Haftanın Kitaplığı – 16 Nisan 2023
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz
TÜRKİYE’NİN SANAT HAFIZASI – EVRİM ALTUĞ
Elinizdeki çalışma 1954 yılında göreve gelen, Milliyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’nin (1929-1979) kararıyla ilk sayısı 29 Eylül 1972’de yayımlanarak okurlara gazeteyle ücretsiz sunulan Milliyet Sanat dergisinin oluşturduğu hafıza ile, Türkiye ve dünyayla geçirdiği biçimsel, içeriksel ve editoryal dönüşümü özetliyor. Kitap, önce gazete eki, ardından aylık ve bağımsız bir yayın olarak okuruyla buluşan Milliyet Sanat dergisinin tanıklık ettiği, ifade özgürlüğünden yana bir ısrarla saf tuttuğu sosyal, siyasal, kültürel ve sanatsal gelişmelerden, gelecek nesillerin çıkarına ’ibretlik bir harman’ sunmayı öneriyor. Derginin yerel ve küresel düzeyde ele aldığı kişi ve konuların günümüz ve geleceğe dönük eleştirel vizyonu, kitabın içerdiği nice yazılı ve görsel alıntıyla da belgeleniyor.
“Türkiye’nin Sanat Hafızası”, Akal Atilla, Zeynep Oral, Ülkü Tamer, Tuğrul Eryılmaz ve Filiz Aygündüz’ün yazı işleri ve yayın yönetmenliği dönemlerinde deneyimledikleri değişken kültür, düşünce, politika ve eleştiri akımları ile bıraktığı etkileri geleceğe dönük bir hafıza yoklaması olarak Milliyet Sanat dergisinin arşivlerinden geleceğe yöneltiyor.
10’ar yıllık periyodik derlemeler hâlinde, Cumhuriyet’in 100. yılına armağan olarak sunulan kitap, ‘sanat gazeteciliği’ ekolü olarak Milliyet Sanat’ın edebiyat, sahne sanatları, sinema, görsel sanatlar, arkeoloji, tasarım ve müzik ile yeni binyılın farklı yaratıcılık alanlarının bütün emekçileri için ne tür bir ifade, öğrenim, eleştiri ve arşiv kaynağı olduğunu gözler önüne sermeyi deniyor.
Milliyet Sanat dergisinin 50 yıllık tarihine çok sesli bir okuma yapan çalışma, aynı zamanda ‘Türkiye’nin Sanat Hafızası’nı, basın şehidi İpekçi’nin ‘çoğulcu demokrasi’ idealine sadakatle, asıl katkı unsuru ve sahibi saydığı okurlarıyla paylaşıyor.
YABAN HAYVANI KOLEKSİYONU – EMİR ÇUBUKÇU
Sesin ne garip, ne kadar yabancı. Kendi kendine konuşanlara deli denilen yerlerden gelmişsin buraya. Kalktığın yere çömeliyoruz biz.Ya da senin boşluğuna yerleştiğimizi düşlüyoruz sadece. Çünkü nerede olduğumuzu anlamak öylesinezor ki artık. Sahi, neredeyiz o sırada? Soğuğun ayılttığı bedenler, sisin gölgelediği düşler… Yaşam nerede bitiyor, ölüm nerede başlıyor? Hayat, bedenin neresinde saklanıyor? Ruhumuzun ete kemiğe büründüğü, bürünüp de aklımızla alay ettiği saatler var mı? Emir Çubukçu, öykülerinde akreple yelkovanın var olmakla yok olmak arasında gidip geldiği zamanları anlatıyor. Bize kalması için uğraştıkça iplerini kaçırdığımız zamanları. Yaban Hayvanı Koleksiyonu, uzaktan duyulan uğultunun, nereden geldiğini anlamadığımız o sesin peşine düşürüyor.
FUDOKİ – KIJ JOHNSON
“Ben Prenses Harueme, Fujivara no Enyu ile şimdi Go-Sanjo dediğimiz imparatorun kızıyım. Daha önemlisi, yaşlıyım ve ölüyorum.”
Böyle başlıyor anlatmaya, hayatının büyük kısmını imparatorluk sarayında, kapalı kapılar ve paravanlar ardındaki küçücük bir dünyada geçirmiş olan Prenses Harueme. Kendi kaderine yön verememiş olan bu yaşlı kadın, kurmaca bile olsa başka birinin kaderini özgürce yönlendirmenin özlemiyle bir hikâye yazmaya koyuluyor.
“O halde neden anlatıyorum Kagaya-hime’nin hikâyesini? Dahası, neden kendi hayatımı anlamlandırmaya çalışıyorum, hangi olayların tam olarak yazdığım gibi olduğunu, hangilerininse dilekler ya da pişmanlıklarca değiştirildiğini bile bilmezken? Çünkü elimizdeki tek şey hikâyeler ve hatıralar. Eskiden sahip olduğum şeyler, geçmişte sevdiğim insanlar – bunlar zihnimin sandıklarda sakladığı ve sıkıldıkça ya da yalnızlık çektikçe çıkardığı defterlerdeki mürekkep izlerinden ibaret. Bir şeyleri gerçek kılan, onları kaydetmek – başka hiçbir yere olmasa bile hafızamıza. Benim fudoki’m, hayatımla bire bir aynı uzunlukta. Fudoki’m olmadan ben bir hiçim, çünkü o ve ben aynı şeyiz.”
TANIDIK ŞEYTAN – EILEEN HORNE
Dünyada kötülüğün varlık sebebi, insanların hikâyelerini anlatamamalarıdır.”
