CGI ile Yeniden Vücut Bulan Sinema Canavarları

Özel efektler durmaksızın gelişiyor ve bizleri hem şaşırtıyor hem de gerçeklik konusunu tekrar tekrar düşünmemizi sağlıyor. Bu özel efektler aynı zamanda film yönetmenlerinin kendi vizyonlarını oluştururken aşmaları gereken birçok zorluktan biri. Sinema perdesi tarihi boyunca canavarlara yer açtı ve onlar da efektlerle gelişti, değişti. geçmişte kostümler, kuklalar ve minyatürler bu fantastik yaratıkları hayata geçirmek için kullanılan pratik tekniklerden sadece birkaçıydı. Bu yöntemler mükemmel değildi ama kameranın önünde gerçek bir şeyler vardı ve bu sayede bu kurgusal figürler daha gerçek hissettiriyordu. İlerleyen teknoloji bu hususta radikal bir değişime yol açtı. Giderek daha fazla film yapımcısı canavarları dijital bir manzarada sunan ve bilgisayar tarafından oluşturulan görüntüleri tercih ediyor. Bu yenilik yeni olasılıklar da yaratıyor. Yaratıcılar artık hayal edilebilecek her şeyi yapabilir ve halihazırda var olan görüntülere yerleştirebilir. Bu gelişmeler sayesinde eski ikonlar daha önce hiç sahip olmadıkları akıcılığa kavuşma şansı ediniyor. İşin negatif tarafına bakarsak bu tür bir iyileştirmenin her zaman işe yaramayabiliyor. Bazı bu tür dijital güncellemeler kalitesiz dokular, doğal olmayan hareketler ya da itina gösterilmemiş sunumlar nedeniyle çok daha kötü görünüyor. Eskinin pratik efektleri gibi, bilgisayar tabanlı yaratıklar da muazzam bir tutku ve ayrıntılara dikkat gerektiriyor. Aksi halde iyi sinema izleyicisinin bünyesi sahteciliği hemen reddediyor (Şahmaran dizisi buna bir örnek) ve eski orjinalleri görmek istiyor.

Şimdi CGI ile yeniden vücut bulan meşhur canavarlardan bazılarına bakalım:

KING KONG

King Kong gibi bir devin aslında minik bir aksiyon figürü olması ne kadar da ironik. Onlarca metre boyundaki bu iri maymun diğer tüm primatları gölgede bırakıyor. Boyutu ve gücüyle Skull Island’a hükmediyor ve tarih öncesi yaratıklarla mücadele ediyor. 1933 yapımı klasik filmde bu kavgalarda stop motion tekniği kullanılıyordu. Küçük modeller kare kare fotoğraflanıyor ve bir dövüş sekansı için birbirine ekleniyordu. 60’lar ve 70’lerdeki çekimlerdeyse animatronikler tercih edildi ve oyuncular goril kostümünün içine girdi. İşler 2000’lere kadar böyle devam etti. 2000’lere gelindiğinde Kong’u birkaç projeyle yeniden canlandı. Bunların en dikkat çekeni 1933 filminin 2005’teki yeniden çevrimiydi. Filmdeki aksiyon sahneleri izleyiciyi kendine çekti ve filmin yüzü gişede de güldü. Bu sahnelerin ortak noktası CGI zenginliğiydi. Yani Kong hareket kaydetmenin bir ürünüydü; bir oyuncunun hareketleri kaydedilip dijital bir karaktere aktarılıyordu. Önceki somut varlığının bir kısmını kaybetmiş olsa da kral artık inanılmaz nüanslara sahipti. Bu artan ifade zenginliği Kong’la daha önce hiç olmadığı kadar empati kurmanızı sağlıyordu ve bu da karakter için ulaşılması planlanan nihai hedefti.

