Anlatmak Dinlemektir: Ursula K. Le Guin’den gerçek insan sohbetinin büyüsü hakkında

Her iletişim eylemi kendimizi paralel iki ihtimale teslim ettiğimiz muazzam bir cesaret eylemidir: kendi zihnimizde filizlenen bir tohumu başka bir zihne ekme ve onun nefes kesici bir karşılıklı anlayış çiçeğine dönüşmesini izleme ihtimali; ve tamamen yanlış anlaşılıp solan bir ota dönüşme ihtimali. Samimiyet ve açıklık toprağı verimli hale getirmede uzun bir yol kat eder, ama nihayetinde iletişim ikliminde her zaman bir miktar öngörülemezlik mevcuttur, en sıcak niyet bile soğuklukla karşılanabilir. Yine de bir şey bizi bu ihtimalleri sıkıca tutmaya, kadim ve kalıcı insan hediyesi olan konuşmanın güzelliğine ve dehşetine teslim olmaya zorlar. Ve en büyülü şey, en kutsal şey neticesi ne olursa olsun, konuşma ve dinlemenin bu savunmasız hale getirme sürecinde birbirimizi dönüştürmüş olmamızdır.

Bunu neden ve nasıl yaptığımız Ursula K. Le Guin’in (21 Ekim 1929-22 Ocak 2018) “Anlatmak Dinlemektir” başlıklı muhteşem makalesinde araştırdığı şeydir. Bu makale aynı zamanda bize insan olmak ve güzelliğin gerçekte ne anlama geldiği üzerine muhteşem meditasyonlarını da sunar.

Le Guin, Kurt Vonnegut’un hikayelerin şekillerini gösteren diyagramlarının ruhuna uygun olarak, “iletişimin egemen kavramının mekanik bir model” olduğunu ileri sürer ve bunu şu şekilde açıklar:

Kutu A ve kutu B bir tüple birbirine bağlıdır. Kutu A bir bilgi birimi içerir. Kutu A vericidir, göndericidir. Tüp bilginin iletilme şeklidir, ortamdır. Ve kutu B alıcıdır. Rolleri değiştirebilirler. Gönderici kutu A bilgiyi ortama uygun bir şekilde ikili bitler, pikseller, kelimeler veya başka bir şey olarak kodlar ve ortam aracılığıyla alıcıya, yani kutu B’ye iletir, kutu B de bunu alır ve kodunu çözer.

A ve B bilgisayarlar gibi makineler olarak düşünülebilir. Ayrıca zihin olarak da düşünülebilirler. Ya da biri makine diğeri zihin olabilir.

Ancak Le Guin’in gözlemlediği üzere insan iletişiminin büyüsü salt bilginin ötesinde bir şeyin, daha soyut ama daha gerçek bir şeyin iletilmesidir:

İnsanların birbirleriyle gerçekten konuştuğu çoğu durumda insan iletişimi bilgiye indirgenemez. Mesaj yalnızca konuşmacı ve dinleyici arasındaki bir ilişkiyi içermez ama aynı zamanda da öyledir. Mesajın yerleştirildiği ortam son derece karmaşıktır, bir koddan sonsuz derecede daha fazlasıdır: bir dildir, bir toplumun bir işlevidir, dilin, konuşmacının ve dinleyicinin hepsinin yerleştirildiği bir kültürdür.

Hannah Arendt’in “bu dünyada varlığı bir izleyiciyi gerektirmeyen hiçbir şey ve hiç kimse yoktur” iddiasına paralel olarak Le Guin de tüm konuşmaların değişmez bir şekilde bir dinleyiciyi varsaydığını söyler:

İnsan sohbetinde, insanlar arasındaki canlı, gerçek iletişimde ya da insanlar arasında iletilen her şeyde — söylenen her şey — gerçekten konuşulduğu gibi ya da beklenen tepki tarafından şekillendirilir.

