylemekten çekinmeyeceğim.” – M. Sadık Aslankara
“Sus Barbatus! eleştirel gerçekçi edebiyata mensup, klasik anlayışla kaleme alınmış bütün soylu romanlar gibi, bir döneme ve yöreye, zamandizinsel bir olay örgüsü izleyerek, inandırıcı karakterler yaratarak hakim olabilen bir anlatıdır. Sadece o kadar değil, ilerde görebileceğimiz gibi, nasıl bize özgü Yaşar Kemal geleneğini çeşitlendirerek aşabiliyorsa, klasik roman geleneğini de sürdürürken, çeşitli yollarla aşmaktadır.”

– Erendiz Atasü

YANARDÖNER’İN SIRADAN MUCİZESİ – DİLEK NEŞE AÇIKER

“Eski trapezci, sonra da epey tuhaf işler yapmış ölü bir kocam var ki onun da eski karısı tarihi eser kaçakçısı, çılgın bilim insanı ve katil bir teyze ekleyelim buna, ben de bir kukla yapımcısıyım. Bu kadarını İtalyan edebiyatında bile zor bulursun. Tabii bunlar en üst katmanda görünenler. Alttakilere Dante baksa cehennemine birkaç kat daha eklerdi. Yani ben olsam ben de kendimi takip ederdim.”
“Önyargılı biri değilimdir.”

“Sana haklıydın diyorum Marlin…”

Kocasını öldürmediği anlaşıldıktan sonra nihayet sıradan bir hayata adım atacağını zanneden Mora’yı bekleyen sürprizler vardı. En yakın arkadaşı Sedna, teyzesi Narel, Balıkçı ve hikâyeye zamansız giren Marlin her şeyi altüst etmişti. Üstelik gerçekle kurgu birbirine girmiş, Mora’nın tuhaf kuklalarından daha ucube bir hayatı yaşamaları için önlerine koymuştu. Peki, Yanardöner’in Sıradan Mucizesi tüm bunların çözümü olabilir miydi?

MAVİ BİLET – SOPHIE MACKINTOSH

Calla kura sisteminin nasıl işlediğini biliyor. Herkes gibi… İlk kanamanda bunu kura merkezine bildirip nasıl bir kadın olacağını öğreniyorsun. Beyaz bilet sana evlilik ve çocuk kazandırıyor. Mavi biletse kariyer ve özgürlük… Böylece seçme yükümlülüğünden kurtulmuş oluyorsun. Ve bir kez biletin kesildi mi, artık geri dönemiyorsun. Ancak ya sana uygun görülen yanlış bir hayatsa?
Mavi biletli Calla kaderini sorgulamaya başladığında kaçıp gitmek zorunda kalır. Ancak hayatta kalması kura merkezinin ve sistemin toplum dışına attığı kadınlardaki nitelikleri benimsemesine bağlı olacaktır. Karnında büyümekte olan bebeğiyle umutsuzluk içinde kaçan Calla, bir yandan da merkezdekilerin onu kendisinden daha iyi tanıyıp tanımadığı düşüncesiyle mücadele edip tehlike içinde anneliğe hazırlanmaktadır.
Özgür irade, toplumsal beklentiler ve tek başına anneliğe adım atmanın yol açtığı endişeler gibi hayati konuları işleyen Mavi Bilet, şiddetli arzuları en saf haliyle betimlemesi ve günümüzde her yerde egemenlik kuran eril tahakküme çarpıcı bir yorum getirmesiyle hayranlık uyandıran bir roman.
“Mackintosh’un duru ve keskin yazımı, bilgelik ve içgörü anlarıyla ilerleyip mükemmel bir sonda bitiyor… Mavi Bilet Orwell’ın 1984’ü ya da Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü tarafından belirlenmiş distopya geleneğine yeni bir şey ekliyor.”

YARIN BERBAT BİR GÜN – DOROTHY PARKER

Maskeleri düşüren sivri dilli öyküler…

Caz Çağı’nın, adından en çok söz ettiren yazarlarından biri olan Dorothy Parker, Delidolu Yayınları tarafından iki cilt hâlinde yayımlanacak ”Toplu Öyküler”i ile ilk kez Türkçede.