GODZILLA

Canavarların kralı da benzer bir geçmişe sahip. Godzilla nükleer radyasyona maruz kalarak uyanmış devasa bir kertenkeledir. Şehirleri ezebilecek kadar büyük ve çoğu silaha karşı dayanıklı, durdurulamaz bir yıkım gücüdür. Filmin büyük finalinde Godzilla devasa saldırısı “Atomic Breath” i kullanarak şehri kurtarır. Böylesine olağanüstü bir yıkımı gösteren çekim için yeni bir strateji gerekiyordu. Film yapımcılarının stop motion için ne zamanı ne de bütçesi vardı, bu yüzden minyatür bir şehrin ortasına lastik bir kıyafet giymiş bir oyuncu yerleştirdiler. Bu yenilik onlarca yıl boyunca seriyi tanımlayan Kaiju filmlerine öncülük etti. 2000 senesindeki Godzilla filmiyle bilgisayar tabanlı görüntü kullanılmaya başlandı. Başlangıçta bu değişim birkaç çekimle sınırlıydı ama yaratıcılar sonunda lastik kıyafetlerden tamamen vazgeçti. Bu filmin yaratıcılarının köklerini unuttukları anlamına gelmiyor. Godzilla’nın oranları ve hareketleri hala dik duran bir insanınkileri yansıtıyor. Shin Godzilla gibi filmler eski zaman görsellerini taklit etmek için stop motion bile kullandı.

XENOMORPHS

Xenomorph mükemmel bir tür olduğu söylenen dünya dışı bir yaşam formudur. Kurbanlarının içine yumurta bırakır ve bu yumurtalar daha sonra avının göğsünden dışarı fırlar, büyür ve görüş alanına giren her şeyi katleder. Xenomorph yırtıcı taktiklerinde inanılmaz derecede kurnazdır ve aynı zamanda asidik kanı, kendiniz yara almadan onu öldüremeyeceğiniz anlamına gelir. İlk iki Alien filminde bu parazitler kuklalar ve kıyafetler aracılığıyla hayata geçirildi ve kusurlar gölgeler ve yakın çekimlerle gizlendi. Daha sonraki Alien filmlerinde xenomorph orduları vardı. Seri ilerledikçe pratik efektler kayboldu, yerini CGI aldı. Kalite hem azaldı hem arttı. İyi aydınlatılmış ortamlar ve gösterişli setler efsanenin illüzyonunu yok etti. CGI kullanma kararıyla xenomorph’ların erken enkarnasyonlarının elle tutulur dehşeti bir daha asla geri dönmemek üzere kayboldu.

THE THING

The Thing’in canavarı Kuzey Kutbu’nda uyuyan bir uzaylıdır. Film adını diğer organizmaları hücreleri yoluyla taklit edebilen dünya dışı belirsiz bir yaşam formundan alır. Şey, Amerikalıların Antarktika’daki bir araştırma istasyonuna sızar ve araştırmacıların görünüşlerini taklit ederek grup içinde bir paranoyanın gelişmesine sebep olur. Şey savunma mekanizması olarak ele geçirdiği bedeni grotesk derecelerde dönüştürebilir, ancak bir “öcü” olarak gizli kalmayı tercih eder. Bu taktik 1982 yapımı filmin çoğunun normal görünümlü oyunculardan oluşması anlamına geliyordu. Yaratığın kendini gösterdiği nadir anlar ise korkunç animatronikler aracılığıyla yapıldı. Görüntüde dikişler görülmesin diye Şey karanlıkta kaldı. 2011 yapımı projede aynı şeyin tekrarıydı. Tek fark Şey’in çok daha görünür olmasıydı. Hem daha aydınlıktaydı hem de tüm dokungaçlı ihtişamıyla tekrar tekrar ortaya çıkıyordu. O da artık dijital bir iblisti ve korkunç görünüyordu. Karakterlere dokunabileceğine, bırakın onları öldürebileceğine bile inanmıyordunuz.

