Fotoğraflarıyla Bir Ruh Avcısı: Ayçin Bayraktaroğlu

Malum hepimizin cebinde bir fotoğraf makinesi var artık, ama fotoğrafçılık sadece deklanşöre basmakla yapılan bir işlem değil. Her gün sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla yüzlerce fotoğraf görüyoruz ama çok azı için parmaklarımız ‘beğen’ butonuna dokunuyor. Ayçin Bayraktaroğlu dünyanın birçok köşesine seyahat etmiş bir portre fotoğrafçısı, çektiği fotoğraflar her yüze bir öykü sığdıran cinsten. Onun fotoğrafları sizi ‘beğen’ butonuna ister istemez götürecek emin olun.

Ayçin Bayraktaroğlu ile çalışmaları ve fotoğrafçılığı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Ayçin Hanım bu yoğun çalışmalarınız arasında bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Fotoğrafçılığa ne zaman başladınız? Hangi projelerde ya da çalışmalarda yer aldınız? Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Profesyonel olarak çalıştığım dönemde gerek iş nedeniyle, gerekse seyahat etmek benim için bir tutku olduğundan yaptığım yolculuklarda fotoğraf ile tanıştım. Daha o dönemde dahi her yolculuk, her gidilen ülke, her yeni keşif benim için en çok oranın insanları ile ilgilenmek demekti. Hiç bir zaman turistik yerlerde turistik geziler yapmakla ilgilenmedim. Beni ilgilendiren insan suretleri oldu hep. Aynı yerkürede yaşadığımız halde en yakınımızdaki insanları, onların öykülerini bile gerçek anlamda paylaşamıyorken, bir de uzak diyarlardaki insanlar ve onların yaşamları… Kimi zaman çok uzak, kimi zaman anlaşılmaz, bazen sıcak ve yakın… O insanlar bizim maceracı bir turist hevesiyle geldiğimiz – ve nihayetinde bırakıp gideceğimiz- şehirlerinde, köylerinde, günlük yaşamları olağan bir şekilde akıp giderken neler yapar, neler düşünür, nasıl yaşarlar; Beni ilgilendiren hep bu oldu. Fotoğraf maceram da bu şekilde başlayıp bir tutkuya dönüştü. Temel fotoğraf eğitimini İFSAK’ta tamamladım. Bir dönem TEGV ve ÇYDD ile çocuklar ve gönüllüler için fotoğraf atölyeleri gerçekleştirdik. 2015 Nisan ve Mayıs aylarında Fransa’nın Avignon ve Gordes şehirlerinde kişisel sergilerim oldu. Fransız fotoğrafçı sevgili Eva Erdmann ile Temmuz 2015 de Hindistan’da gerçekleştirdiğimiz bir proje ile Visa Pour L’Image Fotomuhabirliği Festivali’nde “Coup de Coeur” seçilerek ödül adayı olduk. Bunun dışında dergilerde ve internet oluşumlarında fotoğraf eleştirilerim yayınlandı. Şu anda Hindistan projemizin ikinci ayağını tamamlamak üzere Ocak 2016 da tekrar Hindistan yolculuğu hazırlığı içindeyiz.

Her fotoğrafçının kendine göre bir tarzı vardır, sizin tarzınız nedir? Tarz olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu fotoğraflar -sadece bir “an” içine hapsedilmiş bu yüzler- yaşlısı, çocuğu, genci ile aslında bize evrensel insanı anlatan birer yaşam öyküsü. Yaşamı irdeleyen, sanatın üstüne inşa etmekle yükümlü olduğu felsefenin yerini alabilecek, yoğunluk ve derinliği algılayabileceğimiz yaşamın ta kendisi. Üstelik gerçekçi ve naif algının önünü açar mahiyette.

