Eski Bira Fabrikasının Gotik Hayaleti: Bir Kana Kana Konseri Hadisesi
Boğaç Gökmen
Ocak ayının 13. Cuma’sında adımlarımız bizi İstanbul’un köklü semtlerinden Feriköy’e götürüyor ki mevzu esasen 19. yüzyılın sonlarına 1890 yılına kadar uzanıyor. İsviçreli Bomonti kardeşlerin kurduğu bira fabrikası uzun yılların peşi sıra bu nadide semt için de belirleyici bir sembol haline gelecekti.
Tuğla duvarlı, ana hissiyatı veren yapı bileşenlerinin oluşturduğu atmosfer ve karakter imzası misali semti selamlayan kule yapısının çağırdığı hisler günümüzdeki kültür, sanat ve eğlence merkezli işleyişin de gözetleyicisi durumunda bir nevi.
Bu Gotik atmosfere adım atmamızın müsebbibi ise bütün yıl boyunca dinlemekten, azımsanmayacak bir dinleyici kitlesiyle aynı rüyaları gördüğümüz Kana Kana fenomeni. Kulaklarımıza ulaşan “Ölüler Hariç” albümünün şifrelerini çözmeye hatta yol açtığı bu rüya ve sanrıların kaynağına inmeye niyetli dinleyiciler olarak eski bira fabrikasının yolu tutulmuştu. Avluda buluşan müzikseverler geçen haziran ayındaki ilk ve damakta türlü lezzetler bırakan Kana Kana konserine dem vuruyordu. O günden bu yana sahne almasını umut edenler ise bu ortak Gotik rüyaların, tekinsiz ve ansızın içine çeken melodilerin izini sürüp bir kez daha kaçınılmaz bir yüzleşme yaşamaya hazırdı içini kemiren her ne varsa.
Babylon Bomonti sahnesi bu kez Kana Kana için açıyor kapılarını ondan önce ise GOSS sahnede.
Gitarda Serkan Serter ve mikrofon başında Gözde Oktaş’ın omuzlarında yükselen GOSS, pop rock ve synth pop öğeleri üzerine kurulu müzikal yapılarıyla son yıllarda etkileyici şarkılara imza atıyor. Görüldüğü üzere kendine has aktarım usulünü de sahneye yansıtmayı biliyorlar. Dans ettirirken hüzünlendiren şarkıların mimarı ikili, bilhassa istek alan ilk şarkıları “Anla” ve Deniz Tekin ile iş birliklerinin ürünü “İz” ile iz bırakıyor. Son yayınları “Bul Beni”yi son şarkı olarak seçseler de seyircinin alkışları sonrası “Anla” ve “Seçilmiş Günlerim” tekrar geliyor.
Ara sonrası salon kararıp ufak da bir sessizlikten sonra izleyicinin alkışları arasında eski bira fabrikasının hayaletinin izindeyiz artık. Sahnede Kana Kana personasına kuşanmış Övünç Dan belirip salona yayılmaya başlayan barok oda müziği melodilerini başlattığında herkes hazır. Kimi zaman duvarları okşayıp kulaklarımıza ulaşan seslerin içinden beynimize nüfuz eden bir hipnoz etkisi kendini gösteriyor. Herkes bu etkiye teslim olmaya ve şarkıların içinde tekrar tekrar kaybolmaya kararlı.
İlk şarkı “Düğüm” ve her şey umulduğu gibi zaman kaybetmeksizin başlıyor. “Kapımdan içeri giren / Yüzü yanık, başı yarık varlık” diyor şarkı ve seyirci ekleyiveriyor “Bana uykumu geri ver / Bak uyumayan tek ikimiz kaldık”. Övünç ile birlikte gitarda Can Çalışkan ve vurmalılarda Barış Baykan’dan oluşan üçlü dozu her geçen saniye arttırırken belli belirsiz görüntüler de birbiri üzerine binmeye başlıyor. Ne diyordu şarkıda, “Aynadaki yüzün benziyor yüzüme.”
Gotik, hayaletimsi bakışların ardında derinlere uzanan öykülerin peşine takılıyoruz. “Ölüler Hariç” ile devam ediyor ve Dario Argento’nun Suspiria renklerinin hâkim olduğu sahne, soldaki büyük pencerelerden içeri yansıyan gecenin renkleriyle bütünleşiyor. “Berlin’de Kış” en çok istenenlerden ve hep bir ağızdan salon yankılanıyor, “Berlin’de kış gibi / Alev yutmuş sarhoş gibi / Saçından tut ve geceyi öp / Kana kana.” Hoş geldiniz diyerek yılın ilk 13. Cuma akşamı olduğuna vurgu yapıyor Övünç. Ansızın başlayan şarkının kollarında gölgeler arasındaki karaltısı başka bir varlığa dönüşerek salonu dolduranları taş duvarlı dar koridorların içinden onca yıldır kapalı mahzenlere, demir parmaklıklı pencerelerin ay ışığının aydınlattığı kule binasını gördüğü tüyler ürpertici düşsel görüntülere sürüklüyor. Evet yine başlıyor.
