‘Phantom of the Paradise’: Brian De Palma’nın Flop Rock Operası Nasıl Kült Bir Klasik Haline Geldi
‘Phantom of the Paradise’ vizyona girdiğinde seyircinin beğenisine mahzar olamamıştı ama günümüzde bir şeyler değişti ve filmin pek çok hayranı var.
Şayet 1970’lerin ortalarında Winnipeg’de yaşasaydınız Phantom of the Paradise filminin The Godfather ya da Chinatown gibi Yeni Hollywood hareketi ürünü hit filmlere benzer şekilde gişe rekoru kırdığını düşünürdünüz. Sonuçta kendi Phantompalooza festivalini doğurmuştu.
Ana Dorian Gray’in Portresi‘ni, Faust’u ve filmin adından da anlaşılacağı üzere Gaston Leroux’nun klasik romanını yerden yere vuran bu cüretkar rock operası ticari bir fiyasko oldu. Eleştirel tepkilerin bir kısmı iyiydi. Örneğin The New Yorker’ın saygın yazarı Pauline Kael, De Palma’nın yönetmenliği hakkında övgüler yağdırmıştı.
“Filmin koyduğu baş döndürücü zekâdan dolayı neredeyse kinetik enerji elde ediyorsunuz.”
1974 yılının Cadılar Bayramı’nda gösterime girdiğinde sinemaseverler filme pek teveccüh göstermedi.
Ancak yıllar geçtikçe Phantom of the Paradise değer kazanmaya başladı. Film günümüzde kült bir klasik olarak görülüyor.
“Ruhunu rock and roll için satan” bir bestecinin hikayesini anlatan film endüstri hicvinden klasik korkuya, müzikal parodiye ve tekrar geriye doğru çılgınca savrulur. De Palma’nın başlangıçtaki hayali filmin müziklerini The Rolling Stones ve The Who kalibresindeki yıldız müzisyen ve grupların yapmasıydı. Sonunda Carpenters/Three Dog Night’ın yapımcısı Paul Williams’ta karar kıldı.
De Palma kısa süre sonra iki dalda Oscar’a aday gösterilen Carrie ile Hollywood seçkinleri arasına katılacak olsa da (yıldızı Sissy Spacek, Phantom’da set dekoratörü olarak çalışmıştı) en büyük filmi, katil yapışık ikizler hakkındaki gerilim filmi Sisters olmuştu.
Phantom of the Paradise‘ın parçası olanlar “artık böyle şeyler yapmıyorlar” sözünü somutlaştıran, alışılmadık bir hayal gücünün ürünü olarak görülmekle ödüllendirildi. Özellikle Williams, filmin baş kötü adamı Swan rolünde sıra dışı bir performans ortaya koydu. Dengesiz halleriyle müzik sektörünün bir bütün olarak vicdansızlığını gösteren plak yapımcısı ekrana her girdiğinde saf kötülük saçıyordu.
Swan’ın ilk alçaklığı şarkıcı-söz yazarı adayı Winslow Leach’e (William Finley) orijinal şarkısı “Faust”u dinledikten sonra dünyayı vaat etmesidir. Leach şarkıda “Biri aşk için şarkımı söyleyecek / Ve içimdeki bu boşluğu dolduracak … Birbirinizin gülümsemesini hayal edin / Ve asla son bulmayacak şekilde hayal edin” der, sonra şarkıyı çalar, bestecinin aramalarını görmezden gelir, onu uyuşturucu ticareti yapmakla suçlar, Sing Sing’e gönderir.
Elbette, bu aynı zamanda Leach’in bir katil alter-egosuna sahip olduğunu kanıtlar: Hapishaneden kaçar, Swan’ın Death Records adını taşıyan şirketinin merkezinde yüzünün sağ tarafını yakar ve East River’da suya battığı görülür. Leach intikam ateşiyle tutuşmaktadır. Swan’ın gece kulübü The Paradise’a gider, kostüm bölümünden aldığı bir baykuş maskesi ve siyah deri pelerin takar ve Swan’la yüzleşmeden önce artık kendi şarkılarını çalan grubu havaya uçurmaya çalışır.
Phantom of the Paradise‘ın temel etkilerine sıkı bir şekilde yaslanmaya başladığı yer burasıdır. The Phantom olarak adlandırılan Leach, işkencecisiyle bir Faustian anlaşması imzalar ve tekrar sırtından bıçaklanır. Phantom’un Palais Garnier Opera Binası’na yaptıklarını o da The Paradise’a yapar.
Zamanının Ötesinde Bir Film
De Palma, Phantom of the Paradise‘daki tüm öldürme sahnelerini bir tarz ve zekâyla gerçekleştirir. Filmin görüntüsü de sesleri kadar mükemmeldir. De palma, Grand Guignol’un Alman dışavurumculuğundan İtalyan giallo’sunun erotikliğine ve Amerikan çizgi romanlarının canlı renklerine kadar her şeyden yararlanır.
Film birçok açıdan zamanının ötesindeydi. Özellikle de şov dünyasını büyük bir öngörüyle eleştirmesiyle. Sektörün oyuncuları nasıl seçtiğiyle ilgili büyük koreografili sekans #MeToo hareketinin ardından yeni bir anlam kazanırken Swan’ın “Bu eğlence” dediği, canlı yayındaki suikast girişimi günümüzde gerçek suçun yüceltilmesine işaret ediyor.
Phantom of the Paradise aynı zamanda rock dünyasında geçen ilk büyük ekran rock operasıydı ve The Who’nun Tommy filminin versiyonundan bir yıl önce, The Rocky Horror Picture Show’dan iki yıl önce ve Hedwig and the Angry Inch ve Tenacious D and the Pick of Destiny gibi filmlerden on yıllar önce geldi.
Ne yazık ki De Palma, filmin başarısızlığı konusunda da haklı çıktı: Filmmakers Newsletter’a yayın öncesi verdiği bir röportajda, film stüdyolarının modern müzik pazarını nasıl kucaklayacaklarını bilmediklerini ve rock and roll dünyasının otantik bir tasvirini görmeyi bekleyen hayranların hoşnutsuzluğunu öngördü. “Biz sofistike rock insanları için bir film yapmıyorduk,” dedi. “Bu yüzden müzik insanlarından ‘Bu Alice Cooper veya Mick Jagger değil’ diyecek çok fazla tepki alacağımızı düşünüyorum.”
Phantom of the Paradise’ın Mirası
Phantom of the Paradise, De Palma’nın geniş filmografisinde diğerlerine göre az bilinen bir film olmaya devam ediyor ama günümüzde çok daha değerli bir hale geldi. Graham, Finley ve Williams’ın 2000’lerin ortasında katıldığı Winnipeg’in Phantompalooza festivalleri var. Edgar Wright ve Guillermo del Toro gibi yönetmenler de filmi favorileri arasında gösterdi. Hatta Del Toro filme o kadar hayran ki Williams’ı Pan’s Labyrinth müzikali için işe aldı.
görsel: Gerrit Graham, Beef rolünde. / United Archives/GettyImages
mentalfloss