Amerikalı yazarın yirmi yedi öyküsüne yer veren ilk cilt Yarın Berbat Bir Gün; aşka inanmayanların, aşktan sarhoş olanların, aldatanların, aldatılanların, kazananların, her daim kaybedenlerin, cesurların, korkakların ve daha nicelerinin hayatına göz kırpıyor. 1920’ler ve 30’ların ruhunu göz kamaştıran yanları ve karanlığıyla zekice yansıtan, ”trajikomik” olayları sivri uçlu kalemine dolayan Dorothy Parker, bu öykülerinde sadece kendi dönemini değil, insanın değişmeyen gerçekliğini de yakalamayı başarıyor.

”Artık senin ne halt edeceğini de bilmiyorum. Oysa senin farklı olduğunu sanmıştım!”
”Farklıydım,” dedi genç kadın, ”sadece sen benim farklı olduğumu düşündüğün müddetçe farklıydım.”

Pek çok Hollywood filminin senaryo ve diyaloglarında da imzası olan Parker, kadın erkek ilişkilerindeki iletişim sorunlarının doğurduğu ezeli savaşın ve komik diyalogların güncelliğini hâlâ koruduğu bu öykülerde, tüm maskeleri birer birer düşürüyor. Kendi kendini kandıranları, ensesi kalınları, zorbaları, mağrurları, budalaları ve kendini beğenmişleri karikatürize ederken, hazır reçetelere bel bağlamıyor. İnsanın acınası ikiyüzlülüğünü, cehaletini ve türlü zaaflarını, keskin bir göz ve alaycı bir tebessümle gözler önüne seriyor.

”İşte buradayım, yapayalnızım, istenmiyorum; üstelik yeni kıyafetlerimi giymişim. Hayat böyle, herhâlde. Biz zavallı minik şeyler… giyiniyoruz, plan yapıyoruz ve umut ediyoruz… peki, ne için? Hayat dediğin ne ki hem? Bir ölüm cezası. İki nokta arasındaki en uzun mesafe. Yorgun katırın burnuna bağlanmış saman demeti. Şey…”

EMİNE HANIMIN ROMANI – ASLI ALPAR

Değersizleştirilen hayatların savunucusu, çağımızın önemli çizerlerinden Aslı Alpar, Emine Hanım’ın hayatını çizgilerle anlatıyor.

1922 doğumlu, İstanbullu, zengin bir ailenin kızı Emine Hanım. Ahlak bekçisi babası tarafından okul ile ilişiği kesilen, ardından evden devam eden eğitim hakkı da elinden alınan, sevdiceği ile bir hayat kurmasına izin verilmeyen, yaşadığı dönemde kıymetli sayılan “subay karısı” unvanının gölgesine tenezzül etmeyen, “ayıp” kabul edilen ruhsal sorunlarını yapayalnız göğüsleyen, her yaşında biraz daha içine kapanan, kaybolan, izleri silinen Emine Hanım’ın hayatını anlatan bu kitap, tıpkı bir aile albümü gibi kalabalık bir günde olmasa da yalnız hissettiğiniz her anda raftan indirip almaya, okumaya ve görmeye değer bir hikâye sunuyor.

ZAMANIN EN KISA HALİ – CEM AKAŞ

Annesiyle el ele tutuşmuş, caddenin karşısına geçecekler. Annesi yürümeye başlayınca o da yoğun trafikli caddeye adım atıyor, atmasıyla da annesinin onu kolundan sertçe geri çekmesi bir oluyor. Sağına soluna bakmadan, araba gelmediğinden emin olmadan karşıya geçmeye kalktığı için azar işitiyor annesinden, eli hala onun elinde. Ama sen de geçiyordun, diye itiraz edecek oluyor; Bana ne bakıyorsun, diyor annesi, Ya seni öldürmeye çalışıyorsam? Önünde açılan bu yeni ve derin ufka sessizce bakakalıyor.

Bellek hangi anıları saklar, nasıl saklar, saklarken nasıl değiştirir? İnsan kendi hayatını nasıl hatırlar, hangi anıları unutmaz? Güvenirliği şüpheli bir yığının içinde hangi anlar neden parlar?

Zamanın En Kısa Hali bir mozaik; tüm parçalar yan yana geldiğinde ortaya bir anne-kız ilişkisi, aşk, akışkan cinsel kimlik, akışkan cinsellik ve sanat dünyasının halleri üzerine etkileyici, benzersiz ve okurun unutmayacağı sahneler içeren bir hikaye çıkıyor.

What's your reaction?