Haftanın Kitaplığı – 18 Nisan 2022

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz

SEVMEK DEDİKLERİ – MAGRIT SCHREINER

“Sonunda öldürürüz annelerimizi çünkü artık yalan söylemek istemeyiz.”

Avusturyalı yazar Margit Schreiner’in “Ayrılık Üçlemesi”nin Türkçede ilk kitabı –Almanca aslında son kitabı– olan Sevmek Dedikleri; birinci tekil anlatıcının yaşamını herkesten fazla şekillendiren seksen üç yaşındaki annesini bakımevine yatırıp onunla vedalaştığı son günlerini dokunaklı bir dille anlattığı uzun “Ölüm” öyküsüyle başlıyor. Anlatıcı ikinci öyküde, insanın sonsuz sevgi hayaliyle yüzleştiği bir “Düğün” kurguluyor; son öyküde, kızını dünyaya getirdiği sancılı “Doğum”un bedeninde ve belleğinde bıraktığı izle, bu kez anne oluşuyla yeni bir başlangıcı betimliyor.

“Sevmek Dedikleri”, birbirine bağlanan üç öyküden oluşan, doğum ve ölümün, bitimsiz çelişkilerle dolu anne-kız ilişkisinin, sevgi özleminin ve sevginin imkânsızlığının sarmal yapısı üstüne çarpıcı biçimde adaletsiz, iğneleyici, acımasız bir monolog.

“Derler ki insan hayatta ilk nasıl sevildiyse öyle sever. Her yerde okuyabilirsiniz. Bütün ikilem de bununla başlar zaten. Daha doğrusu doğumla.”

“Bazı giriş cümleleri unutulmazdır. (…) Margit Schreiner’in zekice yazılmış metninin çok büyük bir ayrıcalığı var: Tabuları yıkmıyor, şakacı bir üslupla ayağa kaldırıyor.” Ulrich Weinzierl, Die Literarische Welt

“Schreiner, yurttaşı Thomas Bernhard’ın verip veriştirdiği öfkeli tiratlarından bu yana en kara mizahı yapıyor.” Melanie Weidemüller, Deutschlandfunk

UYGARLIĞIN AYAK İZLERİ – CELİL SADIK

BU KİTAPTA SANATSEVERLERİN EN ÖNEMLİ SORULARINDAN BİRİNE YANIT ARIYORUZ:
“MİTOLOJİK RESİMLER NASIL OKUNUR?”

Resimlerin dilini öğrenebilmek için vâkıf olmamız gereken konulardan ilki, hiç şüphe yok ki mitolojidir. Bu kitapta mitolojinin farklı dönemlerde ne amaçlarla kullanıldığını görecek, ilhamını mitolojik anlatılardan alan resimleri tanıyıp okumayı kolaylaştıracak bir yol izleyeceğiz. Birden fazla eserde, oldukça farklı yorumlanmış mitolojik karakterleri ve hikâyelerini nasıl tanıyabileceğimizi öğreneceğiz. Bunu yaparken eserlerin ait oldukları dönemlere değinecek, özelliklerinden söz edecek, akımların ünlü sanatçıları hakkında önemli bilgiler edinecek ve birbirleriyle benzerliklerini/farklılıklarını inceleyeceğiz. Dinin görsel bir dile dönüşerek halka neler anlatabileceğini görmenin yanı sıra Hıristiyanların, Antik Pagan inanışlarını kendi dinlerine, resimlerine ve günlük yaşamlarına nasıl adapte ettiklerine tanıklık edeceğiz. Katolik Kilisesi’nin veya Floransalı zengin ailelerin mitolojiyi ne kadar etkili bir resim dili olarak kullandığını görecek, hatta mitolojik hikâyeler üzerinden Hıristiyanlık öğretilerini tanıyacağız.

