47
Views

Bir Dünya Savaşı’nda doğup bir diğerini yaşayan Albert Camus (7 Kasım 1913-4 Ocak 1960) cebinde kullanılmamış bir tren biletiyle bir araba kazasında öldü. Ölümünden sadece üç yıl önce, insan vicdanının sorunlarını, direniş olarak sanat, ahlaki yükümlülüğümüz olarak mutluluk ve zor zamanlarda gücün ölçüsü gibi sorunları açık görüşlü bir ciddiyetle aydınlatan eserleriyle Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ikinci en genç kişi olmuştu.

Camus, II. Dünya Savaşı sırasında tutkuyla adaletin yanında yer aldı; Soğuk Savaş sırasında nezaketin tüm hümanist gücüyle Demir Perde’yi deldi. Ama dünyanın politikanın ateş çukurunda kendi geleceğini yaktığını gördükçe, doğru ve yanlış tarafı olmayan zamanın yalnızca en küçük ve en kişisel ölçekte kazanıldığını veya kaybedildiğini anladı: “Geleceğe yönelik gerçek cömertliğin şimdiye her şeyi vermekte yattığı” inancına dayanan, kişinin kendi hayatıyla mutlak bir şekilde var olması.

Camus ölümünden sonra yayınlanan, Lyrical and Critical Essays (halka açık kütüphane) koleksiyonunda bulunan “Tersi ve Yüzü” başlıklı denemesinde bunu şiirsel bir dokunaklılıkla ele alır.

Camus varlık kapasitemizi yağmalayan modern üretkenlik kültüne karşı öngörülü bir uyarıda bulunurken şöyle yazar:

Hayat kısadır ve zamanını boşa harcamak günahtır. Faal olduğumu söylüyorlar. Ama eğer faal olmakta kendini kaybedersen faal olmak da zamanını boşa harcamaktır. Bugün dinlenme zamanı ve kalbim kendini aramak için yola koyuluyor. Eğer hâlâ bir ızdırap sarıyorsa içimi, o elle tutulamayan anın cıva gibi parmaklarımın arasından kayıp gittiğini hissettiğim zamandır.… Şu anda tüm krallığım bu dünyadan. Bu güneş ve bu gölgeler, bu sıcaklık ve havanın derinliklerinden yükselen bu soğuk: her şey güneşin merhametime bir selam olarak bolluğunu döktüğü bu pencereye yazılmışken bir şeyin öldüğünü veya insanların acı çektiğini neden merak edeyim?

Camus, genç Dostoyevski’nin ölüm cezasının kaldırılmasından kısa bir süre sonra hayatın anlamıyla ilgili coşkulu hesaplaşmasını (“İnsanlar arasında insan olmak, her ne şart altında olursa olsun insan kalmak, umutsuzluğa kapılmamak, yılmamak” diye yazmıştı Dostoyevski kardeşine, “Hayat bundan ibarettir, onun görevi budur.”) yankılayarak şunları ekler:

Önemli olan insan olmak ve sade olmaktır. Hayır, önemli olan gerçek olmaktır ve o zaman her şey yerli yerine oturur, insanlık ve sadelik. Ne zaman insan olduğumdan daha gerçek olurum?… Artık dileğim mutluluk değil, sadece farkındalık… Her hareketimle dünyaya, tüm minnettarlığım ve merhametimle insanlara tutunuyorum. Dünyanın doğru ve yanlış tarafları arasında seçim yapmak istemiyorum ve seçim yapmayı sevmiyorum… En büyük cesaret ışığa da ölüme olduğu kadar dik bakmaktır. Ayrıca, bu her şeyi tüketen yaşam sevgisinden bu gizli umutsuzluğa uzanan bağı nasıl tanımlayabilirim? Çok aramama rağmen bildiğim tek şey bu.

Bu düşünceler Camus’yü “Yaşamdan umutsuzluk olmadan yaşam sevgisi olmaz” sonucuna götürdü; bunlardan hayatın saçmalığına ve merkezindeki kritik soruya karşı üç panzehir çıkardı.

görsel:

kaynak: themarginalian.org

Makale Etiketleri:
· ·
Makale Kategorileri:
KİTAP · MANŞET