Depresyon Bulaşıcı mıdır?

Depresyon bulaşıcı olabilir mi?

Bu yılın başlarında yayınlanan bir JAMA Psikiyatri makalesi böyle olabileceğine dair bir görüş ön sürüyor. Araştırmacılar “ergenlik döneminde yaşıtlarına ruhsal bozukluk teşhisi konmasıyla kişiye yaşamın ilerleyen dönemlerinde ruhsal bozukluk teşhisi konması riskinin artması arasında bir ilişki” bulduklarını bildirdiler. Aynı çalışmada ergenler arasında ruhsal bozuklukların “sosyal olarak bulaşabileceğini” öne sürdüler. Ancak söz konusu gözlemsel çalışma doğrudan bir neden belirleyemedi.

Bu durum sezgisel olarak mantıklı geliyor. Psikologlar ruh hallerinin ve duyguların kişiden kişiye nasıl yayılabileceğini inceledi. Kahkahalarla gülen biri sizi de güldürdüğü için bulaşıcı olabilir. Benzer şekilde bir arkadaşınızı duysugal acı içinde görmek sizde umutsuzluk uyandırabilir; bu fenomene duygusal bulaşma deniyor.

Otuz yıldan uzun bir süredir araştırmacılar zihinsel sağlık bozukluklarının da sosyal çevremiz tarafından tetiklenip tetiklenmediğini araştırıyor. Çalışmalar arkadaşların, akranların ve ailelerin zihinsel sağlığının bir bireyin zihinsel sağlığını ne ölçüde etkileyebileceği konusunda karışık sonuçlar buldu.

Finlandiya Helsinki Üniversitesi ve diğer kurumlardaki araştırmacılar tarafından yürütülen JAMA Psikiyatri çalışması, 1985 ile 1997 yılları arasında doğan 713.809 Finlandiya vatandaşına ait ülke çapındaki kayıt verilerini analiz etti. Araştırma ekibi dokuzuncu sınıfa geldiklerinde zihinsel bozukluk teşhisi konmuş Finlandiya genelindeki okullardan kişileri belirledi. 2019’un sonuna kadar, daha sonraki teşhisleri kaydetmek için kohortun geri kalanını takip ettiler.

Çalışma birden fazla sınıf arkadaşına ruhsal bozukluk teşhisi konmuş dokuzuncu sınıf öğrencilerinin, teşhis konmuş sınıf arkadaşı olmayan öğrencilere göre sonraki yıllarda ruhsal bir hastalık geliştirme riskinin yüzde 5 daha yüksek olduğunu buldu. Risk maruziyetten hemen sonraki yılda özellikle yüksekti: Bir sınıf arkadaşına tanı konmuş öğrencilerin ruhsal sağlık teşhisi alma olasılığı yüzde 9 daha fazlayken, birden fazla sınıf arkadaşına tanı konmuş öğrencilerin teşhis alma olasılığı yüzde 18 daha fazlaydı. Risk ruh hali, kaygı ve yeme bozuklukları için en yüksek seviyedeydi. Ebeveyn ruh sağlığı, sınıf büyüklüğü ve bölgedeki işsizlik oranları gibi bir dizi olası karıştırıcı faktör ayarlandıktan sonra artan risk gözlemlendi.

Bu sonuçlar ruhsal sağlık bozukluklarının sosyal iletimi için ikna edici bir kanıt gibi görünebilir, ancak Hollanda’daki Leiden Üniversitesi’nde klinik psikolog olan Eiko Fried gibi diğer araştırmacılar, Fin ekibinin tüm ilgili karıştırıcı faktörleri kontrol etmemiş olabileceğini öne sürdü. Fried, Undark’a gönderdiği bir e-postada, bir karıştırıcı faktör örneği olarak depresyon riskini artıran yoksul bir mahallede yaşamayı gündeme getirdi. “Bu çocuklar aynı okullara gidiyor ve bu okullarda bir depresyon birikimi elde ediyorsunuz. Bu karıştırıcı faktör -mahalle- hesaba katıldığında durum sosyal bulaşma gibi görünüyor.”

Araştırmacılar mahalle istihdam oranlarını ve eğitim seviyelerini kontrol ettiler, ancak yine de diğer etkili bağlamsal faktörleri hesaba katmamış olabilirler. Bu paylaşılan faktörler yeterince ölçülmediği ölçüde, ilişkili sonuçların tahminleri nedenselliği yanlış değişkene bağlama riski taşır. X’teki (eski adıyla Twitter) bir gönderide Fried sosyal bulaşmadan ziyade gizli karıştırıcı faktörlerin neler olup bittiğini açıklamanın daha makul olabileceğini söyledi.

Olası karıştırıcı değişkenlere yönelik eleştirileri ortaya koyan bir e-posta sorgusuna yanıt olarak Finlandiya çalışmasının baş yazarı Jussi Alho, başka bir olası etkiye işaret ederek sınıfları referans noktası olarak kullanmanın faydasını vurguladı: İnsanların kendilerine benzeyen kişileri arama veya onlara ilgi duyma eğilimi.