İşte bu nedenle, kalıcı olsunlar diye ve belki izleyenler de bu öyküleri onların yüzlerinde görür diye ve onlar için belki de yeni ve sonsuz öyküler yazar diye ve belki böylece dünyamız biraz daha zenginleşir diye fotoğraflarımı paylaşmak istiyorum. Benim yapmaya çalıştığım şey, ruhları bir fotoğraf karesinde sonsuzlamak. Portrelerimin tek amacı ifadeleri hapsetmek, insanlığın bin bir öyküsünü bu yolla anlatabilmek.

Bana takipçilerim “ruh avcısı” diyorlar. Zira yapmaya çalıştığım tam olarak bu.

Ayçin_Bayraktaroğlu2

Fotoğrafçılık günümüzde oldukça farklı bir boyut kazandı, çekilecek kareyi seçip sadece deklanşöre basmakla bitmiyor bu iş; sonrasında çeşitli dijital oynamalar ve filtreleme teknikleri de var. Sizin bu konuya bakış açınız nedir? Siz fotoğraflarınızda bunları uyguluyor musunuz?

Evet, bu zamanlarda “Photoshop” terimini çok sık duyuyoruz ama ne kadar sağlıklı kullanılıyor, orası biraz net değil. “Photoshop”lu fotoğraf sanki biraz küçümsenirmiş gibi ya da sanki kolaycılıkmış gibi algılanıyor. Oysa dijital manipülasyon doğru yapıldığı zaman zor bir alan. Öncelikle, zaten teknik anlamda iyi bir fotoğrafın çekilmesi gerekiyor her şekilde. Bunun üzerine yapılan manipülasyonlara da olumlu bakıyorum. Fotoğraf bir kendini ifade etme biçimi. Bu nedenle belli kuralları olabilir ama belli şartları olamaz. Manipülasyon da bir tercihtir. İyi yapılırsa doğada veya yaşamda hiç mümkün olmayan görüntüleri bize sunar ve buna kimin itirazı olabilir ki.

Ben kendi fotoğraflarım için Lightroom kullanıyorum. Photoshop kullanmayı ne yazık ki bilmiyorum. Lightroom da ise basit temel bazı fonksiyonları kullanarak fotoğrafa son halini veriyorum.

Fotoğrafçılık ekipmanları oldukça pahalı; ‘Bu işe ne kadar çok para dökerseniz o kadar iyi fotoğraf çekersiniz.’ gibi yaygın bir inanış var. Bu görüşe katılıyor musunuz? Maddi açıdan fotoğrafçılığı değerlendirebilir misiniz?

Kısmen doğru, kısmen değil. İyi bir ekipman tartışmasız teknik anlamda iyi bir fotoğraf çekilmesinde rol oynuyor. Ancak her teknik anlamda iyi çekilmiş fotoğraf gerçekten “iyi” bir fotoğraf olmayabiliyor. Fotoğrafın doğasında izleyende bir duygu uyandırmak var. İzleyici normalde fotoğrafı izleyip “ teknik olarak çok iyiymiş bu fotoğraf” demiyor. “Çok sevdim, beni hüzünlendirdi, çok keyif aldım, ne kadar şaşırtıcı” gibi tamamen duygularını ortaya döken tepkiler veriyor. Bu nedenle izleyiciye ulaştırabildiğimiz duygu geçişi teknik ekipmandan öncelikli bana göre. Kendimden de biliyorum, ilk başladığım yıllarda çok temel ve basit bir ekipmanla çektiğim bazı kareler bugün halen diğerleri arasında daha fazla ilgi ve beğeni topluyor. Oysa “teknik” olarak bakıldığında görece daha zayıf fotoğraflar.

Instagram hesabınızı takip eden hatırı sayılır bir kitle var ve genellikle dünyanın çeşitli yerlerinden insan portreleri çekiyorsunuz. Fotoğraflarınızı beğenenler sizce sizin fotoğraflarınızda ne buluyor?

