‘Görülmemiş Eserleriyle’ Abidin Dino

Çokyönlü kültür insanı, ressam, heykeltıraş Abidin Dino’nun Paris ve İstanbul’daki özel koleksiyonlardan derlenmiş eserlerinden oluşan sergi, İstanbul Pera’daki tarihi Ravouna1906 binasındaki galeride açılacak.

Ravouna1906’nın iç mimarı Alexandre D. Neocosmos adını alan katındaki galeride, 20 Kasım’da açılacak sergi 4 Aralık’ta sona erecek.

Dino’nun daha önce sergilenmemiş eserlerinin yer alacağı belirtilen sergide, sanatçının guaj tekniğiyle yapılmış 20 kadar küçük ebatta eseriyle 30’un üzerinde kara kalem ve çini karışık teknik çalışması görülebilecek. Ali Hatemi küratörlüğündeki sergi, Ravouna1906’nın ilk sergisi.

Abidin Dino sergisi, Utku Varlık’ın sanatçı hakkındaki yazısıyla tanıtılıyor:

Daha dün St. Michel’den geçerken başımı kaldırıp, Quai Michel 13 numaralı evin çatı katına baktım, mekanın da bir belleği olduğuna göre, bence yaşanmışlıklar; evde o an olmamak gibi bir duygudur. Seine nehri kıyısındaki bu dairede daha önce Marx Ernst oturuyormuş, Abidin ve Güzin de 16 yıl oturdular. O yıllar Quartier Latin’de yaşamak epey renkliydi, arka sokakta Nazım’ın kitaplarını basan “ La Découvert “ yayınevi, Abidin’in yakın dostu François Maspero vardı. Evet Abidin biraz Paris’di. Güçtür bir kenti kendine benzetmek; onunla yatıp, onunla kalkmak, bilmek kenti kendi adın gibi. 1970 yılı, Mübin dışında Parisli ressamlardan kimseyle karşılaşmamıştık İstanbul yıllarımızda, bir tek Mübin gecikmiş askerliğini yapmaya gelmişti, sonuçta yaptı da; o da anlatılmaya değer. 1969 yılında İstanbul ilk kez bir özel galeriye kavuştu; “Galeri Bir”, Müşerref Şerbetcioğlu’nun açtığı bu galerinin tasarımını Mimar Abdurrahman Hancı yapmıştı. Galerinin ilk sergisi Abidi’nin büyük boyut aquarelle’lerini sergilediği “İstanbul Gözler Kapalı “ sergisiydi; gelemediği İstanbul’a bir başka gönderiydi. Bu yeni galeri ve sergi ilgiyle karşılandı, resmin hiçbir ekonomik niteliği olmadığı ve de resmi özlediğimiz yıllardı diyorum buna. İletişimin ve görsel kıtlığın olduğu o günlerde, ilk kez uzaktaki bir ressamın sergisi, Abidin’in resmiyle ilk karşılaşmamızdı. 

Malum Abidin gelemedi bu sergiye, tüm dışarıda yaşayanlar; Selim Turan, Avni Arbaş, Hakkı, Nejat vs. askerlik; politik; bin türlü sorunlar onları da ülkesinden etmişti; nedense bir türlü çözemedik bugün bile; bu ülkenin içinde mi yoksa dışında mı olmak daha iyi? İkinci sergi de Selim Turan’dı. Ne yazık bu güzel galeri bir yıl sonra bankaya dönüştü; bir kader mi acaba? 

Devlet bursu aldığımda, seçme olanağım vardı; başka ülkeler de olabilirdi ama nedense Paris bizim ressamların tek çekim merkeziydi, ben de kendimi Temmuz ayında Paris’te buldum. Mübin bizi götürdü Abidin’e; bir şişe votka alıp gittik. Mekân büyük değildi ama Paris’e özgü bir çatı katı, her taraf kitap, desen, tuval, ilginç objeler, anılarla doluydu. Bir atölyeden çok ev görünümü; resim yapmak için geniş bir mekan yoktu, 10 yıl sonra Montparnasse’a taşındığında da kanımca düşlediği atölyeye kavuşamadı. Bence mekân bir idea-fixe’dir, genel çizgide Abidin’in tüm etkinliklerinin bu mekanlardan çıktığını düşündüğümde, niçin “atölye” bir merak konusu değildir, anlayamadım!

