Haftanın Kitaplığı – 24 Mayıs 2021

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz.

KLARA İLE GÜNEŞ – KAZUO ISHIGURO

Kazuo Ishiguro’nun Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıktan sonra yayımlanan ilk romanı Klara ile Güneş, Lâle Akalın’ın çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından dilimizde yayımlandı.

Ishiguro, bu romanında yeni teknolojilerin etkisiyle köklü değişimler geçirmiş bir toplumda yaşanan, sevgi, umut ve fedakârlığa dair bir hikâye anlatıyor.

Sıra dışı gözlem yeteneğine sahip bir yapay zekâ olan Klara, kendisi gibi “Yapay Arkadaş”ların satıldığı mağazadaki yerinden insanları izleyip dış dünyayı öğrenmeye çalışır, onu yeni evine götürecek o özel çocuğu sabırla bekler. O çocuk nihayet çıkageldiğinde, Klara kendini ezici kaygılar ve kırılgan umutlarla dolu bir dünyada bulacak, sarsılmaz bir adanmışlıkla bağlandığı Güneş’in yardımıyla bir mucizeyi gerçek kılmaya çalışırken insan denen canlıyı bütün zaafları ve çelişkileriyle tanıma fırsatı bulacaktır.

Fotoğraf: Richard Pohle / The Times / News Syndication / Redux

KUYRUKLUYILDIZ GÜNLERİ – H.G. WELLS

Biliminsanlarınca, kütlesinin çoğu gazdan oluştuğu için çarpsa da etkisi olmayacağı düşünülen bir kuyrukluyıldız Dünya’ya yaklaşıyor. Yaklaştıkça büyüyor, yeşilimsi aydınlığı belirginleşiyor.

İnsanlık ise kendi dertleriyle meşgul. Dünya ekonomik krizde, insanlar işsiz, büyük bir savaş kapıda. Sömürünün ve savaşın yanında kuyrukluyıldızı hiç umursamayan genç sosyalist William Leadford’ın en büyük derdi ise henüz ayrıldığı sevgilisi. Oysa Dünya, kuyrukluyıldız sayesinde büyük bir değişimin eşiğinde.

Wells’in 1910’da Dünya’dan görülebilecek olan Halley Kuyrukluyıldızı’na duyduğu merakla 1906’da kaleme aldığı bu ütopya, yazarın insanlık durumuna dair gerçekçi gözlemlerinden yola çıkarak ilerliyor ve eşitlik, pasifizm, özgür aşk ekseninde dönüyor.

Savaş ve sınıfsal çelişkiler kadar aşk üzerine de zamanının ilerisinde görüşlere sahip Kuyrukluyıldız Günleri, toplumsal düzenin üzerine inşa edildiği temeli sarsmaktan korkmayan, sadece Wells’in yazabileceği öngörüde bir “bilimsel romans”.

“Wells Kuyrukluyıldız’da bir yazarın karşısına çıkabilecek en ürkütücü mücadelelerin üçüyle yüzleşiyor. İlki, roman kesinlikle tartışmalı; Wells istediğini anlatabilmek için romanı tersyüz etme riskine giriyor. İkincisi, romanın ilerleyen bölümleri ütopyacı; herkes bilir ki ütopyalar parıltıdan yoksundur. Son olarak, Wells’in anakarakterinde kahraman hamuru yok; bu karakterle empati kurmak zor. Ama gelin görün ki Wells tüm bu sorunların altından zekice kalkıyor.” –Ben Bova

ŞAMPİYONLARIN KAHVALTISI – KURT VONNEGUT

Gelin, Görün Sizde Aklınızı Kaçıracaksınız!

Amerika’yı, insanların gerçek hayattan bu kadar uzak olduğu, tehlikeli ve mutsuz bir ülke yapan şeyi anlayınca, hikaye anlatmayı bırakmaya karar verdim. Hayat hakkında yazacaktım. Her insan, bir diğeriyle tam olarak aynı ölçüde önemli olacaktı. Bütün gerçeklere eşit ağırlık verilecekti. Hiçbir şey dışarıda bırakılmayacaktı. Başkası düzen getirsin kaosa. Ben tam tersine düzene kaos getirecektim, ki bunu da yaptım bence.