Canlı, yüz yüze insan iletişimi öznelerarasıdır. Öznelerarasılık günümüzde etkileşimli olarak adlandırılan makine aracılı uyaran tepkisinden çok daha fazlasını içerir. Kesinlikle uyaran tepkisi değildir, önceden kodlanmış gönderme ve almanın mekanik bir değişimi de değildir. Öznelerarasılık karşılıklıdır. İki bilinç arasındaki sürekli bir alışveriştir. Kutu A ve kutu B arasında, aktif özne ve pasif nesne arasındaki rollerin değişimi yerine her zaman her iki yönde de giden sürekli bir öznelerarasılıktır.

Le Guin, Nikki Giovanni’nin amiplerin aşk hakkında bizim bilmediğimiz şeyleri anlattığı muhteşem şiirini hatırlatan bir duyguyla şöyle yazar:

Benim özel öznelerarasılık ya da konuşma veya sohbet yoluyla iletişim modelim amiplerin seks yapmasıdır. Bildiğiniz üzere amipler genellikle sessizce bir köşede çekilip tomurcuklanır ve kendilerini ikiye bölerek ürerler. Ancak bazen koşullar küçük bir genetik takasın yerel topluluğu iyileştirebileceğini ve ikisinin bir araya gelip, kelimenin tam anlamıyla birbirlerine ulaşarak yalancı ayaklarını onları birbirine bağlayan küçük bir tüp veya kanala dönüştürebileceğini gösterir.

Bunu da bir diyagramla gösterir:

Le Guin bunu biyoloji, antropoloji ve saf edebi dehanın kesiştiği mükemmel bir pasajda şöyle açıklıyor:

Sonra amip A ve amip B genetik bilgi alışverişinde bulunur, yani vücutlarının dış parçalarından oluşan bir kanal ya da köprü aracılığıyla birbirlerine vücutlarının iç kısımlarını verirler. Bir süre takılıp kendi parçalarını birbirlerine göndererek birbirlerine karşılıklı olarak yanıt verirler.

Bu, insanların konuşurken ve dinlerken bir araya gelip birbirlerine kendi parçalarını vermelerine çok benzer – iç kısımlar, zihinsel parçalar, bedensel parçalar değil. (Benzetmemde amip seksini insan seksinden ziyade kullanmamın nedenini görebilirsiniz: insan hetero seksinde parçalar yalnızca tek bir yöne gider. İnsan hetero seksi bir sohbetten çok bir ders gibidir. Amip seksi gerçekten karşılıklıdır çünkü amiplerin cinsiyeti ve hiyerarşisi yoktur. Amip seksinin mi yoksa insan seksinin mi daha eğlenceli olduğu konusunda bir fikrim yok. Sinir uçlarımız olduğu için biz avantajlı olabiliriz ama kim bilir?)

Seks yapan iki amip ya da konuşan iki kişinin oluşturduğu şey iki kişilik bir topluluktur. İnsanlar ayrıca sürekli olarak kendinden ve başkalarından parçalar gönderip alarak, yani konuşup dinleyerek birçok kişiden oluşan topluluklar oluşturabilirler. Konuşmak ve dinlemek nihayetinde aynı şeydir.

Le Guin okuryazarlığın inanılmayacak derecede yeni bir icat olduğunu ve henüz evrensel olmaktan uzak olduğunu hatırlatıyor ve temel titreşimlerimizi senkronize etme yoluyla derin bir karşılıklılığı teşvik etmede sözlü sohbetin eşsiz ve değişmez gücünü ele alıyor:

Başlangıçta fiziksel, bedensel bir süreç olan konuşma bizi hemen ve hayati bir şekilde birbirimize bağlar. Nerede biterse bitsin konuşma zihinsel veya ruhsal bir süreç değildir. Duvara yan yana iki saat sarkacı monte ederseniz yavaş yavaş birlikte sallanmaya başlarlar. Her biri duvardan ilettikleri küçük titreşimleri alarak birbirleriyle senkronize olur. Aynı aralıkta salınan herhangi iki şey eğer fiziksel olarak birbirlerine yakınsa yavaş yavaş birbirine kilitlenip tam olarak aynı aralıkta titreşme eğiliminde olur. Şeyler tembeldir. İşbirliği yaparak titreşmek karşılıklı olarak titreşmekten daha az enerji gerektirir. Fizikçiler bu güzel, ekonomik tembelliğe karşılıklı faz kilitlemesi veya sürüklenme adını verir. Tüm canlılar osilatördür. Titreşiriz. Amip veya insan fark etmez, titreşiriz, ritmik olarak hareket ederiz, ritmik olarak değişir, tempo tutarız. Bunu mikroskop altında amipte görebilirsiniz; o atomik, moleküler, hücre altı ve hücresel düzeylerde frekanslarda titreşir. Bu sürekli, hassas, karmaşık zonklama, yaşamın kendisinin görünür hale getirilmiş sürecidir.

Biz devasa çok hücreli yaratıklar, vücudumuzda ve çevremizde milyonlarca farklı salınım frekansını ve frekanslar arasındaki etkileşimi koordine etmek zorundayız. Koordinasyonun çoğu nabızları senkronize ederek, vuruşları ana ritme sokarak, uyum sağlayarak gerçekleştirilir.

[…]

İki sarkaç benzeri ama biraz daha karmaşık süreçlerle iki kişi birlikte karşılıklı olarak faz kilidi yapabilir. Başarılı insan ilişkisi uyum sağlamayı gerektirir. Eğer uyum sağlamazsa ilişki ya rahatsız edici ya felakettir.

Le Guin bu uyumun organik ve sürekli olarak, genellikle bilinçli farkındalığımızın altında ve kasıtlı niyetin ötesinde gerçekleştiğini savunur:

Şarkı söylemek, tezahürat yapmak, kürek çekmek, yürüyüş yapmak, dans etmek, müzik çalmak gibi kasıtlı olarak senkronize edilmiş eylemleri düşünün; cinsel ritmleri düşünün (kur yapma ve ön sevişme, uyum sağlamanın araçlarıdır). Bebek ve annenin bağlantısını düşünün: süt, bebek ağlamadan önce gelmeye başlar. Birlikte yaşayan kadınların aynı adet döngüsüne girme eğiliminde olduklarını düşünün. Birbirimizi her zaman uyum sağlarız.

[…]

Dinlemek bir tepki değil bir bağlantıdır. Bir sohbeti ya da hikayeyi dinlerken tepki vermekten çok katılırız, eylemin bir parçası oluruz.

[…]

Eğitebildiğinizde ve bunu başardığınızda konuştuğunuz insanlarla senkronize oluyorsunuz, fiziksel olarak onlarla zaman geçirip uyum sağlıyorsunuz. Konuşmanın bu kadar güçlü bir bağ, topluluk oluşturmada bu kadar etkili olması şaşırtıcı değil.

Susan Sontag’ın sessizliğin estetiği üzerine yazdığı muhteşem incelemenin tamamlayıcısı olarak Le Guin sesin tekil doğasını ele alır:

Ses olayı ifade eder. Gürültü bir şeyin olduğu anlamına gelir. Diyelim ki pencereniz bir dağa bakıyor. Dağı görürsünüz. Gözleriniz size değişiklikleri bildirir; dağ kışın karlı, yazın kahverengi ama esas olarak sadece gözleriniz size dağın orada olduğunu bildirir. Bu bir manzaradır. Ama o dağı duyarsanız o zaman bir şeyler yaptığını bilirsiniz. Çalışma odamın penceresinden yaklaşık yüz yirmi sekiz kilometre kuzeydeki St. Helens Dağı’nı görüyorum. 1980’deki patlamayı duymadım: ses dalgası o kadar büyüktü ki Portland’ı tamamen atladı ve yüzlerce kilometre güneyde Eugene’e indi. O sesi duyanlar bir şeyin olduğunu biliyordu. Bu duymaya değer bir kelimeydi. Ses olaydır. Konuşma en belirgin insan sesi ve en önemli ses türüdür, asla sadece bir manzara değildir ve her zaman bir olaydır.