DRACULA

En eski film canavarlarından biri için fazla efekte gerek yoktu. Drakula bir vampirdir. Gizemli cazibesiyle kurbanları kendine çekip kanlarını içer ve gençliğini böyle korur. Baştan çıkarmanın işe yaramadığı yerlerde insanüstü gücü ve hayvanlar üzerindeki hakimiyeti çoğu düşmanını alt etmeye yeter. Hikayenin 20. yüzyıl yorumlarının çoğu sahte dişlerden iplere bağlı yarasalara kadar bu yaratığı tasvir etmek için basit numaralar kullandı. Bunlar elbette büyük sahneler değildi. Modern dönem film yönetmenleri Drakula’nın vampir yeteneklerinin hepsini göstermek istedi. Bu yüzden Drakula Untold’daki gibi nispeten yeni versiyonlarda canavar yarasa sürülerine dönüştü ve tek başına bütün orduları katletti. Bu sahne parçalarının çoğu kaotik görsellerin CGI görüntüleri ayırt etmeyi zorlaştırmasıyla korkutucu hale geliyor. Ama ne yazık ki bu tür abartılı efektler karakteri tanımlayan incelikli korkuları azalttı.

THE MUMMY

Mumya uyarlanması en kolay korku ikonlarından biriydi. Onlar esasen Mısır zombileriydi. Eski bir lanet sayesinde bir Mısır rahibi hayata geri döner, çürümüş bedeni hala ritüelistik sargılarla sarılıdır, hedefine doğru yavaşça yürürken neredeyse düşecek gibi görünür ama her tür saldırıyla baş edebilir. Erken dönemde bunları yapmak için oyuncuları bandajlarla donatmak yeterliydi. Sonraki filmlerde bu imajı genişletmek istediler. 1999 ve 2017’deki Mumya yeniden çevrimlerinde bu ölümsüz yaratık felaketlerle birlikte geldi. Sargılar gitmiş, yerlerine iğrenç, rahatsız edici uzunluklarda et parçaları gelmişti. Ayrıca kötü adamlar böcek sürülerini kontrol edebiliyor, devasa kum duvarları yaratabiliyor ve salgınlar çıkarabiliyordu. Bunların hepsi oyuncuların üzerine katmanlar halinde yerleştirilmiş bilgisayar tabanlı görüntülerden ibaretti. Parlak dokular ve abartılı hareketler ikna edici değildi, ancak 90’lardakini mazur görebiliriz. Yükseklerde uçan bir Mısır zombisinin o kadar korkutucu olmasına bile gerek yoktu.

THE WOLFMAN

Drakula kadar kötü şöhretli bir karakter varsa o da Kurt Adam’dır. 1941 yapımı filmde kurt adam olmak kolaydı. Bir lanete maruz kalan bir adam dönüştükten sonra bile insansı bir figürdür. Sadece kurt benzeri başı, öldürücü pençeleri ve tüylü bir vücudu vardır. Bunlara vahşi bir öldürme arzusu eşlik eder ve kurt adamı korkunç bir düşman yapar. O zamanlar bu hayvansı düşmanı yaratmak için ihtiyacınız olan şey maskeler, eldivenler ve protezlerdi. O günler çoktan geride kaldı. Şimdilerde kurt adam insandan daha fazla görünüyor ve görüntüleri giderek daha korkutucu hale geldi. Harry Potter ve Alacakaranlık gibi fantastik serilerde de yerlerini aldılar. Bazı tasvirlerde sadece dev köpeklere dönüştüler. Bu yorumlar bilgisayar tabanlı yaratımlardı ve kalite filme göre değişiyordu. Her zamanki gibi iyi aydınlatılmış örnekler en kötü görünenleriydi. 2010’da Wolfman yeniden çevrildi ve efsane geri döndü. Bu projede maskeler geri döndü ve film rakiplerini geride bıraktı.

