Haftanın Kitaplığı – 25 Ocak 2021

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz.

ÇIPLAKLARI GİYDİR / DOROTHY PARKER TOPLU ÖYKÜLER 2 – DOROTHY PARKER

Mağrurları ters köşeye yatıran öyküler…

Sivri dili ve esprili tarzıyla Caz Çağı’nın adından en çok söz ettiren yazarlarından Dorothy Parker, Türkçeye ilk kez çevrilen toplu öykülerinin ikinci cildi Çıplakları Giydir’de, varoluşun dramatik yanlarını, insani açmazları yine kendine özgü, diyalogların ağırlıkta olduğu ironik anlatımıyla sergiliyor.

“İnsanların başına böyle inanılmaz şeyler geldiğini hiç bilmezdim.”

Amerikalı yazarın yirmi bir öyküsüne yer veren Çıplakları Giydir; düşlediği romantizmi bulamayanların, sinsice planlarla evliliğini bitirmeye çalışanların, hayatı partilere gitmekten ibaret sananların, hiçbir acı gerçeği görmeye dayanamayanların, başına gelen en korkunç şeyin tırnağının kırılması olduğunu varsayanların, zorbaların, korkakların, yalancıların, intikam peşinde koşanların ve daha nicelerinin yaşamına ayna tutuyor. 1920’ler ve 30’ların ruhunu göz kamaştıran yanları ve karanlığıyla zekice yansıtan, “trajikomik” olayları sivri uçlu kalemine dolayan Dorothy Parker, bu öykülerinde sadece kendi dönemini değil, insanın değişmeyen gerçekliğini de yakalamayı başarıyor.

“Zira kırmızı yas içindir, malum. Ölmüş bir aşk için parlak kırmızı. Bunu biliyor muydun?”

Pek çok Hollywood filminin senaryo ve diyaloglarına da katkıda bulunmuş olan Parker; insan ilişkilerindeki sorunları, yalnızlığı, iletişimsizliği, aşk ve kıskançlık krizlerini, karşılıklı oynanan rolleri, kimi zaman acımasızlığa varan samimiyetsiz oyunları komik diyaloglar eşliğinde nakşettiği bu öykülerde, hiçbir karakterine ayrıcalık tanımıyor. Kendi hata ve zaaflarına karşı kör olanlar, benmerkezciler, hesapçılar için tüm kaçış yollarını kapatan yazar, alaycılığı bir an olsun elden bırakmadan okuruna da kendisiyle yüzleşme fırsatı veriyor.

“Erkekler tatsızlıkları yoluna koymaktan nefret eder. Meseleler üzerine konuşmaktan tiksinirler. Geçmişi ardına göm çocuğum ve onun taşsız, isimsiz mezarının başından ayrılıp neşeyle yoluna devam et.”

TAŞRADA BİR AY – JOSEPH LLOYD CARR

Orada kalsaydım, bir ömür mutlu olabilir miydim? Sanmıyorum, hayır. İnsanlar göçer, yaşlanır, ölür ve her köşebaşında bir başka güzellikle karşılaşmaya duyulan o aydınlık inanç söner, tükenir. Ya şimdi ya da hiçbir zaman; mutluluğu ancak havada uçuşurken yakalayabiliriz, yakalayacaksak.

Tom Birkin, I. Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarına sahne olan Passchendaele’den muharip gazi olarak ülkesine dönmüş, hayatı kaldığı yerden tekrar yakalamaya çalışmaktadır. Bir kilise duvarındaki, Orta Çağ’dan kalma freskin gün yüzüne çıkarılması işi için Kuzey Yorkshire’daki Oxgodby kasabasına gelir. İlk başta, bir Londralı olarak taşraya âdeta bir Marslı kadar yabancıdır; fakat taşranın sabit yaşamı ve çalışma ritmi, beraberinde imkânsız bir aşkın da kapısını aralayarak Birkin’i kısa sürede içine alır, ona savaşın yaralarını sarmasında yardımcı olur ve kendisini evinde hissettirir.

Taşrada Bir Ay, yazarın deyimiyle “sonsuza dek yitirilmiş bir dönemi” ve o dönemden yadigâr kalan sevinçleri, üzüntüleri, korkuları, kızgınlıkları,hayal kırıklıklarını, umutları, hayalleri ve tabii ki emekleri unutturmamak için yollanmış, zamanın zalim eline direnen bir kartpostal gibidir âdeta.

J. L. Carr, taşranın dinginliğini ve pastoral yaşantısını, imkânsız aşkın olanca hüznü ve lirizmiyle bezediği atmosferde, bir ülkenin kayıp güzelliğinin izini sürerken, unutturmamaya çalıştığı bütün o duyguların aslındahepimiz için ne kadar benzer, hatta ortak olduğunu da

Çağdaş İngiliz edebiyatının klasiklerinden Taşrada Bir Ay, Umay Öze’nin
çevirisiyle…

“Carr savurgan bir yazar değildir ve hayalde canlanan geçmişe geri dönmeyi sağlayan, büyülü bir dokunuşa sahiptir.”

