Haftanın Kitaplığı – 15 Mart 2021
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz.
SON SENFONİ – ROBERT SEETHALER
Gustav Mahler, New York’tan Avrupa’ya giden bir geminin güvertesinde oturuyor. Dünyanın en ünlü, en büyük müzisyeni, ama vücudu artık dünyanın yükünü taşıyacak güçte değil, ağrıları her zamankinden de güçlü şimdi. Mürettebat onun el üstünde tutmaya çalışırken, o kendini bir ömrün hatıralarına teslim ediyor: Son yıllardan kalanlar, dağlardaki yazlar, hayaline düşen kızı Maria’nın ölümü, New York Filarmoni macerası, onu bekleyen diğer kızı Anna, besteleri, hastalıkları, onu çılgına çeviren hayatının aşkı Alma… Herkes, her şey -hem burada onunla, ama aslında bir o kadar da uzakta: Bu onun son yolculuğu.
Son Senfoni, geçmişle yüzleşen yorgun bir sanatçının, kristal berraklığındaki dokunaklı portresi.
“Onun özel bir üslubu var… Seethaler, cümleleri süsleyip püslemeden fazlalık gibi görünecek ne varsa soyup atıyor ve özü ortaya çıkarıyor.”
Der Spiegel
“Robert Seethaler, hayatın bir insandan talep ettiği ama büyük bir meziyet gerektiren şeyi tarif ediyor: İnsanoğlu önüne bakarak yaşarken bugünü sıkıntılı, dünü ise kasvetli olarak algılar. Ama geriye baktığında aslında ne çok güzel anlar da olduğunu şaşkınlıkla fark eder. İşte bu noktada o anları daha yoğun yaşamamış olmaktan pişmanlık duymaya başlar -yani kendi yasını tutmaya.”
WDR
“Son Senfoni, Seethaler’in son iki kitabını, Bütün Bir Ömür ve Toprak’ı ölüm üzerine yazılmış bir edebiyat zaferi üçlemesi mertebesine yükseltiyor. Bestseller listelerinde yerini alacağı tartışılmaz. Üstelik edebî değeriyle gurur duyulacak bir bestseller olarak.”
Frankfurter Allgemeine
“Bir veda senfonisi.” Süddeutsche Zeitung
2666 – ROBERTO BOLANO
Meksikalı entelektüellerin güçle ilişkisi bilinen hikâyedir. Hepsi aynıdır demiyorum. Kayda değer istisnalar var. Güce teslim olanların kötü niyetli olduklarını da söylemiyorum. Hatta tamamen teslim olduklarını bile iddia etmiyorum. Sadece bir iş deyip geçebiliriz ama devlet için çalışmaktan bahsediyoruz. Avrupa’da entelektüeller yayınevleri veya gazeteler için çalışır, karıları onlara bakar veya aileleri zengindir ve kendilerine aylık ödenek bağlatmıştır veya işçidirler ya da suçludurlar ve yaptıkları işten dürüstçe para kazanırlar. Meksika’da, ve bu söylediğim Arjantin hariç bütün Latin Amerika için de geçerli, entelektüeller devlet için çalışır.
2666’yı meydana getiren birbirinden bağımsız okunabilecek beş roman ortak unsurlar içerdiği gibi ortak bir amaca da hizmet eder. Romancılardan akademisyenlere, mahkûmlardan spor yazarlarına, öğrencilerden savaş suçlularına uzanan karakterlerin yolları ABD-Meksika sınırındaki, kadın cinayetleriyle ün salan meşum bir şehirde kesişir…
Yaşamının son yıllarında inşa ettiği 2666, Roberto Bolaño’nun belki de en iddialı yapıtı.
KAYIP HAFIZANIN İZİNDE/SİNEMADA GEÇMİŞLE YÜZLEŞME, YAS VE İNKAR – PINAR YILDIZ
Son yirmi yıldır Türkiye sinemasında bastırılanın görünür hale geldiği, geçmişteki suçların ve normallik görüntüsünün ardında yatan dehşetin sarsıcı bir şekilde ortaya çıktığı hikâyeler dile getiriliyor. Bu araştırmayı teşvik eden de, geçmişi hatırlamakta kullandığımız ve bize her zaman bir masumiyet, mağduriyet ya da kahramanlık hikâyesinin içinden seslenmiş olan Türklüğe dair imgeleri eleştirel bir perspektifle inceleme arzusudur.