THE TERMINATOR

Terminatörler sibernetik suikastçılardır. İnsan gibi görünebilirler ama derilerinin altında metalik endoskeletonlar vardır. İnsanların arasına sızmak ve hedeflerine yaklaşmak için insana benzedikleri hallerini kullanırlar. Bu robotik kötü adamlar avlarını yakaladıklarından kusursuz bir kesinlikle davranır. Terminatör filmlerinin hepsinde o ölümcül hassasiyeti ekrana iletmek için gerçek oyuncular kullanıldı. İlk filmlerde bu sibernetik organizmalar hasar aldığında doğaçlama yapılıyordu. Protezler hafif yaralar için işe yarıyordu ama daha ağır yaralanmalarda animatronik ve stop motion kullanmak gerekti. Yönetmenler sonunda bunları CGI ile karıştırmaya başladı. Pratik efektler bu filmlerde her zaman bir şekilde varlığını sürdürdü. Terminator Genisys ve Dark Fate ise tamamen dijital odaklanarak bunu değiştirdi. Bu filmlerdeki sibernetik organizmalar sıvı metale ve nanoteknolojiye dayandı. Giderek daha büyük kovalamaca sahnelerinin kullanılması pratik efektlerin varlığı azalttı. İnsansu Terminatörlerdeki kısmi hasar bile artık CGI ile yapılır hale geldi. Katil robotların tamamen bilgisayarda yapılması trajik bir ironi.

THE KRAKEN

Bu dev kalamar yüzyıllardır denizcilerin kabuslarına girer ve sinemaseverler bunun nedenini kolayca anlayabilir. Denizler Altında 20.000 Fersah gibi hikayeler bu yaratığı gemileri avlayan devasa bir katil olarak tasvir eder. Yaratık uzun dokunaçlarını kullanarak tüm bir gemiyi derinliklere çekebilir ve su altındaki gövdesi karşısındakiler için onunla savaşmayı neredeyse imkansız hale getirir. Bu sayede erken dönem film yönetmenleri canavarı göstermeden de onu kullanabiliyordu. Stop motion ve tel işçiliğinin bir kombinasyonu olan dokunaçlar izleyicinin yaratığa dair gördüğü yegane şeydi. Elbette bu ilkel çözüm sonsuza kadar süremezdi. CGI sonunda Kraken’i de tüm ihtişamıyla gösterdi. Karayip Korsanları: Ölü Adamın Sandığı gibi filmler Kraken’in su altındaki kısmını bir nebze belirsiz tutarak FX sanatçılarının detayları işlemesini ve gizem yoluyla korku unsurunu korumasını sağladı. Ne yazık ki Titanların Saldırısı ‘nın yeniden çevrimi gibi çalışmalarda Kraken denizden çıktı ve bu pek de ikna edici bir görüntü olmadı.

DİNOZORLAR

Dinozorlar belki de gerçekte var olmalarından dolayı Hollywood’un en dayanıklı film canavarlarıdır. Sinema tarihinin başlangıcından bu yana izleyicileri boyutları ve ezici güçleriyle korkuttular. Bu canavarları sinemada yeniden yaratmak için çok sayıda teknik kullanıldı. Bunlar stop motion’dan animatroniklere ve kostümlere kadar uzanıyor. Ancak bir film her şeyi değiştirdi. O film tabii ki Jurassic Park’tı. Yakın çekimler için animatronikleri kullanmaya devam ettiler ama geniş plan çekimler için devrim niteliğinde dijital efektler kullandılar. Ayrıntılı deri ve akışkan kas yapısını muhteşem şekilde göstererek yaşayan, nefes alan hayvanlar yarattılar. Bu başarı sonraki film yapımcıları için arkasına düşülemez bir seviyeydi. Dijital dinozorlar kısa sürede filmlerde, TV şovlarında ve belgesellerde boy göstermeye başladı. Bu efektler her zaman korkunç değil ama en iyi örnekler eski animatroniklerle karıştırılanlardı. Render için beklemeden onlara dokunabileceğinizi hissediyordunuz.

What's your reaction?

tr_TRTurkish