Penelope Fitzgerald

“Modern İngiliz edebiyatında bir benzeri daha yok.”

D. J. Taylor 

ADANMAK – ALİ GRANİT

Adanmak, Türkiye’de benzeri gittikçe azalan kitaplardan biri; bir başarı öyküsünün kahramanının yaşamına eğilen, unutulmasının önüne geçmeyi amaçlayan bir çalışma.

Yalçın Granit, Türk basketbolunun kuruluş yıllarından başlayarak bugüne kadar etkin rol oynamış; önce sahada, sonra kulübede, ardından da yazılarıyla basında milli basketbolumuz için emek vermiş bir isim. Elinizdeki kitap, yalnızca onun basketbol macerasını kayda geçirmeyi amaçlamıyor. Adanmak, hem spor tarihimiz için bir belge hem de yeni kuşaklar için bir şeye adanabilmenin ve başarılı olmanın imkânsız olmadığını gösteren örnek bir yaşamöyküsü.

Onun çarpıcı “kendini yoktan var etme” serüveninin izini sürerken de fonda bir yüzyıldan diğerine güçlenerek yol alan Türk basketbolunu, geçirdiği evreleri aşamalarıyla gözler önüne seriyor.

HA-HA – JENIFFER DAWSON

Ha-Ha bir çığlık, bir kahkaha, bir feryat, bir soru… “Akıllılık”la “delilik” arasında duran köhne bir duvar, görünmez bir sınır… Ve varolmanın püf noktasını yakalamak isteyen ama bir türlü yaşam oyununun kurallarını öğrenemeyen genç bir kadının hikâyesi… Katı ve tuhaf bir anneyle büyümüş, Oxford’da okumaya başlamış ve nihayet bir akıl hastanesine kaldırılmıştır Josephine. Etrafında hoplayıp zıplayan hayvanların, tesadüfen yan yana gelmiş türlü nesnenin ya da bir çarşafın çizgilerinin arasında, bir tavan arası penceresinin önünde, bir masanın altında, bir hendekte, yollarda hayatın peşine düşer yine de. Kimse öyle düşünmese de aşk için, neşe için doğduğuna inanmak ister. Tüm kırılganlıklarına rağmen özgürlüğü için muhteşem bir direniş gösterir. En büyük gücü de, en “normal” anlarda sahneye giriveren kahkahalarıdır.
Jennifer Dawson’ın 1961’de yayınlanan ve aynı yıl James Tait Black Memorial Ödülü’nü alan bu kitabı, kadınları marjinalleştiren, histerik olmakla damgalayan, önemsizleştiren ve itibarsızlaştıran söylemlerle pratikleri gözler önüne sererken, bir yandan da bizi Josephine’in kahkahasına eşlik etmeye, kendi kahkahalarımızı onunkilere katarak neşemizin hudutlarını genişletmeye çağırıyor.

“Keyif ve şaşkınlıkla yeniden kahkaha atıyordum. Kahkaham, tıpkı patlak bir borudan kontrolsüzce fışkıran sular gibiydi.”

BELKİ DE BİRİYLE KONUŞMALISIN – LORI GOTTLIEB

Konusunda uzman bir psikoterapist ve yazar olan Lori Gottlieb, kırklı yaşlarında beklenmedik bir ayrılık yaşıyor. İyileşme sürecinin bir parçası olarak kendisi de terapiye gitmeye karar veren Lori’nin hayatına deneyimli ama ilginç bir terapist giriyor: Wendell. Tuhaf hırkası ve pantolonuyla, meslektaşlarının pek de tercih etmeyeceği terapi odası dekorasyonuyla bir TV dizisinden fırlamış gibi görünüyor.

Aldığı sıkı eğitime ve deneyime rağmen hayatındaki bu beklenmedik krizi aşmaya çalışan Lori, eşzamanlı olarak danışan hayatlarının mahrem odalarında dolaşmaya devam ediyor: Bencil bir Hollywood yapımcısı, kanser teşhisi konan yeni evli bir kadın, hayatında hiçbir şey düzelmezse doğum gününde intihar edeceğini söyleyen yaşlı bir kadın ve yanlış adamlarla takılmaktan vazgeçemeyen genç bir kadın…

Şaşırtıcı bir bilgelik ve mizahla Gottlieb; aşk ve arzu, anlam ve ölümlülük, suçluluk ve kurtuluş, korku ve cesaret, umut ve değişim arasındaki gergin ipte yol alırken, kendimize ve başkalarına söylediğimiz gerçekleri ve kurguları inceleyerek kör noktalarımızı işaret ediyor.

Belki de Biriyle Konuşmalısın; geçmiş hikâyelerimizi gözden geçirmenin, ilerlememize ve iyileşmemize nasıl yardımcı olduğuna dair çok derin ve kişisel, ama bir o kadar da eğlenceli ve evrensel bir tura çıkarıyor bizi.

What's your reaction?