Haftanın Kitaplığı – 15 Aralık 2024
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz
Yeni Despotizm – Eski Bir Canavarın Yeniden Canlandırılması
Yazar: Bülent Diken
Yayınevi: Metis Yayınları
Siyasal düşüncedeki merkezi önemine karşın günümüzde “despotizm” kavramı eskide kalmış istisnai bir yönetim biçimine işaret ediyor gibi. Oysa paradoksal bir şekilde günümüzde gitgide ekonomiye ve güvenliğe indirgenen bir dünyada, sıklıkla yasa ile yasasızlık arasındaki ayrımı aşan ve böylelikle bulanıklaştıran despotik emirler verildiğine tanık oluyoruz. Kitleler de bu sırada piyasanın dayatmalarına ve resmi makamlara itiyadi bir itaatkârlığı benimsemiş görünüyor. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kimi ülkeyi şirket gibi, kimi ömür boyu diktatörlükle yönetmeye hevesli, kimi de bu iki yolu birden kullanmak isteyen birtakım “güçlü” liderlere tahammül ediliyor, bununla da kalmayıp onlara açıkça davetiye çıkarılıyor.
Görünürdeki farklılıklarına rağmen bu otoriter liderlerin hepsi demokrasiye karşı tutkulu bir düşmanlık besliyorlar ve insanları demokrasinin her türlü tezahürü aleyhinde kışkırtmakta çok azimliler. Çoğunlukların onların peşinden gönüllü olarak gittiği, demokrasinin hemen her yerde askıya alındığı, küresel çapta bir istisna siyasetinin koyu gölgesi altında yaşıyoruz. Despotların yönettiği bu dünyada despotizm sadece bir siyaset “sanatı” olarak meşrulaştırılıp benimsenmekle kalmıyor, bir kült(ür) olarak da normalleştiriliyor. Despotizm bugün yeniden canlandırılırken, kendisini inkâr eden, antidespotik, hatta demokratik olarak gören ve gösteren bir yapı sergiliyor.
Ama unutmamalı: Baudelaire’in vaktiyle yazdığı gibi, “şeytanın en büyük kurnazlığı, insanları şeytanın var olmadığına inandırmasıdır.” Eğer kandırma despotizmin tanımlayıcı özelliğiyse, despotik yönetimlerin en büyük kandırmacası insanları despotik olmadıklarına ikna etmeleridir.
Bülent Diken
Erkek Dutların Gölgesinde
Yazar: Ali Özgür Özkarcı
Yayınevi: İletişim Yayınları
“Geldiler, dedi Meryem, korkudan titreyen elleriyle pencerenin tutamağını sıkı sıkıya çevirirken. Hafif bir gıcırtının boşlukta salınmasının ardından, loş oda kısa bir sessizliği giyindi birden. Sinekler soluk floresan ışığına çarpa çarpa uçuşuyorlardı durmadan. Evin oturma odasının tam ortasında duran yemek masasının üstünde gezindi arabanın farları ilkin. Meryem ışıkları kapattı hemen.”
Üç kuşağın iç içe geçmiş hikâyesini anlatıyor Ali Özgür Özkarcı. 1940’lar ile 2000’ler arasında bölünen, parçalanan karanlık bir kesitte, Çukurova’da geçen, sürgünlerle, ne olursa olsun “kapanmayan” hesaplarla, ölümlerle, hırslarla dolu bir hikâye bu. Aynı zamanda yıllar geçse, mekânlar değişse bile yok olmayan, yok etmek için çaba sarf edenleri bile kendi içine çeken, hayatlarının bir anında belirmek için fırsat kollayan o karanlık haleyi de gösteren…
Bir yandan da memleketin etrafı dikenli tellerle çevrili o tarihine bakıyoruz Erkek Dutların Gölgesinde’yi okurken. El değiştiren mülkiyetin “yeni” sahipleri, onlar tarafından “yersiz yurtsuz” bırakılanlar, her an can derdiyle tetikte olanlar, hiç bitmeyen o hesaplar, dalavereler, tüm bunların içinde yaşamaya çalışanlar, yaşamaya çalışmanın başlı başına bir dert yumağına dönüştürdüğü o insanlar… İşte bu roman, “o insanların” romanı…
Günbatımında
Yazar: Hwang Sok-Yong
Yayınevi: Doğan Kitap
Minu Bak zengin ve başarılı bir adamdır. Seul’ün kenar mahallesinde fakir bir aileye doğmuş, hızla modernleşen bir ülkede o da zenginleşmiştir. Büyük bir mimarlık şirketinin başında çalışırken bir zamanlar âşık olduğu ve ihanet ettiği kadından bir mesaj alır. Anılar birden canlanır ve Minu yıllar önce geride bıraktığını düşündüğü dünyayı ziyaret etmek ister. Ancak suç, fakirlik ve şiddetle birlikte aşkın, heyecanın ve fırsatların da ülkesi olan o mahalle artık yoktur.