Abidin’in varoluşundaki çokyönlülüğü, merak alanlarının çeşitliliği, entellektüel yapısı; giderek Paris’te aranır ve sayılır önemli bir kişilik oluşturmuştu. Yaşamının panoraması gerçekten şaşırtıcıydı; bu rüya gibi parodox’larla dolu hayatın gerçek aktörü hiç yorulmadı, giderek 1966 yılında yüzlerce kameraman’la yaptığı “Goal” filmi, beni en şaşırtan olaydır; “Dünya Futbol Kupası” ofisiyel filminin yönetmeniydi. Sinema Rusya’da yaşadığı yıllarının bir öğretisiydi, zaman zaman açtığı merak kapılarından bir tanesi. Nâzım Hikmet’le uzun dostluğu da onu Fransa’nın ve Dünya’nın en önemli yazar ve düşünürleriyle bir köprü oluşturmuştu; Neruda’dan Aragon’a “intelligensia”, politikanın sanatı yönettiği en etkin yıllarda, Nâzım’dan yaptığı çeviriler bu büyük şairi dünyaya tanıttı. Tüm bu etkinlikler ona yaşamak için gereken parayı getirmiyordu, resim ise yine bu ilişkilerin kısır döngüsünde oluşan küçük sergiler, az da olsa tablo alışverişleriydi. O yıllara özgü galeriler dışında resim sergileyecek önemli salonlar da örneğin Mayıs Salonu, ilgi çekmek adına önemliydi. Paris’te yaşayan tüm ressamlar yaşamak adına kendilerine bir yörünge bulurlar. O yıllar dünyanın gözü şımartılmış birkaç ressama giderek Paris’e dönmüşse, bu ışığa gelenlerin kendilerini kanıtlamalarının ne kadar güç olduğunu ama yine hayal perdelerini açmak adına bu yaşama katlanmaları da yine bu kente özgü bir gelenek olmuştu. 70 yıllarında bizim karşılaştığımız ressam manzaraları, biraz yorgunluk ve bıkkınlıktı. Ötekilere göre Abidin kotarıyordu, belki ilişkileriydi bunu götüren. Tanpınar’ın Mektupları’nda bu yaşanan dostluklar ve gerçekler çok güzel anlatılır, unutmayalım bir süre sonra Türkiye açılacak ve de düşledikleri “eldarado”ya döneceklerdi. 

Abidin bence desenlerinde figüratif ve gerçekci, pentüründe soyuttu. Aradaki gouche tekniğiyle yaptıkları örneğin “Pencereler ve açılımlar” serisi, onu irreel bir peyzaj’a, cosmos’a götürdüğü için belki bir başka “sanrı” içeriği oluşturmuştu. Teknik olarak da ona yakışan buydu bence. Türkiye’nin ekonomik açılımı bu ressamlara beklenen ilgiyi, ekonomik rahatlığı getirse de, gerçek olan resmin oluşumundaki dinginliği ters-yüz etti, bize özgü bir değişim yaşanırken, yüzlerce galeri bu ressamları düşlüyordu sergilemek için. Abidin varoluşu nedeniyle kimseye “hayır” demezdi, karşılaştığımız zamanda ilk sözü “sizi ne kadar özlediği” olurdu. Son yıllarda ipini koparan Paris’e gelip Abidin’i arıyordu. Kanımca hepsini de yanıtlıyordu, ona yaklaşmak, onun dostu olmak, bir referans, bir pasaporttu. Sağlık sorunları da boş bırakmadı onu, “Elleri” çizdi hastanelerde.

“Vatan birkaç dosttur” diyor Gide, Abidin’e sorsaydık belki 50 yıllarına, Schola Cantorum’a dönüp, dostlarıyla tekrar başlamak derdi buna. 

What's your reaction?