Haftanın Kitaplığı – 22 Haziran 2020
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.
LİSE ÖĞRETMENİ PEDERSEN’İN ÜLKEMİZE MUSALLAT OLAN BÜYÜK SİYASİ UYANIŞA DAİR ANLATISI – DAG SOLSTAD
Çiçeği burnunda öğretmen Knut Pedersen ilk görev yeri olan taşra kasabasına geldiğinde, hayalleri aile kurmanın ve saygın bir öğretmen olarak sade bir hayat sürdürmenin ötesine uzanmaz. Ne var ki yıllardan 1968’dir ve dünyanın dört bir yanında esen değişim rüzgârı Norveç’in taşrasına da ulaşmıştır: Pedersen okulda yaşayacağı beklenmedik bir olaydan sonra gittikçe büyüyen bir siyasi harekete kapılacağından ve hayatını başka türlü amaçlara adayacağından habersizdir.
Dag Solstad Türkçedeki yolculuğuna Mahcubiyet ve Haysiyet’le unutulmaz bir başlangıç yapmış, okurlardan büyük ilgi görmüştü. Şimdiyse lise öğretmeni Pedersen’in şahsında bütün bir kuşağın hayallerini, dünyayı değiştirme arzusunu, mağlubiyetten sonraki şaşkınlığını ve iç hesaplaşmalarını bazen hüzün bazen mizahla, ama hep tutkuyla anlatıyor.
“Bütün söylentiler doğru çıktı: Solstad vazgeçilmez bir romancı.”
Charles Finch, New York Times Book Review
“Norveç’in tartışmasız en cesur ve en zeki yazarı.”
Per Petterson
“Solstad’ın dili, eski görünen yeni bir zarafetle parıldar ve taklit edilemeyen, enerji dolu, kendine özgü bir ışıltı yayar.”
Karl Ove Knausgaard
KIZLARIN SUSKUNLUĞU – PAT BARKER
Npr, Washington Post, Financial Times ve The Economıst’e Göre Yılın En İyi Kitaplarından.
Onu görmeden önce sesini duydum: Çığlığı surlarımızın içinde yankılanıyordu. Tanımak için onu görmenize gerek yoktu, şanı savaşacağı yerlere önceden gelirdi: Yüce ve zeki Akhilleus, tanrılara benzeyen Akhilleus… Ondan bahsederken bu isimlerin hiçbirini kullanmazdık. “Kasap” derdik biz ona.
Beni kendi şehrimden, tahtımdan kopardığı gün eski hayatıma dair her şey ardımda kaldı. Troya’yı almak üzere yola çıkmış bir ordunun kölesi, kardeşlerimi ve kocamı öldürmüş Akhilleus’un odalığıydım artık. Kim olduğunu önemsemediği bir ganimettim onun için, fazlası değil.
Neyi mi önemserdi peki? Şanını… çünkü pazarlık böyle yapılmıştı, hilekâr tanrıların ona verdiği söz buydu: Troya surları altında erken bir ölüme karşılık ebedi şan ve şeref. Ve ölümü yakındı, bunu biliyordu.
Ama bu hikâye savaşın nasıl şanlı olduğunu, erkeklerin ne kadar cesurca çarpıştığını anlatmayacak, o defalarca yapıldı. Hayır, bu tarihte unutulmaya zorlananların hikâyesi. Yine de unutulmayacağız, yıllar sonra bile anneler çocuklarına Troya şarkılarını söyleyecek, biz de onların rüyalarından eksik olmayacağız… kâbuslarından da.
Kızların Suskunluğu’nda Pat Barker, Troya Savaşı’nı Akhilleus, Odysseus ve Agamemnon gibi intikam peşindeki erkeklerin değil, onların gölgesinde kalan bir kadın olan Briseis’in gözünden anlatıyor ve İlyada destanına yepyeni bir bakış açısı getiriyor.
“Kızların Suskunluğu savaşa ve ardında bıraktıklarına dair şahane, başkaldıran ve tüyler ürperten bir roman. Tek kelimeyle muazzam.”
Diana Gabaldon
“Neredeyse Homeros’un yazdıkları kadar görkemli. Meşhur olaylar ve mitolojik isimler bu kitapta büyülü biçimde yeniden hayat buluyor. Dokunaklı ve usta işi bir roman.”
The Economist
“Kızların Suskunluğu, zekâ yüklü bir roman.”
Kirkus
“Bu kitap daha doğru bir zamanda yazılamazdı. Barker, kadınların gündelik dilini yansıtmakta gerçek bir usta.”
Publishers Weekly
“Man Booker ödüllü Pat Barker’dan İlyada üzerine zarafet dolu bir roman. Bu kitaba dair her şey çok inandırıcı. Ne kadar tavsiye etsek az.”
Booklist
“Ben, Kirke muazzam bir feminist anlatıydı, Kızların Suskunluğu ise her parçasıyla bambaşka bir seviyede. Pat Barker’ın külliyatındaki Damızlık Kızın Öyküsü ânı bu.”
Sam Baker
PÎRÎ – KAYIP DENIZLER ÜZERINE BIR ANIMSAMA – FARUK DUMAN
Yapı Kredi Yayınları, Faruk Duman kitaplarını yayımlamayı sürdürüyor. 2003 yılında Pîrî ile romana yönelen Duman, bu alandaki yetkinliğini yıllar içinde göstermişti. Yazarın ilk romanı Pîrî şimdi YKY kapağıyla okuruna ulaşıyor.
