Haftanın Kitaplığı – 18 Temmuz 2022
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz
BİTKİ ULUSU – STEFANO MENCUSO
Stefano Mancuso’nun kendini evrenin merkezi olarak gören insanı gerçeklerle yüzleşmeye, doğanın sesine kulak vermeye davet eden çalışması Bitki Ulusu, Leyla Tonguç Basmacı’nın çevirisiyle Alfa Yayınları’ndan çıktı.
Mancuso, kitabında “Bitki Ulusunu yok etmek insanlığı yok etmektir”, diyor.
“Ekonomik modelimiz ve teknolojimiz için gereken başlıca kaynaklar tükenmek üzere. Yeniden üretilemeyecek kaynakların tüketilmesi, küresel ısınmanın yerküre üzerindeki olumsuz sonuçları, biz insanları geri dönüşü olmayan bir noktaya taşıyor. Kendini evrenin merkezi olarak gören insanın gerçeklerle yüzleşmesi gerekiyor. Bitkilerin korunması, alınacak önlemlerin daha ciddi bir şekilde uygulanması ve doğanın sesine, Bitki Ulusuna kulak vermenin zamanı geldi. Kural çok basit: Sürdürülebilir bir dünya için etrafımızı göz alabildiğine yeşillendirmeliyiz.”
MAVİ KARGA – TÜRKAN ELÇİ
Prangalar içinde ölmeye yatırılmış bir kadına hikâyeler anlatıyor bir karga:
Ulu ceviz ağacının altında, Kargabaş’ın Kutsal Mezbele’sinde leşle beslenip yeryüzünü birörnek ötüşleriyle dolduran ve Dişikargabaş’ın tüylerinin yıldızlardan bile parlak olması için mutsuz gözyaşları döken kargalar; günün birinde sevmek, âşık olmak, hep bir ağızdan şarkı söylemek, baldan tatlı dutları yemek, kanatlarıyla gökyüzüne resimler çizmek istediklerinde Kargabaş’ın kara saltanatını yıkıyorlar. Gökyüzünü bir şenlik yerine dönüştürüyorlar.
Türkan Elçi’den yüreğinize seslenecek bir roman.
BARAKA: SON KÖLE KARGOSUNUN GERÇEK HİKÂYESİ – ZOE NEALE HURSTON
Ateizmiyle, siyah-beyaz toplumsal bütünleşmesine dair görüşleriyle ayrıksı bir isim olan Zora Neale Hurston’ın genç bir antropologken Alabama’da görüştüğü, Atlantik Köle Ticareti’nin hayatta kalan son kurbanlarından seksen altı yaşındaki Cudjo “Kossola” Lewis köleliğin kaldırılışından elli yıl sonra, o dönem maruz kaldığı zulmü sakin sakin anlattı. Hurston, tüm dinlediklerini, Cudjo’nun aksanına bile dokunmadan bire bir kaydetti, böylece İç Savaş’ın sonuna kadar boyunduruk altında geçen bir hayata ve siyahların son köle gemisi Clotilda ile okyanusu aşmadan önce Afrika’daki yaşamlarına dair yeri ikame edilemeyecek bir eser çıkardı ortaya.
Hayattayken Harlem Rönesansı’nın kilit yazarlarından olsa da yapıtları görmezden gelinen, ancak Alice Walker’ın 70’lerdeki bir makalesinden sonra değeri bilinmeye başlanan Zora Neale Hurston’ın yenen şeftaliler ve karpuz eşliğinde Cudjo Lewis’ten dinlediği Afrika’da geçen çocukluk anıları ve folklorik hikâyelerin, köle ticaretinin kan dondurucu gerçeklerinin, emansipasyon sonrası özgürlüğün ne anlama geldiğinin tarihten silinmemesini sağladığı eseri Baraka: Son “Köle Kargosunun” Gerçek Hikâyesi zincirlerinden yıllar sonra kurtulan, sarsıcı bir hayatın anlatısı.
DELİLİK, SİYASET TOPLUM: TOPTAŞI BİMARHANESİ 1873-1928 – FATİH ARTVİNLİ
Fatih Artvinli’nin 19. yüzyılın son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde faaliyet gösteren Toptaşı Bimarhanesi hakkındaki çalışması Delilik, Siyaset ve Toplum: Toptaşı Bimarhanesi, 1873-1927, genişletilmiş yeni baskısıyla Telemak Kitap’tan çıktı.
Toptaşı Bimarhanesi’nin kurumsal tarihini modernleşme çabası eşliğinde, siyasal ve toplumsal tarihle birlikte ele alan bu çalışma aynı zamanda deliliğin sosyal tarihine, tımarhane anlatılarına, deliliğin tıbbileştirilmesine, psikiyatrinin ortaya çıkışı ve dönüşümüne odaklanıyor.