Kayıp Hafızanın İzinde, farklı biçimlerde sesini duyuran geçmişle yüzleşme taleplerine sinema perdesinde verilen yanıtların etik ve politik karşılıklarını ele alıyor. Bir geçmiş ve şimdi anlatısı olarak Türklük’ün, felaketlerle bugün kurduğumuz ilişkiyi nasıl belirlediği üzerine sinema aracılığıyla düşünürken, temsilin hafıza oluşturmadaki potansiyelini ve sınırlarını tartışıyor.
Pınar Yıldız’ın çalışması, geçmişin nasıl hatırlandığına dair politikaları ele alıp deşifre etmenin, içinde yaşadığımız zamanın kültürel/toplumsal işleyişini anlamamıza ve tarihsel öznelliğimizi şekillendiren ve masumiyetimize inancımızı mümkün kılan imge ve duygu repertuvarını tanımamıza imkân sağlıyor.
YAZAR HAKKINDA: 1982 yılında Hatay’da doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 2004 yılında mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı’nda 2008 yılında yüksek lisansını, 2016 yılında ise doktorasını tamamladı. 7 Şubat 2017 tarihinde “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine attığı imza nedeniyle 686 nolu KHK ile görevinden ihraç edildi. 2019 yılında Raoul Wallenberg Enstitüsü’nün bursuyla Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi’nde doktora sonrası araştırmasını tamamladı. 2020 Aralık ayından itibaren, Academy in Exile araştırmacısı olarak Berlin Freie Üniversitesi’nde, film çalışmaları, toplumsal cinsiyet, göç ve hafıza alanlarında çalışmalarına devam etmektedir.
HAYATIMIN ROLÜ – MAITE CARRANZA
Hayatının rolü için erkenden büyümek zorunda kalanların hikâyesi…
Katalan edebiyatının ödüllü yazarlarından Maite Carranza, ekonomik darboğaza giren bir ailenin yaşadıklarını bir gencin gözünden anlattığı romanıyla ilk kez Günışığı Kitaplığı’nda. Olivia, oyuncu annesinin bunalıma girmesi ve hastaneye kaldırılmasıyla, olan bitenden habersiz küçük kardeşi Tim’i oyalamak ve hayata yeniden tutunmak için bir film oyunu kurgular. Yeni taşındıkları mahallede onları yeni renkler, yüzleşmeler, kimlikler ve roller beklemektedir. “Hepimizin başına gelebilir” duygusundan “Hayat sürprizlerle doludur” duygusuna usta işi bir kurguyla sürükleyen roman, her yaştan okura “tanıdık” gelecek ve umudu yüceltecek nitelikte. Aile içinde rollerin değişmesi, erken yaşta ağır sorumluluklar üstlenmek, yoksullukla baş etmek gibi zorlu süreçleri naif bir üslupla kaleme alan yazardan etkileyici bir kitap.
Oyuncu annesi ve küçük kardeşi Tim’le yaşayan Olivia, borçları yüzünden bankanın kapıya dayandığını öğrenir. Annesi işsiz kalmış ve elde avuçtakiler hızla tükenince de ciddi bunalıma girmiştir. Yoksullaşan ailenin yükü, on iki yaşındaki Olivia’nın omuzlarındadır artık. Bir yandan, küçük Tim’i oyalamak için kurduğu oyunu sürdürürken, bir yandan da hastaneye kaldırılan annesinin iyileşmesi için çırpınır. Yoksul bir mahallede edindikleri yeni çevreye ve okula ayak uydurmaya çalışan iki kardeş, beklenmedik arkadaşlıklarla, güç veren insanlarla sarmalanırlar…
HAKİM’İN YOLCULUĞU-2: TÜRKİYE’DEN YUNANİSTAN’A – FABIEN TOULME
Daha iyi bir yaşam uğruna geri dönüşü olmayan bir adım atmak…
Fabien Toulmé’nin gerçek kişilerden ve yaşanmış olaylardan esin alarak üç ciltlik bir seriye dönüştürdüğü Hakim’in Yolculuğu, göçmenlere yardım eli uzatanlara ve dünyanın daha insani bir yer olmasına katkıda bulunanlara ithaf edilmiş etkileyici bir grafik roman.