Le Guin, bu konuşma olayının insanların sahip olduğu en güçlü etkileşim biçimi olduğunu ve konuşma ve dinlemenin samimi tangosunun büyük bir güç ve büyük bir büyünün malzemesi olduğunu savunur:

Bir dinleyiciye bir kelime söylediğinizde bu bir konuşma eylemidir ve bu karşılıklı bir eylemdir: dinleyicinin dinlemesi konuşmacının konuşmasını sağlar. Bu paylaşılan bir olaydır, öznelerarasıdır: dinleyici ve konuşmacı birbiriyle etkileşime girer. Her iki amip de eşit derecede sorumludur, eşit derecede fizikseldir ve kendilerinden parçalar paylaşmakla doğrudan ilgilidir.

[…]

Ses, etrafında tüm dinleyicilerini içeren bir küre yaratır: hem uzay hem zaman açısından sınırlı bir küre veya alan.

Yaratım bir eylemdir. Eylem enerji gerektirir.

Ses dinamiktir. Konuşma dinamiktir – eylemdir. Eylemde bulunmak, güç almak, güce sahip olmak, güçlü olmaktır. Konuşmacılar ve dinleyiciler arasındaki karşılıklı iletişim güçlü bir eylemdir. Her konuşmacının gücü dinleyicinin etkileşimiyle güçlendirilir, artırılır. Bir topluluğun gücü konuşmada karşılıklı etkileşime girmesiyle artar, zenginleşir.

[…]

Bu yüzden ifade etmek sihirlidir. Kelimelerin gücü vardır. İsimlerin gücü vardır. Kelimeler olaylardır, şeyler üretir, şeyleri değiştirirler. Hem konuşanı hem dinleyeni dönüştürürler; enerjiyi ileri geri besler ve onu güçlendirirler. Anlayışı ya da duyguyu ileri geri beslerler ve onu güçlendirirler.

Anna Deavere Smith’in satır aralarını dinleme sanatı üzerine söylediklerini akla getiren bir duyguyla Le Guin bu sürüklenmenin ve bunun etrafındaki sezgisel beklentilerimizin, muhteşem sanatın bizi nasıl ve neden zorladığının merkezinde olduğunu savunur:

Sanat alanında… beklentilerimizi ancak hangi yazarların hayal kırıklığı yarattığını ve hangi yazarların ruh için gerçek besin sunduğunu öğrenerek karşılayabiliriz. İyi yazarların kim olduğunu öğreniriz ve sonra bir sonraki kitaplarını ararız ya da bekleriz. Bu tür yazarlar -yaşayan veya ölmüş, hangi türde yazarlarsa yazsınlar, eleştirel olarak moda olsun veya olmasın, akademik olarak onaylanmış olsun veya olmasın- yalnızca beklentilerimizi karşılamakla kalmaz, onları aşar. Büyük hikaye anlatıcılarının sahip olduğu armağan budur. Aynı hikayeleri bize tekrar tekrar anlatırlar (kaç tane hikaye vardır ki?) ama bunları anlattıklarında yenidirler, haberdirler, bizi yenilerler, bize yenilenmiş dünyayı gösterirler.

[…]

Bu yüzden insanlar yeniden üretilemeyen anı, bir yerde bir araya gelen insanlar arasında anlatılan kısa, kırılgan hikaye topluluğunu ararlar. Böylece çocuklar kendilerine kitap okunması için kütüphanede toplanırlar: Yoğunlukla parlayan küçük yüz çemberine bakın. Böylece kitap turunda olan yazar kitapçıda kitap okur ve dinleyici grubu çemberin merkezindeki anlatıcının kadim ritüelini yeniden canlandırır. Canlı tepki o sesin konuşmasını sağlamıştır. Anlatıcı ve dinleyici, her biri diğerinin beklentilerini yerine getirir. Sözcüğü anlatan yaşayan dil, onu duyan yaşayan kulak, içsel yalnızlığımızın sessizliğinde özlemini çektiğimiz birlik içinde bizi bağlar ve birleştirir.

Maria Popova’nın themarginalian.org sitesindeki yazısından çevrilmiştir.

What's your reaction?