Bu kitapta göreceğiniz her resim basit bir tabirle “tarihe açılan bir pencere” değil, o tarihe gidebilmenizi sağlayan birer kapı olacak. Tüm okurlar için keyifli bir yolculuk olmasını dilerim…
–Celil Sadık

EJDERHANIN DİŞLERİ – UPTON SINCLAIR

Lanny Budd, sanat eseri alım satımıyla uğraşan Amerikalı bir sosyalisttir. Irma adında, kapitalist ideolojiye yakın duran çok zengin bir Amerikalı kadınla evlidir. Lanny ve Irma çifti, pek çok farklı köken ve görüşten, uzak veya yakın çok sayıda insandan müteşekkil bir aileye sahiptir. Sıkça deniz yolculukları yapan, sefahat içindeki bu kalabalık ailenin yatına Almanya’da Naziler tarafından el konması, olayların fitilini ateşleyecek ve Lanny inandığı değerler uğrunda, sevdiklerini korkunç bir kaderden kurtarmak için âdeta bir savaş verecektir.

Upton Sinclair’in, yakın tarihin en önemli olaylarına yer verdiği 11 kitaplık “Lanny Budd” romanları serisinin üçüncü ve en bilinen kitabıdır Ejderhanın Dişleri. 1929’daki Wall Street iflasından Nazilerin 1934’teki kanlı tasfiye hareketine kadarki dönemi kapsar ve nasyonal sosyalizmin yükselişi, Hitler’in iktidara gelişi ve Nazi terörü etrafında şekillenir. Gerçek ve kurgusal pek çok karakter barındıran Ejderhanın Dişleri, Sinclair’in hikâye anlatmadaki üstün yeteneklerini kanıtlar niteliktedir.

İlk olarak 1942’de yayımlanan ve 1943 yılında yazara Pulitzer Ödülü’nü kazandıran bu büyük yapıt, Semih Lim’in özenli çevirisi ile ilk kez Türkçede!

BAŞKALARININ TANRISI – MİNE SÖĞÜT

“Ne doğumumuz ne ölümümüz ne de doğumla ölüm arasında can çekişerek sürdürdüğümüz hayatlar bize ait. Başkalarının isteklerinden doğuyor, başkalarının istediği gibi yaşıyor ve başkaları yüzünden ölüyoruz. Bizim sandığımız hayat bizim değil, bizim sandığımız beden bizim değil…”

Karanlık geçmişi tuhaf olaylarla dolu, bacakları dizlerinden kesik yaşlı Efsun Abla… Kim olduğunu hatırlamayan, hafızasını yitirmiş Adnan Abi… Sokaklarda orospuluk yaparak para kazanan toksikoman Hülya… Bir sabah uyanıp düzenini, evini, ailesini, işini terk ederek sokaklardaki tekinsiz hayata karışan, kafası karışık şair Musa… Ve çöpte bulunmuş bir bebek, Matruşka… Her biri kendi zorlu sorularıyla baş etmeye çalışan ve kucaklarındaki kimsesiz bebekle şehrin sokaklarında kendilerine barınacak bir delik arayan bu dört insan, bilinmeze doğru sürüklenen hayatlarıyla en sert gerçeklere işaret eden uçurumların kıyısında dolanıyor. Onlar her şeye karşın ayakta kalmakta inat edip şehri kuranların ve yıkanların kimliğini sorgularken, okuru da kendi kimliğiyle yüzleştiren sorular denizine açılmaya davet ediyor. Başkalarının Tanrısı’yla Mine Söğüt biri bebek beş sokak insanının yarı hayal yarı gerçekçi hikâyesiyle, yanından geçip gittiğimiz ve görmezden geldiğimiz insanların tanrısına, dolayısıyla da sözüm ona medeniyetimizin temellerine dair acımasız bir sorgulamaya girişiyor.