Sanatçının, uzun araştırmalar ve yıllara yayılan ikili görüşmeleri sonucu şekillenen anlatısı, Suriye’deki savaş nedeniyle sahip olduğu her şeyi geride bırakıp, yeni ve daha ”yaşanabilir” bir hayat kurmak için yollara düşen kendi hâlinde bir bahçıvanın mücadelesine tanıklık ettiriyor. Yazar, genç adamın Şam’ın güney banliyösünden başlayarak Lübnan, Ürdün, Türkiye, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Macaristan, Avusturya ve İsviçre üzerinden Fransa’nın Aix-en-Provence şehrine uzanan zorlu ve zorunlu yolculuğunu odağına alıyor.
”Mültecilik yoluna, geri dönüşü olmayan bir adım atıyorduk…”
İnsanlığı unutmuş bir dünyada insan olmanın nasıl bir şey olduğuna dair çarpıcı bir bakış sunan Hakim’in Yolculuğu’nun ikinci cildi, Hakim’in iki yılı aşan Türkiye izlenimlerini ve yasadışı yollarla Türkiye’den Yunanistan’a kaçışını sayfalarına taşıyor. Evlendikten sonra bir süre Antalya’da yaşayan Hakim, yeni iş fırsatları kovalamak için çok geçmeden İstanbul’a taşınır. Burada oğlu Hadi’yi kucağına alan genç adam, işportacılıktan inşaat işçiliğine, farklı işkollarında dikiş tutturmaya çalışır. İnişli çıkışlı günlerin ardından, karısı Najmeh’yi ailesiyle birlikte Fransa’ya yolcu eder. Resmî evraklar tamamlanır tamamlanmaz kendisi de Hadi’yle arkalarından gidecektir. Oysa hayalleri bürokratik engellere takılır. Fransa’ya uzanan yolların kapanması nedeniyle İstanbul’da oğluyla bir başına kalır. Tam da o sıralarda, babasının bombardıman sonucu öldüğü haberini alır. Hayatı her yönüyle altüst olan Hakim’in artık çok geç olmadan bir karar vermesi gereklidir. Ya Türkiye’de kalacak ve kaderine boyun eğecektir ya da gözünü karartıp yasadışı yollarla Avrupa’ya gidecektir…
Desen okurları için serinin ilk iki halkasının en önemli özelliklerinden biri, Türkiye’den bolca kareler içermesi. Mağaza tabelalarından şehirlerin sembol yapılarına ve hatta evlerin mobilyalarına kadar incelikle verilen detaylar, Fabien Toulmé’nin çizer olarak hikâyeyi aktarmadaki ustalığını gözler önüne seriyor. Hakim’in 2013’ün Mart ayında Amman üzerinden uçakla Antalya’ya gelmesiyle başlayan Türkiye serüveni; sırasıyla Temmuz 2013’te İstanbul ve Ağustos 2015’te İzmir’i de kapsayan bir güzergâhta, trajikomik durumlar eşliğinde veriliyor.
Yaşanmış bir hikâyeye dayanmasından ötürü hem bir belgesel hem de merak uyandırıcı bir haber röportaj niteliği taşıyan Hakim’in Yolculuğu, usta bir çizer ve hikâye anlatıcısı olan Toulmé’nin güçlü görselleriyle müthiş bir sinematografik anlatım sergiliyor.
”Konforlu ve dertsiz bir yaşamdan cehenneme nasıl böyle hızla geçmiştik? Hangi koşulların üst üste gelmesiyle hayatını tehlikeye atarak ülkesinden kaçan bir zavallıya dönüşmüştüm.”
SONUN BACAKLARI – MAKBULE ARAS EİVAZİ
Makbule Aras Eivazi’nin 18 öyküden oluşan ilk öykü kitabı Sonun Bacakları, gündelik yaşamın, serin öğlen uykularının, yön değiştiren rüzgârların tekinsiz ikliminde geziniyor. Gizlenmiş kederlerle, sokakta, evde, balkonda kalan izlerle, her şeye hakkı olanlarla değil de hakkına ancak bir oyalı tülbent düşenlerle buluşturuyor bizi. Makbule Aras Eivazi, bir başka bakış, bir fısıltı daha var diyor ve onun diliyle kuruyor öykülerini.
“İnsan neyi kaybedeceğini, nasıl kaybedeceğini bilir mi? Belki de bunun bir önemi yok. Asıl mesele şu ki insan, hiç yalnız kaybetmiyordu ve bunu çok geç anlıyordu. İki kişilik bir yükü tek başına sırtlanmanın mümkün olmadığını da. İnsan ne çok şeyi sonradan anlıyordu. Ve belki de bu, çok daha iyiydi. Her şeyi anlaya anlaya yaşamak mümkün değildir belki de. Anlamak, bazı duyguları yok ediyordu.”