Günbatımında, modernleşme arzusuyla daima ileri giden bir ülkenin geride bıraktığı insanlara ve maziye son bir bakış.
Hwang Sok-yong, 1943’te Çin’de doğdu. Ailesi 1945’te Kore’ye geri döndü. Dongguk Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi gören ya- zar, Vietnam Savaşı’na katıldı. Yazarlığının yanında, ülkesinde insan hakları ve demokrasi savaşı verdi. Gönüllü sürgünle New York’ta ve Berlin’de yaşadı. 1993’te Seul’e döndüğünde hüküm giydi ve 1998’de özel afla salıverilinceye dek cezaevinde kaldı. Aralarında PEN ve Amnesty International’ın da olduğu pek çok kuruluş, serbest kalması için kampanyalar düzenledi. Eserlerinde sıklıkla yurtsuzluk temasını işleyen Hwang Sok-yong hem güneyde hem de kuzeyde çok sevil- mektedir. Seul’de yaşayan yazarın kitapları pek çok ulusal edebiyat ödülüne değer görülmüştür.
Yalnız Kalmak İçin Mükemmel Bir Gün
Yazar: Nanae Aoyama
Çevirmen: Merve Sever
Yayınevi: Beyaz Baykuş
Yalnız Kalmak İçin Mükemmel Bir Gün Kitap Açıklaması
YAŞADIĞI HAYATI SORGULAYANLAR VE ANLAM ARAYANLAR İÇİN…
Kendi benliğini keşfetmeye cesaretin var mı?
Büyükşehirde, yalnızlık bir tercih midir, yoksa, kaçınılmaz bir durum mudur?
Chizu, hayatının yönünü belirlemek için Tokyo’ya göçen genç bir kadındır. Kalacak yeri yoktur, aile dostu bir yaşlı kadının yanında geçici bir yuva bulur. Fakat bu ev, yalnızlığı, geçmişin izlerini ve ilişkilerin karmaşık yanlarını içinde barındıran bir dünya sunar ona. Bir yandan özgürlüğe adım atmak isterken diğer yandan başkalarıyla bir arada yaşamanın getirdiği zorlukları keşfeder.
Yalnız Kalmak İçin Mükemmel Bir Gün, yalnızlığın farklı yüzlerini, sıradan günlerin içinde saklı duyguları ve şehir yaşamının bireyde bıraktığı izleri ele alıyor. Aoyama’nın naif ve şiirsel dili, okurları bir yalnızlık ve kendini keşif yolculuğuna çıkarırken, içsel sessizlikle yüzleşmeye çağırıyor
Kayıp Kitabevi
Yazar: Evie Woods
Çevirmen: Beril Tüccarbaşıoğlu Uğur
Yayınevi: Olimpos Yayınları
Dublin’in sessiz sokaklarından birinde kayıp bir kitabevi, bulunmayı bekliyor…
Opaline, Martha ve Henry çok uzun zamandır kendi hikayelerinin yan karakteri olmuşlardı.
Ancak ortadan kaybolan bir kitabevinin sihri, her şeyden habersiz bu üç yabancının kendi hikayelerinin de en az çok sevdikleri kitapların sayfalarında okudukları kadar sıradışı olduğunu keşfetmelerini sağlayacaktı. Rafların sırrını çözdükçe kendilerini hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir harikalar diyarında bulacaklardı.