RIKO, OSKAR VE DEVASA BİR HATA – ANDREAS STINHÖFEL

Gerçek dostluk fedakârlık gerektirir! Alman çocuk ve gençlik edebiyatının yıldız kalemlerinden Andreas Steinhöfel’in klasikleşen serisi “Riko ve Oskar”ın beşinci halkası Riko, Oskar ve Devasa Bir Hata, bu kez daha derinlere iniyor ve dört dörtlük bir serüvenle okuru ters köşeye yatırıyor. Otuzdan fazla dile çevrilerek hem çocukların hem de yetişkinlerin gönlünü çelen serinin bu son kitabında, yaş alıp biraz daha olgunlaşan iki kafadarın ezelî ve ebedî dostlukları tatsız bir yanlış anlaşılma yüzünden sarsılıyor. Polisiye filmlere şapka çıkartan çok katmanlı kurgusuyla yine ezberleri bozan Steinhöfel, gizemli durumların ardında yatan saklı hazineleri ortaya çıkararak merak duygumuzu körükleyen bir dedektiflik hikâyesi anlatıyor. Riko, Oskar ve arkadaşlarının buluşma noktası olan gizli park satışa çıkarılmıştır. Park satılırsa çocukların tek oyun alanı ellerinden alınmış olacaktır. Elbette hiçbiri bu karara seyirci kalma niyetinde değildir; oysa süreç tahmin ettiklerinden çok daha karmaşıktır. Üstüne bir de Riko, karnındaki kelebekleri sakinleştirmeyi çalışırken en yakın dostu Oskar’ı üzünce işler iyice sarpa sarar. Tam da birlikte hareket etmeleri gerektikleri bir dönemde çözüme ayrı yollardan gitmeyi tercih eden ikiliyi zorlu engeller beklemektedir… Serinin en olgun ve derinlikli halkası olarak gösterilebilecek bu serüvende kahramanlarımız Riko ve Oskar, ucunda kalpleri pıt pıt attıran kimi duygular bulunsa dahi dostluk kavramını ebediyete taşıyabilmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamak gerektiğini hatırlatıyor. Peter Schössow’un karakteristik resimleriyle anlatısını güçlendiren Riko, Oskar ve Devasa Bir Hata; ince bir duyarlılıkla, “doğru şeyleri” zamanında yapmanın erdemiyle örülü, çarpıcı bir kitap.

AVUCUMDA RÜZGAR VAR – İSMAİL GÜZELSOY

“Tanrı müziği yarattı ve sustu.”

Yüzlerce yıl boyunca Platon’un gizemli bir bestesi olduğuna inanıldı ve bazı müzisyenlerin o kayıp eseri bildiği söylentileri kulaktan kulağa yayıldı. Bu eseri bulmaya, onun labirent gibi yapılanmış melodisiyle dinleyenleri büyülemeye çalışan insanların dünyasında geçen Avucumda Rüzgâr Var,
bir yandan da müziğin zaten büyü olduğuna ikna etmeye çalışıyor okurunu. Tahir’in müziği keşfediş yolculuğu, neredeyse egzotik bir haz alarak okunabilecek, tek başına bir macera öyküsü olarak romanın omurgasını oluşturuyor. Bir melodram olarak başlayıp büyülü gerçekçilik ile sürüp bir macera romanı olarak sona eren ve bir saz eseri gibi biçimlendirilmiş bu romanda türler arasında yapılan gezinti aynı zamanda melodik bir seyir izliyor.

Avucumda Rüzgâr Var nağmenin ve insanın ruhuna yolculuk vaat ediyor.

ÖĞRENCİ KIZ – OSAMU DAZAI

Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai, savaş sonrası Japonya’sının edebiyat çevrelerince tanınmasını sağlayan, kaleme aldığı ilk eserlerden Öğrenci Kız’da Tokyo’nun banliyösünde yaşayan bir genç kızın on iki saatini ironik ve hünerli bir üslupla kaleme alıyor.

İsimsiz genç kızın, nefret ettiği sabahlardan birine gözlerini açmasıyla başlayıp gece yatağa yattığı anda biten kısa romanda Dazai, artık yitmiş bir dönemin yaygın toplumsal normlarına karşı bireyin duyduğu huzursuzluğu, gençliğin ilk buhranları ve asiliğiyle birleştiriyor.

Öğrenci Kız, Dazai’nin sonraki çoğu eserinde yer bulacak aykırı kişiliklerin ilk örneklerinden birini görmeyi ve yazarın zihninin derinliklerine yakından bakmayı sağlayacak bir klasik.

BEN HUZURUM/BİR FARKINDALIK KİTABI – PETER H. REYNOLDS

Farkındalık, içinde bulunulan ana tam olarak odaklanmak anlamına gelir. Çocuklar farkındalık sayesinde duygularını yönetmeyi ve doğru seçimler yapmayı öğrenebilirler. Konuşarak duygularını ifade edebilirler. Hayal güçlerini kullanarak empati kurabilirler.

Ben Yogayım’ın yaratıcılarından, farkındalığın ilkeleri hakkında çocukları nefes almaya, tat almaya, koklamaya ve anda kalmaya teşvik eden güzel bir öykü.

What's your reaction?