Başarılı oto galerisi sahibi Dwayne Hoover, şiddetli bir orta yaş krizine girmek üzere. Farkında değil, ama değeri bilinmemiş bilimkurgu yazarı Kilgore Trout kendisine doğru ilerliyor. Çok geçmeden karşı karşıya geldiklerinde, onları çok önemli bir misafir bekliyor olacak. Şampiyonların Kahvaltısı, zenginleşen Amerikan toplumunun zihnini cinsellik, siyaset, savaş ve daha fazla tüketimle bombardımana tutan kitlesel medyayı alaya alan karnaval niteliğinde bir şaheser.

#vonnegut #tüketimtoplumu #kitleselmedya #delilik #şiddet
 
“Voltaire geri dönmüş de plastikten, tek kullanımlık bir Amerika’nın dehşetiyle dalga geçiyor gibi.”                       

The Sunday Times

EKOPRAKSİSİN ONTOLOJİSİ / SPINOZA VE MARX – SEVİNÇ TÜRKMEN

Sevinç Türkmen’in “günümüzde büyük ölçüde dil, mantık ve matematik eksenli araştırmalarla sınırlandırılmış olan felsefe”nin, çağdaş sorunlarımıza bir yanıt bulabilmek adına farklı ve daha etkili bir mecraya taşınmasının mümkün olup olmadığını araştırdığı çalışması Ekopraksisin Ontolojisi: Spinoza ve Marx, İthaki Yayınları’ndan çıktı.

Türkmen, araştırması boyunca karşımıza üç önemli kavramı çıkartıyor: İnsan, doğa ve etik. Kitabın okurları, gerek günlük dilde gerekse felsefe dilinde çok sık kullandığımız bu kavramları bir çatı altında tartışmanın zannedilenden daha güç olduğunu, ancak bu yönde bir çabanın, hedeflediği ufuklar düşünülürse, göze alınmaya değer olduğunu görecek.

“Spinoza ve Marx… İlki töz, mutlak, sonsuz, içkin, öz, varoluş, zorunluluk, etkime gücü gibi kavramlardan bahsediyor, diğeri tarih, sınıf, çelişki, emek, değer, üretim ilişkileri, yabancılaşma gibi kavramlardan. Birinin temel metni, tözün, sıfatların, tavırların geometrik yolla serimlendiği Ethica, diğerininki metanın, ücretin, değerin, paranın, sermayenin, makinenin birbiriyle bağıntısının matematiksel hesaplar ve formüllerle irdelendiği Das Kapital. Peki ilk bakışta iki ayrı şeyle iki farklı tarzda ilgi içindeymişçesine düşünülebilecek bu iki filozof hangi bağlamda bir araya getirilebilir? Bu bağlam, ekolojik bir varoluş tarzının yani ekopraksisin nesnel olanaklarının araştırılması olabilir mi? Kuşkusuz bu soruların yanıtı için iki filozofun doğa felsefelerine bakmak yerinde olacaktır. Zira ekolojik bir araştırmanın nesnelliğini temin edecek birincil disiplin doğa felsefesi, yani esasen ontoloji olabilir. Bu ontolojik araştırmanın tamamlayıcı boyutu ise toplumların kuruluşunun mantığına dair tarihsel bir okumadır.”

HAKİM’İN YOLCULUĞU 3 – MAKEDONYA’DAN FRANSA’YA – FABIEN TOULME

Yüreğinin sesinden gidince daha mı kolay kavuşur insan sevdiğine? 

Fabien Toulmé’nin gerçek kişilerden ve yaşanmış olaylardan esin alarak üç ciltlik bir seriye dönüştürdüğü Hakim’in Yolculuğu, sığınacak bir liman bulamadan yitip giden göçmenlere adanmış etkileyici bir grafik roman.

Sanatçının uzun araştırmaları ve bir buçuk yıla yayılan ikili görüşmeleri sonucu şekillenen anlatısı, Suriye’deki savaş nedeniyle sahip olduğu her şeyi geride bırakıp yeni ve daha “yaşanabilir” bir hayat kurma hayaliyle yollara düşen kendi hâlinde bir bahçıvanın mücadelesine tanıklık ediyor. Seri, genç adamın Şam’ın güney banliyösünden başlayarak Lübnan, Ürdün, Türkiye, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Macaristan, Avusturya ve İsviçre üzerinden Fransa’nın Aix-en-Provence şehrinde noktalanan zorlu yolculuğunu odağına alıyor.
 
Toplumsal yansımaları küresel boyutta hissedilen mülteci krizini farklı açılardan ele alan Toulmé, pek çokları için birer “öteki” olarak nitelenen mültecilerin yaşadıklarını anlamak ve anlatmak için çaba göstermekle kalmıyor; insanlık onuru gibi önemli bir konuya da dikkat çekiyor.