Ne Para Ne Saat Ne Kasket
Yazar: Wilhelm Genazino
Çevirmen: Tevfik Turan
Yayınevi: Jaguar Kitap
Çocuklu bir anne gördüm, durdum. Ani bir şekilde uyanan bir duyguyla çocuğa annesinden, anneye ise çocuğundan dolayı gıpta ettim. Bundan başka, gençliği, güzelliği, kolyesi ve saç şeklinden dolayı da anneye gıpta ediyordum. Ayrıca, kaba saba küstahlığından ve tükürükler savurarak konuşmasından dolayı da çocuğa gıpta ediyordum. Beni şaşırtan yorgunluğum oldu; yaşlanmanın bir ödüllendirilme olduğunu tasavvur ederdim hep; ödülse bir eksiklik olamazdı, rencide edici bir şey de değildi. Oysa eksiklik ve aşağılanma her metroda açık açık yazılıydı. Her vagonda şöyle deniyordu: Yaşlılara boş yer bırakılması rica olunur. Yorgunluğuma sahip çıkabilirdim, ama cesaret edemedim.
Tipik bir Genazino karakteri olarak tanımlayabileceğimiz anlatıcımız, bir sokak festivali sırasında eski karısıyla karşılaşır. Kendisi, her ne kadar yeni ilişkiler yaşamaya başlasa da eski karısına, evliliğine, dahası evliliğe dair düşüncelerden bir türlü kurtulamamıştır. Her ‘eş’in gelecekteki ‘eski’liğini içinde barındırdığını fark eden kahramanımız sadece evliliğin değil, yaşam, anne-baba, çocukluk, yaşlılık, ölüm gibi konuların da gittikçe çetrefilleştiğini görür. Halbuki bir zamanlar, yaşlandıkça tüm bunların biraz daha açıklanabilir olacağını düşünmüştür. Yine keskin gözlemler, derin düşünceler ve kendine has bir yalnızlık öyküsü.
Wilhelm Genazino’nun ölümünden önce yayımlanan son romanı olan ve önceki romanlarına göre yoğunlaşan melankolisiyle, sıklaşan geriye dönüşleriyle okurunu insan ruhunda uzun bir gezintiye çıkaran Ne Para Ne Saat Ne Kasket, Tevfik Turan’ın Almanca aslından çevirisiyle.
Lanetli Ekmek
Yazar: Sophie Mackintosh
Çevirmen: Püren Özgören
Yayınevi: Can Yayınları
1951 ilkbaharı. Dört kişi ufak bir Fransız kasabasında karşılaşırlar: Fırıncı ile karısı ve büyükelçi ile karısı. İkisi kasabanın yerlisidir, diğer ikisi dışarlıklı. Durağan taşra yaşamından usanan fırıncının karısı, bu karşılaşmayı yaşantısına renk katmak için fırsat olarak görür ve onlarla yakınlık kurar. Bir süre sonra tuhaf şeyler olmaya başlar. Atlar tarlalarda düşüp ölür. Çocuklar çılgınlaşır ve zapt edilemez olur. Karanlık çökünce hayaletler kol gezmeye başlar. Kasabanın tüm halkı bu gizemli hastalığa yakalanır. Kimileri bunu ekmeklerin bozulmasına bağlarken, kimileri de hükümetin yöre halkı üzerinde kimyasal bir deney yaptığını iddia eder. Aslında birileri tehlikeli bir kedi-fare oyunu oynuyordur, ama avcı kim, av kimdir bilinmez.
Lanetli Ekmek, çıldırmış bir kasabanın, kana karışan zehir benzeri kıskançlığın, insanı yakıp tüketen arzunun erotik öyküsünü cesur ve büyüleyici bir dille aktarıyor.
Su Kürü ve Mavi Bilet yapıtlarının ödüllü yazarı Sophie Mackintosh’tan, Fransa’da bir kasaba halkının zehirlendiği ve sorumluların ortaya çıkmadığı gerçek bir olayın ekseninde ilerleyen tutku romanı. Eleştirmenler bu kitabı,“Yazar, sadece yakın geleceği kaygı uyandıracak kadar ayrıntılı hayal edebildiğini değil, tarihteki olayları da şakacı bir dille yorumlayabildiğini gösteriyor,” diye yorumluyor.