Haftanın Kitaplığı – 10 Ağustos 2020

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.

DANS DANS DANS – HARUKI MURAKAMI

Bu dünya sandığımızdan daha kırılgan ve tekinsiz bir yer…

Adını bilmiyordum. Onunla aylarca birlikte yaşadığım halde. Aslında onunla ilgili gerçekte tek bir şey bile bilmiyordum. Pahalı bir telekız servisinde çalıştığı dışında. Servis, üyelik sistemiyle hizmet veriyordu; kimliği belli düzgün müşteriler dışında kimseyi kabul etmiyordu. Bunun dışında başka işler de yapıyordu. Normal iş saatlerinde küçük bir yayıncıda yarı zamanlı düzeltmenlik, ayrıca yarı zamanlı kulak modelliği. 

Özetle çok meşgul bir iş yaşamı vardı. Bir adı vardı elbette. Aslında birkaç ad kullanıyordu. Ama yine de bir adı yok gibiydi. Yağmur gibiydi, bir yerlerden çıkıp gelmiş ve sonra ortadan kaybolmuştu. Geride sadece hatırası kalmıştı.

Haruki Murakami’nin en sevilen romanlarından biri olan Dans Dans Dans’la gizemli bir dünyanın kapılarını açıyoruz. Ortadan kaybolan çekici bir kadın… Yalnızlığını anlamlandırma çabası içindeki bir adam… Sezgileri gelişmiş sıradışı küçük bir kız…  Müzik… Ve kült Murakami romanlarından artık “tanışımız” olan Koyun Adam da bu romandaki yol arkadaşlarımız.

TANRI’NIN GÖZÜNDEKİ ZERRE – JERRY POURNELLE

Hugo En İyi Roman Ödülü Adayı

Nebula En İyi Roman Ödülü Adayı

Locus En İyiBilimkurgu Ödülü Adayı

“Çok önemli bir roman, muhtemelen yazılmış en iyi uzaylılarla ilk temas hikâyesi.”

Robert A. Heinlein

“Uzay operasının mühim klasiklerinden biri, insanlar bilimkurgu okuduğu sürece tekrar tekrar okunacağı kesin.”

George R. R. Martin

 “FARK ETMEDİYSENİZ SÖYLEYEYİM, ÇÖKÜŞE ARTIK ÇOK YAKINIZ.”

Larry Niven ile Jerry Pournelle bilimkurgu edebiyatının en sıradışı ikililerinden. Her iki yazarın da başyapıtı olarak gösterilen Tanrı’nınGözündeki Zerre ise uzaylıyla ilk temas üzerine  yazılan ve uzay operasını kökten değiştiren, çığıraçıcı bir eser.

Dünya’dan altı yüz ışıkyılı uzakta, gezegenimizden bakınca Samanyolu’nun güney kısmında isimlerinin hakkını veren bir bulutsu gezinir: Kömür Çuvalı Bulutsusuya da diğer ismiyle Kapüşonlu Adam. Vebu “adam”ın karanlığın ortasındaki zifiri boşluğunda başka kimseye ait olamayacak kadar parlak bir güneş ışıldar: Tanrı’nınGözü. Oradadır hep, milyarlarca yıldır sonsuz kâinatı seyreder.

3017 yılındaGöz’den insanlara doğru yaklaşan bir nesne tespit edildiğinde insanlık, Dünya’dan çıkıp birçok başka gezegene yayılmış, bir dizi yıkım savaşını atlatmış ve ikinci bir galaktik imparatorluk kurmuştu. Ama imparatorluk asilerle ve yenigezegenlere yayılmanınsı kıntılarıyla uğraşıyordu.

Neyse ki ışık yıllarını hızla aşmalarını sağlayan Alderson Sürücüsü ve gemileri bir yıldızın kalbindeyken dahi koruyabilen Langston Kalkanı gibi teknoloji ürünlerine sahiptiler. Yalnız henüz başka bir bilinçli varlıkla karşılaşmamışlardı. İşte Deli Edi, insanlığı tam da buhaldeyken yakaladı.