Pîrî’de Osmanlı Paşası Yusuf’un, komutasındaki gemiyle görevlendirildiği bir kuşatmaya giderken, Karanlık Deniz’de yaptığı gerçeküstü yolculuk anlatılıyor. Masalsı, fantastik atmosferiyle dikkati çeken roman Yusuf’un dışında üç kişinin daha çevresinde dönüyor: Seyyid, Azat, Seferis. Bir eski zaman teknesinde dört kişinin gerçek-düş ilişkileriyle gelişen romanda Yusuf’un bilinci, annesiyle ve ilk aşkıyla, denizle, uzaklarla, haritalarla, kayıp noktalarla, karanlıklarla sarmalanıyor. Efsunlu bir atmosfer içinde süzülen tekne, buğulu denizlerde, sonsuzluğun sessizliğinde dolaşıp Çıplak Kadınlar Adası’nda demir atıyor.
“Çocukluğumun puslu zamanlarından sıyrılıp da denizler enginine açıldığımda anladım ki, ben meğer, gözlerimin önünde uzayıp giden denizi, hayal edermişim.”
ARKA SIRADAKİ ÇOCUK – ONJALI RAUF
Sınıfımızdaki arka sıralardan biri boştu. Şimdi orada yeni bir çocuk oturuyor. Adı Ahmet, dokuz yaşında (benim gibi) ama biraz tuhaf biri. Hiç konuşmuyor, hiç gülmüyor, limonlu şekerleme bile sevmiyor (oysa ben bayılırım!). Onunla ilgili gerçekleri sonradan öğrendim: Ahmet hiç de tuhaf bir çocuk değilmiş. O bir mülteciymiş, savaştan kaçmış. Gerçek bir savaştan. Bombaların ve kötü insanların olduğu bir savaştan. En iyi arkadaşlarımla ona yardım etmeye karar verdik ve bir plan yaptık. Hem de harika bir plan!
YAPAY ZEKA ÇAĞI – BYRON REESE
100.000 yıl önce ateşi kontrol altına aldık, böylece dile uzanan yola girdik.
10.000 yıl önce tarımı geliştirdik, böylece yerleşik hayata geçip şehirler kurduk ve toprak savaşlarına giriştik.
5000 yıl önce tekerleği ve yazıyı icat ettik, böylece ulus devlet anlayışını geliştirdik.
Şimdi ise yükselen teknolojiyle birlikte yeni ve dördüncü bir çağın, yapay zekâ çağının başlangıcındayız. Fakat buraya birdenbire gelmedik. Byron Reese insanlığın yapay zekâ çağına uzanan bu çok uzun ve meşakkatli geçmişini incelemekle başlıyor; insanlık adına kazandığımız bütün savaşlardan ve geçtiğimiz bütün yollardan sonra nihayet bugüne, bilgisayarların ve makinelerin yüzyılına geliyor.
Yapay zekâ ve robotik bilimi, tarihin bu dönüm noktasındaki yol göstericilerimiz ve bilimin bu yükselen yıldızlarına sormamız gereken çok fazla soru var: Bizler, insan olarak birer makine miyiz? Bilgisayarlar herhangi bir şey hissedebilir mi? Bilinç kazanmaları mümkün mü? Eğer bilinçlenirlerse, bu bizi bir insan-robot savaşına yönlendirir mi? Peki ya etiğin bütün bunlar üzerindeki etkisi nedir? Tarihi arka plandan mühendislikteki son gelişmelere, felsefeden sinema ve dizi sektöründeki yansımasına kadar yapay zekânın yolculuğu Yapay Zekâ Çağı’nda sizi bekliyor.
“Yapay Zekâ Çağı sadece yapay zekânın yükselişinin bizim için ne anlama geldiğini tartışmakla kalmıyor, aynı zamanda okurları önyargılarına meydan okumaya zorluyor. Ve tüm bunları hem eğlenceli hem de ilgi çekici bir şekilde yapmayı başarıyor.”
YAZMA ÜZERINE SOHBETLER – URSULA K. LE GUIN
Kurmaca, şiir ve kurmacadışına odaklanan üç ayrı söyleşiden oluşan bu sohbetlerde, yazmanın zorluk ve ödüllerini, inceliklerini ve püf noktalarını tartışıyor Ursula K. Le Guin. Bunu yaparken de, hem yazar olarak birikiminden hem de “yaşanan bilgelik” haline gelmiş tecrübelerinden bekleneceği üzere pek çok konuya değiniyor. Yazma zanaatının teknik detaylarından dilin ahlaki meseleleri yansıtma ve kullanma biçimlerine, yazının ritminden şiirin müziğine, yayıncılık piyasasından kadın yazarların edebi kanondan dışlanmasına, “öteki”nin perspektifinden yazmaktan siyaset, bilim ve doğaya uzanan geniş bir yelpaze bu.
“İyi bir söyleşinin hiç bitmemesini istersiniz,” diyor Le Guin. Nitekim yazarın kendi eserlerinin yanı sıra, etkilendiği ve ilham aldığı bazı eserlerden alınan pasajlarla da zenginleştirilmiş olan bu sohbetlerin tadı okurun damağında kalıyor. Hayranlarına Le Guin’i daha iyi tanıma fırsatı sunan bu kitabın, yazarı henüz tanımayanlar için de güzel bir tanışma vesilesi olacağını umuyoruz.