Babalarla Belki de Son Buluşma: Deep Purple Bir Kez Daha İstanbul’daydı

Boğaç Gökmen

Bazı gruplar bir şehre geldiğinde işin rengi değişir. Birkaç gün önceden ona göre program yapılır. Hele ki konserin olacağı bölgede tüm gün adeta bir futbol final maçı atmosferi hâkim olur. Bu heyecana karışmak için de bir gece önceden hangi tişörtü giyeceğini hatta çıkışta ne yapılacağına dair ihtimalleri kafanda şöyle bir döndürürsün. Hani Barış Abi’nin dediği gibi “giyinelim en güzel giysileri” misali o gün bayram tadındadır bir nevi.

Hele ki bu grup bir efsane, Deep Purple ise mevzu tartışılmayacak bir boyuta taşınacaktır elbette. Bu bayram hissiyatı birkaç nesli birden avucuna alacak, babalı, oğullu, kızlı hatta torunlu aile boyu bir heyecan hane halkını saracaktır.

Rock evreninin kurucu babaları, hard rock ve şüphesiz ki heavy metal kıvılcımını ateşleyen babalardan bahsediyoruz. “Highway Star” koca bir heavy metal müzik oluşumunun müsebbibi olabilir. Ne dersiniz? Bu sebeple belli bir hassasiyet, bir ustalara saygı sunma ritüelini yerine getirme görevi de cabası.

Okul tatillerinde Bursa’ya gitmeyi sevmemin sebeplerinin başında dayımın plak arşivinden bana tanınan özgürlük sınırlarınca faydalanıp Dual pikaba Deep Purple, Machine Head plağını yerleştirmenin hayali olurdu. Seksenli yılların orta yerinde bir ortaokul öğrencisi için tadından yenmez bir nimetti o plağı gönlünce döndürmek. Aynı dönemde eniştemin “al bak asıl bunları dinle” diyerek verdiği Burn plağı ve Made in Japan kaseti de koca bir Deep Purple ateşi yakmaya yetmişti gönlümde.

Tüm bu hissiyatlar ışığında İstanbul, Küçükçiftlik Park konumuna doğru yaklaştıkça bu bayram havası kendini gösteriyor.  Maçka’dan aşağı inenler, Beşiktaş, Kabataş ve Taksim tarafından mevcut konuma doğru ilerleyen her yaştan ve büyük oranda siyahlara kuşanmış müzikseverin hâl ve tavrından konserin önemi kendini belli ediyor. Şehir dışından gelenlerin sayısı da epey fazla. Mekân önünde bir süredir karşılaşamadığın sevdiklerinle görüşmeler, konsere dair dönen muhabbetler, 25 Haziran akşamını bol paylaşımlı bir rock şenliğe döndürmeye yetiyor.

Konser öncesi DJ setin başında Nikki Wild var. Rock klasiklerini ateşliyor ardı ardına. Aerosmith, ACDC, Metallica, Dio ve daha birçok rock ve metal marşı alanı dolduranların kanını kaynatıyor.

Sonra bir bekleme süreci ve o arada neler var kafalarda, “belki de son turneleri, iyi ki geldik, belki bir daha denk gelemeyiz, şöyle babaları bir kez daha izleyelim” düşünce balonları birbiriyle çarpışıyor havada. “Hangi şarkıyla çıkarlar”, “Ama bu yaşta herhâlde şu şarkıyı çalmazlar” kritikleri geçen süreci eritiyor.

Ve beklenen an, saat 21.45, Deep Purple sahnede artık. “Highway Star” ile başlıyorlar ki hayli de iddialı bir giriş. Hele vokal performansı bakımından kendi içinde bir meydan okuma kıvamı barındıran şarkı koca alanı hareketlendiriyor. Herkes bu çıkış anını kayıt altına almaya çalışıyor. 80 yaşına göz kırpan efsane solist Ian Gillian’ın şarkının özellikle “I love it, And I need it, I bleed it” bölümünde zorlanırken öksürüğüne engel olamayışı içimizi acıtırken, aslında bir bakıma yılların ve zamanın acımasızlığının da ispatı oluyor. Sesinin o eski kudreti yok belki ama koca bir rock evrenini inşa eden adamlar bunlar ve tam da o anda karşımızda olmaları bu yanıyla paha biçilmez.