Tanrı’nınGözündeki Zerre, insanlığa göz kırpan, aynadaki yansıma

GEMİDEKİ HAYALET: CONNİE CAREW GİZEM DOSYALARI – PATRİCİA ELLİOTT

Tuhaf olaylar, kaybolan bir kadın ve koridorlarda dolaşan bir hayalet…

Connie, kuzeni ve nişanlısıyla birlikte lüks bir yolcu gemisinde seyahat etme fırsatı bulduğunda çok sevinmişti. Harika bir gemiyle AtlantikOkyanusu’nu geçecek ve New York’ta güzel bir tatil yapacaklardı. Birkaç gün sürecek transatlantik yolculuğu bile eğlenceli bir maceraydı. Ancak gemiye bindikleri andan itibaren meydana gelmeye başlayan tuhaf olaylar, bunun neredeyse doğaüstü bir maceraya dönüşmesine yol açtı. ArtıkConnie’nin kimse zarar görmeden olayları çözmesi için zamanla yarışması gerekiyordu.

ŞAKALAR KRALİÇESİ – JENNY JAGERFELD

Annem insanları ağlatırdı. Artık hayatta olmasa da ağlatmaya devam ediyor. Bazen babamın duş yaparken ağladığını duyuyorum. Sanırım sesinin duyulmadığını düşünüyor ama duyuluyor. Bu yüzden, ağlamayı aklımdan bile geçirmiyorum. Asla! Ayrıca kimseyi de ağlatmayacağım. 
Ben insanları güldüreceğim. Benim görevim bu!

Sasha 12’sine bastı:
Magnezyumun atom numarası. Annesi, bazı insanların mayasında güldürmek olduğunu söylemişti. İliklerine kadar komikti onlar. Bırakın fıkrayı, “Sütü uzatır mısın?” derken bile güldürebilirlerdi herkesi. Bir de diğerleri vardı: komik olmayı sonradan öğrenenler ve ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, asla komik olamayanlar – ki öğretmeni Cecilia bu gruptaydı. Sasha doğuştan matrak değil ama bu onun şakalar kraliçesi olması için engel de değil! Mayasındaki keder neşeye dönüşene kadar çalışmaya kararlı. Eğer birilerini güldürmeyi başarırsa, o diğer şey yok olabilir; gözlerin içinde saklanıp onları yakan ve yanaklara doğru süzülmekle tehdit eden şu gözyaşı denen şey.

Astrid Lindgren Ödülü sahibi yazar/psikolog Jenny Jägerfeld, 16 dile çevrilen ve ülkesi İsveç’te aylarca çoksatanlar listesinin tepesinde kalan Şakalar Kraliçesi’nde (Comedy Queen) zor konuları mizahla yumuşatarak dile getirebilmekteki o özel hünerini kullanıyor.

İNSANIN KUSURLARI – NATHAN H. LENTS

Sık sık insan bedeninin ne kadar mucizevi olduğunu duyar, ona düzülen övgüleri dinleriz. Bedenimizin incelikli işleyişine dair kitaplar raflarımızı doldurur. Oysa bütün o harikulade yönleri bir yana, insan bedeninin milyonlarca yıllık evrim sürecinde ortaya çıkmış bariz kusurları da var. Amerikalı biliminsanı Nathan H. Lents işte bu kusurların hikâyesini anlatıyor.

İnsan retinası niye ters? Diğer hayvanlara kıyasla üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden daha açığız? Bedenimizde niçin gereksiz kemikler var? Dizlerimiz, sırtımız ve belimiz niye sık sık sorun çıkarıyor? Birçok hayvan tek çeşit besinle bütün ihtiyacını karşılayabilirken biz neden “dengeli” beslenmek zorundayız? İnsanda neden işlevsel genlerin yanı sıra bir o kadar da bozuk, işlevsiz gen var? DNA’mız niye geçmiş enfeksiyonlardan kalan milyonlarca virüs “enkazı” içeriyor? Primatlar içinde neden bebek ve anne ölüm oranı en yüksek olan tür biziz? İnsanın bağışıklık sistemi niye kendi bedenine bu denli sık saldırıyor? Baş tacı edilen beynimiz yanılgılara ve kötü kararlar vermeye neden bu denli yatkın?

“Ama kulağa ne kadar tuhaf gelirse gelsin, kusurlarımızın kendine has bir güzelliği var,” diyor Lents. “Bizi biz yapan şey kusurlarımız. Bu kitapta ele alacağımız kusurlar, yaşam mücadelesinde kazandığımız galibiyetlerden geriye kalan yara izleridir. Bizler şansımız düşük olduğu halde bu sonsuz evrimsel çatışmadan sağ çıkanlarız; onca riske rağmen dört milyar yıldır azimle sürdürülen direnişin ürünleriyiz. Kusurlarımızın hikâyesi başlı başına bir savaş hikâyesidir.”

What's your reaction?