Cadılık Hakkında Vahşi Bir Film Olan 1922 Yapımı Häxan’ın Garip Görkemi
Çığır açan belgesel akademik araştırmayı işkence ve çıplaklığın müstehcen sahneleriyle harmanladı. Sansüe maruz kalan filmler buna sahip değildi.
Eylül 1922’de İsveçli sinemaseverler dönemin en pahalı İskandinav filmi olan Häxan’la tanıştı. Film daha sonra Çağlar Boyu Cadılık olarak bilinecekti.
Stockholm galasında izleyiciler canlı bir orkestra ve filmin kadrosunu ve yaratıcı sürecini tanıtan resimli programlarının keyfini çıkardı. Bu düzeydeki ihtişam ve tören o dönemdeki yüksek profilli Avrupa filmleri için tipikti. Häxan’ın eşlik eden bibliyografyası tabii olarak biraz farklıydı; ortaçağ dini metinlerinden Jungcu psikanalize kadar uzanan düzinelerce akademik kaynağa atıfta bulunuyordu. Bu, normal bir sinema gecesi yaşanmayacağına dair bir ipucuydu.
“Belgesel” kelimesinin ilk kez bir filmi tanımlamak için kullanılmasından dört yıl önce gelen Häxan yeni bir hikaye anlatma biçimi tanıtmıştı. Resimli dersler ve dramatik kısa öyküler arasında geçiş yapan yönetmen Benjamin Christensen karanlık büyü ve dini işkencenin korkunç sahneleriyle ortaçağ cadılığı üzerine yedi bölümlük bir inceleme sundu.
Büyüye dair tarihi inançları inceleyen bir slayt gösterisiyle açılış yapan Häxan ardından paranoyak batıl inançların kabusuna dalar. Buruşuk yaşlı kadınlar kasvetli zindanlarda iksir karıştırır, iblisler şakalaşır ve kahkaha atar, ergen satanistler gece yarısı ritüellerinde eğlenir, ateşli din adamları masum kadınlara var olmayan suçlardan dolayı zulmeder. Hatta Christensen bazı ortaçağ işkence aletlerini bile gösterir.
Bu dehşet alayının ardından yönetmen,büyücülüğün semptomlarını çağdaş akıl hastalığı imgeleriyle ilişkilendiren son tezini sunar. “Histerik, yalnız ve mutsuz dediğimiz küçük kadın, bizim için hala bir bilmece değil mi?” diye sorar.
Freud ve Jung’un çalışmalarından etkilenen yönetmen arkaik bir toplumsal olgu için bilimsel bir açıklama aramıştı. Bazı izleyiciler de Häxan’ı böyle algıladı, bazıları ise algılamadı. Küfürlü içeriği, çıplaklığı ve sadomazoşist kimi temaları nedeniyle Amerikan sansürcüleri filmi tamamen yasakladı. İsveç’te bile prömiyerin 91 dakikalık versiyonu yayınlandı. Criterion’un yakın zamanda yayınlanan 105 dakikalık restorasyonundan daha kısaydı ve bazı sivri sahneleri akıllıca kısaltılmıştı.
“Cadı çılgınlığı hakkında çok gerçekçi, bilimsel olarak sağlam bir belge üretme özlemleri vardı” diyor Edinburgh Üniversitesi profesörü ve Häxan’ın akademik kökenlerini inceleyen bir kitap olan Realizing the Witch‘in ortak yazarı Richard Baxstrom. “İnanılmaz derecede zeki, çok hırslı ve biraz da çılgındı.”
MGM stüdyo patronu Louis B. Mayer, 1924’te Häxan’ı izledikten sonra benzer bir görüş dile getirerek “Bu adam deli mi yoksa bir dahi mi?” diye sordu. Görünüşe göre Christensen’ın yeteneği eksantrikliğinden daha ağır basıyordu, çünkü Mayer kısa süre sonra onu ilk Hollywood bağlantısına dahil etti. Bu çelişkili hayranlık Häxan’ın kalıcı çekiciliğini örnekliyor; tekil bir zihnin tekil bir ürünü.
Christensen tıp için yaratılmamıştı. Üniversiteyi bıraktıktan sonra opera sanatçısı olarak eğitim aldı, sahne oyunculuğuna ve ardından şampanya ticaretine geçti ve 1910’ların başında Danimarka’nın sessiz film patlaması sırasında performansa geri döndü. Kısa süre sonra kendi filmlerini yapmaya başladı ve iki başarılı Danimarka dramasını yönetti. Sonra Häxan geldi.
Filmin etrafında gelişen popüler anlatıya göre Christensen, 15. yüzyıldan kalma kötü şöhretli bir cadı avı kılavuzu olan Malleus Maleficarum’un bir kopyasına rastladıktan sonra büyücülüğe takıntılı hale geldi. Eğitimi göz önüne alındığında muhtemelen okültizmin çağdaş psikanalizine zaten aşinaydı. Malleus Maleficarum daha iyi bir köken hikayesi oluşturdu. McGill Üniversitesi profesörü ve Realizing the Witch‘in ortak yazarı Todd Meyers, Christensen’ın her zaman “kendisi hakkında mitler yarattığını” söylüyor. “Filmin kendisinde bir tür pazarlamacılık var.”