Ian Paice, Roger Glover, Ian Gillan ve Don Airey ile birlikte 2022’de kadroya katılan yetenekli gitarist Simon McBride var sahnede. Neredeyse 10.000 civarında müziksever eşlik ediyor rock klasiklerine. Bir ay sonra dinleyeceğimiz gelecek albüm “=1”den de çalıyorlar. “Pictures of You” nefis bir şarkı, “Portable Door” 70’lerden çıka gelmiş hissiyatıyla sarıyor izleyiciyi. Don Airey’in keyboard solosu sonrası gelen “Bleeding Obvious”da ise şarkının ilk bölümünde bir mikrofon sorunu yüzünden Gillian babayı duyamıyoruz. Ancak şarkı gelecek albümün ne derece lezzetli olduğunun şifrelerini veriyor.

Keyboard solo demişken Don Airey’in sahnede yalnız kaldığı anlara bir paragraf açmak boynumuzun borcu. Bilindik solo bölümlerinden çok farklı ve özenle düşünülmüş bir performansa imza atıyor Airey baba. Geçişler içinde tuşları birbirine kattığı bölümde Mozart’ın Türk Marşı’na girip devamında İstiklal Marşı’nı çalması gözlerde birkaç damla yaş ve tüyleri diken diken eden bir etki yaratıyor.

Bas gitarıyla Roger Glover’ın, zamana meydan okuyan bir çizgide kendi köşesiyle yetinmeyerek sahnedeki hareketliliği, ritim üstadı Ian Paice’ın, mütevazı ancak büyük çalımıyla verdiği lezzet, Ian Gillian’ın sahnedeki karizmasıyla birleşince “Heyt babalar be” nidalarını hakkediyorlar.

Tabii ki olmazsa olmaz belki de gelmiş geçmiş en meşhur rock klasiği “Smoke on the Water”da telefonunu sahneye doğru nişanlamayan kimse yok her halde. Machine Head albümü klasiklerinden “Lazy” ve “Space Truckin’”de enerjiyi iyice yükseltiyor. Ya, “In Rock” albümünün ağır topları “Hard Lovin’ Man” ve “Into the Fire”a ne dersiniz.

Gitar soloda Simon McBride hünerlerini sergileyip görücüye çıkarken, Belfast doğumlu 45 yaşındaki gitarist, zihninden geçen, “tam da hayallerimi gerçekleştirdiğim yerdeyim” cümlesini gitarın klavyesinde dolanan parmaklarıyla nakış gibi dokuyor adeta. Ne mutlu.

2013 tarihli “Now What?!” albümünden “Uncommon Man” ve 1993 albümleri “The Battle Rages On…”dan gelen “Anya” tahminlerimin dışında iki şarkı oluyor. Seyirciyi selamlayıp tekrar çıktıktan sonra ise ilk albüme, 1968 yılına, saykodelik dönemlere ışınlanma zamanı. “Hush” ne kadar da güzel bir konser şarkısı dedirtirken tavan yapan coşku, en baştan beri beklenen “Black Night” ile iyice zirve yapıyor. Bu zirve anında kapanış yapmak da pek tabii bu rock şöleninin lezzetini damakta bırakıyor. Hani çalmalarını istediğimiz başka şarkılar yok muydu? Bu bazı büyük şarkılar izlemeye gelen yeni nesillere aktarılabilir miydi? Tabii ki bunlar akla geliyor ancak önümüze sunulan menü ile de karnımızı doyurmayı biliyoruz elbet.

Açıkçası babaları seyretmenin bünyede hissettirdiği huzurla birlikte bir yanıyla da hüzün barındırıyordu bu performans. Ian Gillian’ın mikrofon başında zorlandığı anlar yürek burksa da anlayışla ve saygıyla karşılanacak çok sebep var. Evet, zaman daima ilerliyor, insan yaş alıyor ancak ruh, işte kişiyi ayakta tutan da ne olursa olsun hayal kurmaya devam etmesini sağlayan da bu ruh meselesi değil mi? Neticede Deep Purple bizlere bu ruhu aktaran, bu ruhun her koşulda canlı kalmasının arkasındaki grupların başında geliyor.

Çıkışta ev yolunda, tekrar dayımın Dual pikabının başında, o plağı iğneyle buluşturduğum anlar geliyor gözlerimin önüne. O onlu yaşlardaki çocuğa dönüyor ve neredeyse kırk yıl önceki o aynı heyecanla yeşeren ruhun hala damarlarımda gezindiğini hissediyor ve biliyorum. Bir Deep Purple konseri geçiyor ve rock sahnesinin kurucu babalarının, tarihin en büyük gruplarından birinin belki de son konserlerinden birini izlemenin verdiği duygu atlamalarıyla evin yolunu adımlıyorum.

Ustalara saygılar sunuluyor ve kadim rock ruhu teneffüs ediliyor, daha ne olsun!

ROTKA TV YAYINLARINI YOUTUBE ÜZERİNDEN İZLEYEBİLİRSİNİZ

What's your reaction?