Evimi terk edeli nerdeyse üç yıl oluyor.
 
Serinin üçüncü cildi, 2015 yılının eylül ayına uzanıyor ve Hakim’in yasadışı yollarla Makedonya’dan Fransa’ya kaçışını sayfalarına taşıyor. Baba ve oğul Atina’ya varmış olsalar da Fransa’ya ulaşabilmeleri için katetmeleri gereken yol uzun ve çetrefillidir. Orta Avrupa’da yükselen yabancı düşmanlığına bağlı olarak Hakim ve oğlu, yolculuk boyunca insanlık dışı muamelelerle karşılaşırlar. Balık istifi araçlara bindirilip mülteci kamplarında zorlu günler geçirirler. Açlık ve dondurucu soğukla sınanıp kimi zaman parklarda kimi zaman sokaklarda sabahlarlar. Sınırları, gecenin zifiri karanlığında yürüyerek geçerler. Çaresizlik ve korku hissi tüm hücrelerini kaplamış olsa da Hakim asla kaderine teslim olmaz. Kalbinde yeşerttiği umut, oğlu Hadi’nin varlığı ve diğer mültecilerle arasındaki koşulsuz dayanışma onu geç de olsa hedefine, ailesine kavuşturacaktır…
 
Yakın geçmişimizde ve coğrafyamızda yaşanan “iç acıtıcı” olayları en doğru ve tarafsız şekilde aktarabilmek için bir mültecinin tanıklığına başvuran Hakim’in Yolculuğu, göçmenlere yardım eli uzatanlara ve dünyanın daha insani bir yer olmasına katkıda bulunanlara içten bir selam gönderiyor.
 
Yaşanmış bir hikâyeye dayanmasından ötürü hem bir belgesel hem de merak uyandırıcı bir haber röportaj niteliği taşıyan ve yaşama dair her duyguyu içinde barındıran seri, usta bir çizer ve hikâye anlatıcısı olan Fabien Toulmé’nin güçlü görselleriyle müthiş bir sinematografik anlatım sergiliyor.

Artık beraberiz!
Sonsuza dek!

ORMANI KİM KOKUTTU?: SÜPER KOKUTUK BİR HİKAYE – CLARE HELEN WELSH

Lemur Lemi Amazon Ormanları’nda tatilde.
Tam güzel bir öğle şekerlemesine hazırlanıyordu ki…
PÖFFFF! Bu berbat koku da ne?

Lemi, feci kokunun kaynağını bulmak için çıkıyor ormanda yolculuğa,
başlıyor önüne gelene sormaya:
“Pöffff! Sen misin o?”

Orman süper kokutuk canlılarla dolu. Lemi hepsiyle tanışacak ama bakalım şu koku onun yakasını ne zaman bırakacak?

Waterstones Çocuk Kitapları Ödülü sahibi çizer Nicola O’Bryne ile ödüllü yazar Clare Helen Welsh’in birlikteliğinden ortaya çıkan Ormanı Kim Kokuttu?!, çocukları tembel hayvan, kokarca, süne böceği gibi kötü kokulu dostlarımızla tanıştıran oldukça matrak bir resimli hikâye. Sonundaki Kötü Kokulu Gerçekler bölümü, hikâyede adı geçen hayvanlar hakkında ilginç bilgiler ve fotoğraflar sunarak kitabı çocuklar için daha da büyüleyici kılıyor.

BUMERANG METİNLER – BORA ERCAN

Bumerang Metinler Paloma Yayınevi etiketiyle Mayıs 2021’de yayımlandı. Gezi edebiyatı ve doğu felsefesi üzerine kitaplarıyla tanınan Bora Ercan’dan türlerarası deneysel bir çalışma olan bu kitapta yer alan altmış üç metin insanla, tarihle, devletle, inançla kıyasıya bir hesaplaşma. Metinler kimi zaman alaycı kimi zamansa kavgalı bir söylemle birbirine eklemlenerek ilerliyor.
Metinlerde dil oyunları, ses ve görüntü çağrışımları, edebiyatımıza pek de konuk edilmemiş kavramlarla örülü imgeler, ezoterik dünyadan material dünyayabir bumerang gibi gidip geliyor.
Bumerang bir oyuncak değil bir silah ve her silah gibi çift yönlü; hem hedef alınanı hem de kullananı yaralama, öldürme potansiyeline sahip. Bumerang metinler zehirlerken, esrik bir katarsis ayinine davet ederek yer yer sağaltıyor da okuru.

What's your reaction?