Çok şanslıyım ki dünyanın hemen her yerinden şahane takipçilerim var. Yorumlarını her zaman çok seviyorum ve dikkatle okuyorum. Sanıyorum insanı en çok ilgilendiren şey yine bir insan. Hepimiz insanlıkla ilgiliyiz. Ben de öyle. Din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapmaksızın tüm insanlıkla ilgiliyim. Yaşadığımız bu çılgın çağda, öylesine hızla akıp giderken hayat, en yakınımızdakilerin bile yüzlerini fark etmiyoruz, kimseye dikkat etmiyoruz, hikâyelerini dinlemiyor ve paylaşmıyoruz. Oysa her bir yüz, kocaman birer hikâye. Her bir yüzde insanlığın tüm hallerini bulmak olası… Her bir yüz eşsiz güzellikte, her bir bakış ruhlara açılan birer pencere. İşte bu nedenle takipçilerim böyle bir an yaşıyorlar sanırım her yeni portrede. Başka bir hayattan başka bir öykü sunuyorum onlara her yüzde. Genellikle uzun ve içten yorumlarla katılıyorlar macerama, sorular soruyorlar, duygularını aktarıyorlar. Çok samimi ve değerli her biri…

Fotoğrafçılıkta esinlendiğiniz ya da örnek aldığınız bir fotoğrafçı var mı?

Tabii ki öncelikli amaç ve istek kendi özgün tarzımı yaratabilmekte ve bunu geliştirebilmekte. Ama mutlaka var, Steve Mc Curry örneğin, coşkuyla seviyorum fotoğraflarını, en çok duyduğum yorum bu ayrıca, benzetiyorlar sağolsunlar onun tarzına. Bunun dışında çok fotoğraf izliyor, çok ustayı beğeniyorum ama herhalde Ara Güler, Bresson ve Salgado biraz daha farklı bende.

Fotoğrafçılık seyahat etmeyi de beraberinde getiren bir sanat, bugüne kadar kaç ülke gezdiniz, haliyle portre çekimlerinden dolayı insanlarla haşır neşir oldunuz, hangi ülkenin insanları sizi sıcak karşıladı, hangi ülkede en çok zorlandınız?

Evet, en büyük şansım ve keyif aldığım konu bu seyahat meselesi. Çok fazla sayıda ülkeye seyahat ettim, her seyahat yeni bir kültür, yeni bir yaşam, yeni bir zenginlik ve duygu yoğunluğu… Ben gittiğim ülkelerde fotoğraf çekmek adına çok zorlanmıyorum, zamanla biraz daha rahat oluyorsunuz, vücut diliniz, kurduğunuz ilişki, samimiyet hepsi yansıyor fotoğraf zeminine. Nepal ve Hindistan kuşkusuz en sıcak karşılandığım ve en fotojenik ülkeler. En çok Peru ve Bolivya’da zorlandığımı hatırlıyorum. Sert mizaçlı, utangaç insanlar, arkamdan terlik fırlatıldığı da oldu. Ayrıca ışık çok keskin ve parlak, teknik açıdan da zor bir deneyimdi.

IMG_8243

Gezdiğiniz bir ülkede fotoğrafçılık adına yaşadığınız ilginç bir anı var mı? Bizimle paylaşır mısınız?

Her gittiğim ülke, her çektiğim kare başlı başına bir hikâye ama evet sanırım en iz bırakanlardan biri Küba’da oldu. Cienfuegos’un arka sokaklarında yerleşim bölgelerinde yürürken, bir evin kapısından içeri davet edildim. Tercüman aracılığıyla dediler ki, içeride 90 yaşında bir annemiz var, hayatında hiç fotoğrafı çekilmedi, mümkünse çeker misiniz? Hemen girdim, adı Pura. Orada koltukta oturmaktaydı, anlattılar, fotoğrafını çekecek dediler. Elleri saçına gitti, kendine çeki düzen vermeye çalıştı, tek gözünü tamamen kaybetmiş, çok da iyi göremiyor. Birçok portresini çektim, o öyle meraklı biraz tedirgin kamerama ve bana bakarken. Sonra “tamam” dedim, bitti”. Ayağa kalkmak istedi, koltuk değneği ile kaldırdılar. Zorla kapının önüne kadar yürüdü benimle ,” adresi alayım” dedim oğluna “size gönderirim fotoğrafları”. O sırada tuttu kendine çekti beni, sarıldı sımsıkı, titrek sesiyle “benim evim senin evin artık” dedi kulağıma. En duygulandığım andır. Sonrasında uzaklaşıp bir kaldırımda bayağı gözyaşı döktüğümü hatırlarım.

