Günün Albüm Önerisi: Duke Garwood “Garden of Ashes”
Boğaç Gökmen
Günün albüm önerisinde bu kez, altımızda 70 model bir Dodge Challenger. Depoyu doldurup Ölüm Vadisine doğru Kaliforniya’nın güneyinden batıya yola koyuluyoruz.
Direksiyonda Kowalski var, 1971 tarihli kült film Vanishing Point’in herhangi bir sahnesi yaşanabilir her an.
Yol boyunca da ses düzeyine kıvamında bir omuz atıp Duke Garwood’un ağır ağır akan 2017 çıkışlı albümü “Garden of Ashes”a kulak verelim istedim.
Bazı anlar olur ki bir filmin içinde hissederiz kendimizi. İçinde bulunduğumuz bir çıkmaz ya da mutluluk hissi vesile olabilir böyle bir duyguya. İçselleştirdiğimiz onca an, izlediğimiz karelerde, okuduğumuz satırlar veya dinlediğimiz şarkılarda hayatımızın bir yerinde beliriverir.
Solo kariyeri ve başta Mark Lanegan olmak üzere dirsek temasında olduğu isimler göz önüne alındığında İngiliz müzisyen Duke Garwood, uzun yolculuklar için ilaç niyetine arabanın teybine ya da kulaklığa aşılanması gereken isimlerden biri.
“Garden of Ashes” aslında altıncı albümü Garwood’un. Yola yeni katılıp da henüz dinlememiş olanlar için 2005 yılından beri üretkenliğini sürdüren Garwood ile yeni tanışmak için de gayet iyi bir albüm var karşımızda.
Duygusal yönü ağır, bir tarafıyla da kendini arama dürtüsünün hakimiyetinde geçen bir yolculuğun şarkıları bunlar. Kırsal alanların başrolde olduğu coğrafya ve alabildiğine bir genişlik hissi. Her şarkıda geride kalan gri, sevimsiz beton kütlelerinin yerini uçsuz bucaksız gökyüzü, oradan oraya sürüklenen bulut kümeleri ve kayaların arasında gölge kovalayan sürüngenler alıyor.
En başından kıskıvrak yakalıyor Garwood’un şarkılarının hipnotik özelliği. Çok geçmeden de gitarın blues tonlarıyla ayrılmaz bir bağ kurmamıza sebep oluyorlar. Zaman zaman da akustik gitar eşliğinde yörenin motiflerine uygun bir türkü yakıyor Garwood.
Sonunda yine otobana döndüğümüz, başlayan her şarkıyla ilerleyen asfaltın ve akıp giden manzaranın anlamına anlam katan sözcüklerle nerede durup nereye gideceğimizi umursamadan defalarca dönen bir albüm oluyor “Garden of Ashes”.
Gösterişsiz, ağır, direkt ruha hitap eden, loş uçuşan perdelerin, koyu, oturaklı rifflerin içindeki şiirsellik.
Bilmem kaçıncı kez çalan kapının zilini duyduğumda koltukta doğrulup etrafıma bakıyorum, sanırım az ilerde sağda durabiliriz.