Sırada “Görkemli Aptal” var. Göz çevresindeki siyah hareler, bembeyaz yüzü, hafif esintide savrulan saçların peşinden yine aynı varlığın adımlarını takip ediyoruz. Hayalet geriye dönüp baktığında ise başka bir şarkının içinde başka bir boyutta buluyoruz kendimizi. Ve bir Dr. Skull yorumu “Yandı Her Şey” tüm o 80’ler zarafetiyle kulaklarımızda. Dr. Skull’dan Alper’in cover derleme albümü projesinde kendisine söylediği 80’ler synth, Depeche Mode kıvamını bana sevdirdin dediğine değiniyor ve şarkı tam da bu kıvamda nefis yeni kıyafetine bürünmüş haliyle de artık kulaklarımıza işliyor. Sırada “Kör Kazma” var ki burada şarkıyı hayatta en nefret ettiği kişiye yazdığını ve siz de kendi nefret ettiğiniz birini düşünerek dinleyebilirsiniz diyor Övünç. “Taştan kafa, taştan yürek / Bana bir kör kazma lazım bir de kürek / Mesele öldürmek değil, süründürmek / Seni bir an önce geçmişe gömebilmek” dizelerini zihnimize kazıyor.
İstemsiz birbiri üzerine binen görüntüler parazitler oluştururken yeni bir şarkı daha almaz mıydınız? Tavandaki havalandırma kanallarının ardında beliren belli belirsiz görüntüler artık biraz daha cesur, saklanmak derdinden uzak izliyor olan biteni. Tam da böyle bir anda “Karakura” başlıyor ve “Gölge bir yay gibi gerilip havayı tuttu / Aniden saldırıp kızı yuttu / Kız bu sonu kabullenip önce sustu / Sonra kasıldı ve hayat kustu” sözleriyle irkilip, şarkının ritmine ayak uydurmayan kimse yok. Şarkının sonuna doğru uzanıp giden tekrarlı melodi bir gerçek dışı varlığın ulumasıyla da birleşiyor.
Ansızın çatıya yükselen iskeleye sıçrıyor gözetleyen beyaz yüz. Ve yine bir Dr. Skull coverı “Güneşin Sesi” içten, sıcak, samimi bir 90’lar atmosferi yaratıyor. Elbet yaz gelecek ve sesi kökleyip şişeler tokuşturulacak hissiyatının birleştirici gücü mevcut. Sıkı bir gitar soloya ne dersiniz, hatta hemen oradan bir Tarkan yorumu gelse de hep birlikte “Kır Zincilerini” söylense. Haziran ayındaki ilk konserden sonra da çok konuşulan yorum bu konserde de kulaklarımızda ve sanırım artık olmazsa olmazlardan biri kategorisine giriyor.
Her zaman eksikliği hissedilecek ve özlemi bitmeyecek bir kişiye diyerek Çağlan Tekil’e selam gönderiyor Övünç. En etkileyici sözel içerik ve nağmelerin kollarında yükselen dozun zirvesine tırmanırken “Her Gün Bir Doz” Çağlan için geliyor ve tek yürek eşlik ediliyor. Kısa bir ara sonrası yine en beklenenlerden “Yalan Lisan” geliyor. “Yalan besin, yalan lisan / Yalandan mutlu her insan / Sen söylerken, ben söylerken / Renk versek ya” söylemeyen yok şarkıyı. Eski bira fabrikasının hayaleti izleyicilerin arasında artık. Yanıp sönen ışıklarla birlikte bir beliriyor bir kayboluyor. Bir an göz göze geliyoruz, korkulacak bir durum yok esasen, o da memnun halinden. Son şarkı anonsu ve “Düğüm” tekrar başlıyor. Ne kadar çalsa kimsenin itirazı olmayacak kıvamda avucuna alan şarkılar listelerinin de favorisi kendisi. Ardından sahneden iniyorlar ancak yoğun alkıştan anlaşılan bu iş burada bitmez. Yeniden çıktıklarında “Yandı Her Şey” ile bir kez daha. Gönder gelsin synth melodileri yıkasın ruhumuzu.
Şarkı sonrası göz gezdiriyorum salona, köşe bucak konser sırasında göründüğü her yere ancak artık hayalet ortada yok. Belki de huzura kavuştu, en son görünen memnun hali bunu işaret ediyordu. Kulaklarımızda karanlık, loş kuytulardan yankılanan melodilerle bunun yanıtını da bir sonraki konserde alacağımız besbelli.
Gelsin yeni şarkılar, yeni konserler, belki de bu kez yoğun isteğin geldiği Kadıköy’de gerçekleşir bir başka büyülü gece, bir gotik hayaletin izinde.