“Osmanlı Devleti, 1839 yılında Tanzimat’ın ilanıyla birlikte çeşitli alanlarda reform girişimlerinde bulunurken, delilik ve tımarhaneler alanında da yeni bir nizam oluşturmaya çalışır. İstanbul’un orta yerinde, Süleymaniye Bimarhanesi’nde başlayan ve sınırlı kalan ıslah çabaları, 1873 yılında patlak veren bulaşıcı bir hastalık gerekçe gösterilerek delilerin bir gece yarısı vapurla Üsküdar’a taşınmasıyla sonuçlanır. Darüşşifanın bulunduğu semtin adını alan Toptaşı Bimarhanesi, 1924 yılı sonlarından itibaren bu defa Bakırköy’e taşınır. Dolayısıyla, günümüzdeki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Toptaşı Bimarhanesi’nin devamı, Toptaşı ise Süleymaniye Bimarhanesi’nin devamıdır; çünkü sözkonusu olan sadece hastalar, çalışanlar ve malzemelerin taşınması değil aynı zamanda tarihsel ve zihinsel bir taşınmadır.”
HAMNET – MAGGIE O’FARRELL
1500’lü yılların sonu… Londra’nın doğusundaki bir kasabada yaşayan Hamnet adında bir oğlan, telaşla merdivenden iniyor. Ateşler içinde yatan ikiz kardeşine yardım edecek birini bulması gerek. Anne oradan iki kilometre uzakta, arı kovanlarının başında, bu bereketli canlıların neden huzursuzlandığını anlamaya çalışıyor. O an bilmese de ömrünün geri kalanı, asıl kendi içinde aniden oluşan huzursuzluğa kulak verip de eve gitseydi yaşananları değiştirip değiştiremeyeceğini merak ederek geçecek. Hamnet’ın duyulmayan haykırışı, annenin ömür boyu dönüp durduğu bir an olarak kalacak. Baba günlerce, haftalarca, kilometrelerce uzak. Oğlu var gücüyle bağırsa bile duyamaz. Tiyatrosuyla şehir şehir gezip alkış tufanları yaratan oyunlarını sergiliyor. Yıllar sonra kalemini kendi acısından daldıracak mürekkebe. Ve yüzyıllar boyu dillerden düşmeyecek bir oyun yazacak: Hamlet.
Maggie O’Farrell, tarihsel gerçeklerden beslenerek yazdığı bu olağanüstü romanda bir anne babanın en büyük korkusunu odağına alıyor. Yıllardır nasıl biri olduğunu anlamak için kelimeleri tek tek incelenen Shakespeare’in en büyük acısına bambaşka bir gözle, biyografilerde sadece bir isimden ibaret olan annenin pişmanlıklarıyla, acılarıyla, korkularıyla yaklaşıyor ve dört yüz yıldan eski bir hikâyeyi okurun yüreğine modern bir klasik olarak hediye ediyor.
GÜNDELİK HAYATIN TRAJEDİSİ – MAURICE MAETERLINCK
1911 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, modernizme yön veren keskin tiyatro oyunları ve denemeciliğiyle 20. yüzyılın önemli yazarlarından biri olan Maurice Maeterlinck’in denemelerinden oluşan kitabı Gündelik Hayatın Trajedisi, Antonin Artaud’nun önsözü ve Yunus Çetin’in çevirisiyle Dergâh Yayınları’ndan çıktı.
“Hükümlerini kavrayamadığımız büyük bir yargıcın indireceği elin altında, hiçbir şey söylemeksizin yaşar ruhumuz. Fakat vereceği hesabın mahiyeti nedir? Bunu belirleyecek ahlak yasasını nerede aramalı? Düşüncelerimizin çok ötesindeki diyarlarda hüküm süren gizemli bir ahlak var mıdır? En saklı arzularımız, gözle göremediğimiz merkezi bir yıldızın güçsüz gezegenleri midir? Varlığımızın merkezinde şeffaf bir ağaç mı vardır, bütün eylem ve erdemlerimiz o ağacın kısa ömürlü çiçekleri ve yaprakları mıdır? Aslında ruhumuzun hangi kötülüğü işleyebileceğinden haberdar olmadığımız gibi, daha yüksek bir zihnin veya başka bir ruhun huzurunda ne sebeple yüzümüzün kızaracağını da bilmeyiz; gelgelelim hangimiz saf sayar kendini, hangimiz o gelecek yargıçtan korkmaz? Başka ruhlardan korkmayan bir ruh gösterebilir misiniz?”
VAHŞİ HAYAT – RICHARD FORD
On altı yaşındaki Joe Brinson anne babasıyla Montana’nın Great Falls şehrine taşınır. Babası Jerry, iş adamlarının rağbet ettiği bir golf kulübünde, annesi Jeanette ise bir yüzme okulunda eğitmen olarak iş bulurlar. Fakat Jerry golf kulübündeki işini kaybeder. Bu sırada Kanada sınırına yakın dağlık bölgedeki ormanlarda, yerleşim yerlerini tehdit eden bir yangın başlar. Jerry Brinson, Great Falls’taki makûs talihlerini döndürmek için gönüllü olarak yangın söndürme ekibine katılır, fakat işler istediği gibi gitmeyecektir; zira başka bir yangın da evlerine doğru çoktan ilerlemeye başlamıştır.
Amerikan edebiyatının yaşayan en büyük isimlerinden biri olan Richard Ford’un yazarlık yaşamındaki kilit eserlerden Vahşi Hayat, İpek Şoran’ın çevirisiyle…