Bu ikna edici güvenin kanıtını Christensen’ın Häxan’ın tanıtımı sırasında kameraya sert bir şekilde baktığı ekranda görüyoruz. Daha sonra şeytan rolünde protez boynuzlarla seyirciye dik dik bakıyor. Film boyunca Christensen’in yüce akademik hedefleri ile filmin daha müstehcen sahneleri arasında eğlenceli bir tezat var.
Christensen’ın pazarlamacılığı böylesine tuhaf bir proje için fon sağlamasını da açıklayabilir. 1919’da Danimarka film endüstrisinin sansür kuralları karanlık veya küfürlü konuları yapmak isteyenlericaydırıyordu, yönetmen bu yüzden İsveçli şirket Svensk Filmindustri’ye başvurdu. Film uzmanı Vito Adriaensens’e göre neredeyse benzeri görülmemiş, iddialı üç yıllık bir çekimi finanse ettiler.
Häxan hakkında bir kitap yazan Adriaensens “Bir ay uzun metrajlı bir film çekmek için uzun bir süre olurdu” diyor. “Bazıları haftalar içinde yapılıyordu.”
Christensen profesyonel olmayan oyuncular da işe aldı; ortaçağ köylülerinin mümkün olduğunca gerçekçi görünmesini istiyordu. Sonuca bakılırsa başardı. Yaşlı bir çiçek satıcısını filmin en önemli cadısı olarak seçmek gibi kararlar İskandinav basınında yankı uyandırdı. Adriaensens’in dediği gibi “Yüzündeki oyuklardan tarihi okuyabiliyordunuz.” Tipik bir film yıldızı değildi ama tartışmasız pazarlanabilirdi.
İngilizce medyada Häxan’ın haberleri daha çok tuhaflığına ve şok edici sahnelerine odaklanmıştı. Gerçekten de Variety, 1923’te filmi “kamuya açık sergilenmeye kesinlikle uygun değil” olarak nitelendirdi.
1960’larda yeniden kurgulanmış bir Amerikan yeniden yayını, karşı kültür ikonu William S. Burroughs’un anlatımıyla gece geç saatlerde gösterimlerde oynatılarak bu anlatıyı sürdürdü. Yine de Häxan’ın yıkıcı itibarı filmin kendisinden çok Amerikan püritenliği hakkında daha fazla şey söylüyor olabilir.
Erken dönem Amerikan sansürcüleri 1930’ların Hays Yasası’nı ve 1980’lerin Satanik Paniğini şekillendirecek muhafazakar Hristiyan gruplarından etkilenmişti. Buna karşılık yasaklı bir film olarak geçmişi Häxan’ın korku hayranları arasında tutunmasına yardımcı oldu. Ancak Danimarka ve İsveç’te Häxan o kadar da skandal yaratmadı.
Adriaensens, Christensen’ın araştırmalarının çağdaş entelektüeller tarafından övüldüğünü belirterek “Bunun bilimsel yönlerine gerçek bir ilgi vardı” diyor.
Häxan’ın yarattığı etki sayesinde sayesinde Christensen, Hollywood’a taşınan Avrupalı film yapımcılarının akınına katıldı. Orada yedi film çektikten sonra (Häxan’ın ününden yararlanan bazı korku filmleri de dahil) Danimarka’ya döndü ve sonunda dört uzun metrajlı film daha yönetti. Unutulmaktan çok uzak olan Häxan, 1941’de saygın bir Danimarka yeniden gösterimi aldı
Son yıllarda Häxan canlı gösterimlerde bir artış yaşadı ve 2022’deki 100. yıldönümünde korku izleyicileri ve sessiz film tutkunları tarafından kutlandı.
Ancak Robert Eggers (The Witch) gibi korku filmi yapımcıları üzerindeki etkisine rağmen Häxan gerçekte bir korku filmi değil. Tipik bir belgesel de değil. Christensen’in dramatik hikaye anlatımı, büyücülük ve akıl hastalığı hakkındaki akademik argümanlarını gölgede bırakarak çok etkili. Ve bizi cadının doğasını incelemeye davet ederken Christensen’in kendi yaratıcı hedeflerini psikanaliz etmekten kendimizi alamıyoruz. Film yapımcısı kendini titiz bir akademisyen olarak sundu ancak aynı zamanda ekranda Şeytan boynuzlarını taktı ve groteskte lüks yaşarken izleyicilerine sinsice işaret etti.
kapak görseli: Mezar soygunu, şeytani ele geçirme, işkence ve genel müstehcenlik sahneleri, bir asırdan fazla bir süre sonra kült bir klasik olarak yaşamaya devam eden erken dönem belgesellerinden biri olan 1922 yapımı Häxan’a hakimdi. Movie Stills Veritabanı
kaynak: atlas obscura