Instagram’ı fotoğrafçılık açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Muhakkak katkıları olmuştur; ama olumsuz olarak eleştireceğiniz bir yönü var mı?

Instagram’ın fotoğraf adına bir çığır açtığına kuşku yok. Her türlü olumlu olumsuz eleştiri yapıldı hakkında. Kuralları alt üst etmesinden yakınıldı, fotoğraf olmayan fotoğraflar da olur mu dendi ama hiç kimse ne vazgeçebildi ne de karşı koyabildi. Instagram bir topluluk deneyimi çünkü. Orada her birimiz yalnızca fotoğraf paylaşmıyoruz. Yaşamımızdan kesitleri, duygularımızı, acımızı, kızgınlığımızı, doğum günlerimizi bize dair birçok şeyi paylaşıyoruz. Yeni insanlar tanıyor, yeni arkadaşlıklar kuruyor, dünyanın her köşesinden insanlarla ortak paydalarda buluşuyoruz. Bu topluluk deneyimi eşsiz, bunun fotoğraf üzerinden yürüyor olması ayrıca eşsiz. Ben orada paylaşılan her karenin bir emek ürünü olduğunun farkındayım. Fotoğraf iyi ya da kötü olabilir ama bir emek harcanmış, o fotoğraf çekilmiş, oraya yüklenmiş, paylaşılmış, ne olursa olsun bir emek var. Bu nedenle de her bir fotoğrafa saygı duyuyorum.

Eleştirim Instagram’ın da son zamanlarda giderek daha fazla ticari kaygılar nedeniyle bu topluluk deneyimini kısıtlıyor, azaltıyor olması. Umarım böyle bir oluşum salt ticari kaygılarla ruhunu kaybetmez. Sözüm Instagram’a ama kim duyar ne kadar duyar orası meçhul…

Fotoğrafçılığa yeni başlayacak birine yol göstermek için ilk önerileriniz neler olur?

Fotoğraf tutku işi. Yürekte hissetmek ile ilgili her şey. Yeni başlayacaklara önerim normalde hiç yürümeyecekleri yerlerde yürümeleri, normalde hiç konuşmayacakları insanlarla iletişime geçme yollarını aramaları, çok fazla fotoğraf ve resim izlemeleri ve tabii onlarca yüzlerce kare çekmeleri. Bresson’un meşhur sözü; “ İlk 10.000 fotoğrafınız en kötü fotoğrafınızdır.”

Her fotoğrafçının fotoğrafı çektikten sonra ; ‘İşte bu’ dediği ayrı bir koleksiyonu vardır sanırım. En sevdikleri diyelim. Sizin için çok değerli olan kareniz hangisi? Hikâyesi nedir?

Hepsi ayrı tabii ama en özellerinden biri ilk portrelerimden biri, Nepal’de yaşlılar evinde bir kadının merhaba demek için ellerini birleştirip selam verdiği fotoğrafım. Sanırım portre çekme konusunda en çok netleştiğim ve bu hikâyeleri paylaşmalıyım dediğim kare o’dur.

Ayçin Bayraktaroğlu’nun çekmiş olduğu fotoğraflardan bazıları:

Karışık-136

Karışık-124

Karışık-82

Karışık-80

Karışık-76

Karışık-62

Karışık-55

Karışık-52

Karışık-50

Küba Pura

Önder Göksal’ın Rotka için yapmış olduğu bu röportajın kısaltılmış hali Evrensel gazetesinin pazar ekinde de yayımlanmıştır.

What's your reaction?