“Çalışmamızda sosyal ağlar için vekil olarak okul sınıflarını kullanıp bu öz-seçim önyargısını azalttık. Kurumsal olarak dayatılan sosyal ağlar olarak okul sınıfları tipik olarak bireylerin benzer kişileri sınıf arkadaşı olarak seçmesiyle içsel olarak oluşmadıkları için araştırmaya oldukça uygun. Dahası okul sınıfları, sınıf arkadaşlarıyla birlikte geçirilen önemli zaman göz önüne alındığında çocukluk ve ergenlik döneminde tartışmasız en önemli akran ağları arasında.”

Alho ve makalede yazdıkları gibi, ortak yazarlarının hesaplamalarına göre Finlandiya çalışmasının gücü, araştırılan sosyal ağların araştırma denekleri tarafından bağımsız olarak seçilmemiş olması gerçeğinde yatıyor. Ama aynı zamanda Alho eleştirmenlerin bir noktada haklı olduğunu kabul etti: “Kalıcı karıştırıcıyı tamamen göz ardı edemeyiz,” diye yazdı Undark’a gönderdiği bir e-postada “çalışmamızdaki ölçülmemiş veya yanlış ölçülmüş yardımcı değişkenler nedeniyle.”

Bu karıştırıcılar araştırma hattını rahatsız eden sürekli bir sorundur. Örneğin Health Economics dergisinde yayınlanan 2012 tarihli bir çalışma üniversite öğrencisi oda arkadaşlarının ilk yıllarındaki ruh sağlığı durumlarını inceleyerek “büyük ölçüde şans eseri bir araya gelen kişiler arasında olası bulaşma” olup olmadığını test etti. Yazarlar, çalışmayı doğal bir deney olarak tanımladılar ve kendi ifadeleriyle “nedensel etkinin” “tarafsız tahminlerini” üretebileceğini savundular.

Araştırmacılar genel psikolojik sıkıntı, depresyon ve anksiyete gibi “zihinsel sağlıkta genel anlamda önemli bir bulaşma ve belirli zihinsel sağlık önlemleri için küçük bulaşma etkilerinden daha fazlası” bulamadılar. Ancak bu durumda bile hafif bulaşma etkisi ölçülmeyen faktörlere, örneğin öğrencilerin benzer sosyal çevreleri ve yetiştirilme tarzlarını paylaşmalarına atfedilebilir. Sonuçta benzer akademik ilgi alanlarına veya ders dışı becerilere dayanarak seçmiş olabilecekleri bir okula gidiyorlar.

Tüm bu olası etkiler neyin neyi yönlendirdiğini bilmeyi zorlaştırıyor. Zihinsel sağlık sorunları sosyal ağlardaki insanlar arasında mı yayılıyor? Yoksa başka bilinmeyen faktörler yalnızca bu izlenimi mi yaratıyor?

Cevap ne olursa olsun bu tür kişisel maruziyetler farklı bir tür bulaşmaya neden olabilir: kamu farkındalığı. Örneğin yaygın anksiyete bozukluğu ilk olarak 1980’de Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nın (DSM) üçüncü baskısında bir tanı olarak ortaya çıktı. Cleveland Clinic’in Sağlık Kütüphanesi’ne göre bu durum “günlük şeyler hakkında aşırı, sık ve gerçekçi olmayan endişeye” neden oluyor. DSM’nin dördüncü baskısı ve güncellenmiş genelleştirilmiş anksiyete bozukluğu tanı kriterleri 1994’te yayınlandığında tanı geçmişine ilişkin 2017 tarihli bir makaleye göre bozukluk “nadiren teşhis edilen bir durumdan, toplum örneğinde yaşam boyu yaygınlığı %5’e kadar ulaşan bir bozukluğa dönüşmüştü.” Sağlık Araştırmaları ve Kalite Ajansı’nın 2016 tarihli çocuklarda anksiyete raporundan alınan veriler, çocukluk anksiyetesinin 13 ila 18 yaş arasındaki yaklaşık dört çocuktan birinde meydana geldiğini, o yaş grubunda şiddetli anksiyete bozukluğunun yaşam boyu yaygınlığının ise %5,9 olduğunu göstermektedir.

Bu oranlara neden olan şey hem hastalar hem de klinisyenler arasında potansiyel olarak daha iyi farkındalıktır. Ya da gelişen tanı kriterleri ve tedaviye daha iyi erişim gibi diğer faktörlerden kaynaklanabilir. Ancak Alho ve meslektaşlarının makalelerinde öne sürdükleri gibi bunun sosyal ağlar aracılığıyla edinilen ruh sağlığı bozukluklarına ilişkin bilgi ve kabulden de kaynaklanması muhtemeldir. Sonuçta araştırmacılar çalışmalarında zihinsel bozukluğu olan bir akranla karşılaşmanın “tanı ve tedaviye karşı farkındalığın ve duyarlılığın artmasıyla zihinsel bozuklukların normalleşmesine” yardımcı olabileceğini belirttiler.

Joshua Cohen, Boston’da yaşayan bağımsız bir sağlık hizmeti analisti ve serbest yazar ve Undark’ın Cross Sections köşesinin yazarıdır.

görsel: Carol Yepes via Getty Images

kaynak

What's your reaction?