Carl Jung
Dr. Gwen Adshead, Britanya’nın önde gelen adli psikiyatrlarından. Seri katilleri, kundakçıları, takipçi sapıkları, çete mensuplarını ve gaddarlıkları karşısında hem dehşete hem de meraka kapıldığımız tüm diğer “canavarları” tedavi ediyor. Yaşamlarının dönüm noktasında tanıştığı hastalarını suçları ne olursa olsun dinliyor, kolayca silinmeyecek kimlikleriyle yüzleşmelerine yardımcı oluyor.
Tanıdık Şeytan’da Adshead’in görüşme odasına misafir olup, on bir hastasıyla tanışıyoruz. Şeytanla özleştirdiğimiz bu adam ve kadınlar tüm karmaşıklıkları ve dahası, tüm insanlıklarıyla karşımıza çıkıyorlar. Tanıklık edeceğimiz görüşmeler, cazibesiyle haber ve eğlence mecralarımızı ele geçirmiş yüzeysel “kötülük” hikâyelerinden çok daha derinlere sürüklüyor bizleri. Kendi zihnini tanımaya başladığında insanın düşüncelerinin (canavarlar dahil) nasıl radikal biçimde değişebildiğini, ne kadar güçlü bir şekilde empatiye meyledebildiğini gösteriyor. Bir de dinlemenin ve merhametin nasıl büyük fark yaratabildiğini…
Tanıdık Şeytan, insan doğasıyla ilgili bildiğinizi sandığınız her şeye meydan okuyor.
“Bitirdiğimde hissettiğim en baskın duygu umut oldu… Merhametli ve büyüleyici.” Guardian
“Güçlü, aydınlatıcı, insanca ve merhamet dolu.” Gavin Francis, İnsan Vücuduna Seyahat’in yazarı
“Aklımızdaki pek çok klişeyi yerle bir ediyor.” The Sunday Times
MONSTERS – BARRY WINDSOR-SMITH
SENE 1964. Bobby Bailey, ABD ordusuna gönüllü yazılmak için asker alma ofisine giderken, başına gelecek trajik olaylardan habersizdi. Ketum, yıpranmış, masum, geçmişini unutup geleceğe bakmak isteyen bir genç olan Bobby, ABD ordusunun gizli deneyleri için biçilmiş kaftandı. Bu deneyler, 20 yıl önce, 2. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Nazi Almanyası’nda ortaya çıkmış genetik bir programın devamıydı. Bailey’nin tek dostu ve koruyucusu Teğmen McFarland, olaya müdahale etti ve tamamen kontrolden çıkan bir dizi olayı tetiklemiş oldu. Rütbeli canavarların sayısı arttıkça hikâye hem gerçek hem mecazi anlamda tam bir vicdan hesaplaşmasına dönüştü.
Bu incelikle resmedilmiş destansı hikâye, duygu, içgörü ve empatiyle dolup taşıyor. Windsor-Smith, halihazırda elli yıldır sürdürmekte olduğu başarılı kariyerinin başyapıtını yaratmış.
-THE LIBRARY JOURNAL
360 sayfalık görsel hikâye anlatımı gücü olan MONSTERS’ın çerçevesi oldukça geniş: Biraz ailevi drama, biraz gerilim, biraz metafizik yolculuk, hayatlarını geri almak için mücadele eden bireylerin samimi bir portresi ve Amerikan tarihinden iki farklı kuşakta işlenen destansı bir politik macera.
MONSTERS, Windsor-Smith’in kusursuz çizim ve çini tekniğiyle, jest ve kompozisyona duyarlılığıyla ve kariyerinin en görkemli hikâye anlatımıyla harmanlanmış bir eser. Yürek parçalayan şefkatin, dayanılmaz acının, kefaretin, fedakârlığın ve yıkıcı şiddetin yer aldığı bölümler sunan MONSTERS, kesinlikle şimdiye kadar çizilmiş en yoğun grafik romanlardan biri.
YAVAŞLAMAK – DANNY DORLING
Hızla büyüyen dünyamız, aslında ekonomik krizler ve salgınlardan çok daha önce sonun eşiğine geldi. Uygarlığımızı son sürat ileriye taşıdığına inanılan teknolojik gelişmeler, yaygın kanının aksine gitgide yavaşlıyor. Nüfusumuzun büyüme hızı düşüyor. Gidişata bakıldığında mevcut yavaşlama, hızlanma beklentisine karşı büyük bir meydan okumayı ve bilinmeyene doğru bir adımı temsil ediyor. Fakat bu durum, kulağa korkutucu gelse de, insanlık ve gezegenimiz için bir umut ışığı olabilir.
Danny Dorling, farklı disiplinleri bir araya getirdiği Yavaşlamak’ta küresel çapta tecrübe ettiğimiz yavaşlamanın faydalarına dair güncel ve alışılmışın dışında bir argüman ortaya koyuyor. İlk kez 1890’larda kullanılan ve temelde “daha yavaş ilerleme” anlamına gelen bu olguyu iklim, demografi, ekonomi, jeopolitik gibi disiplinler bağlamında inceliyor; analizini doğurganlık oranlarından banka kredileri ve toplumsal hareketlerin sıklığına uzanan bir veri çeşitliliğiyle zenginleştiriyor. Dorling, bu çalışmasıyla “Nasıl bir gelecek tasavvur etmeliyiz?” sorusuna sürdürülebilir bir cevap arıyor.
“Çoğumuz, bir ilerleme kültü gözümüzü kör ettiğinden, Dorling’in açıkça ortaya koyduğu yavaşlamanın farkına varamıyoruz. Gerçek bir entelektüel olan Dorling, hayatta kalmayı başarırsak Dünya’nın daha yavaş –ve muhtemelen daha iyi– olacağını gösteriyor.” —Paul Chatterton
“Dünya, istikrarlı ve ardından azalan nüfustan oluşan yeni bir ‘normal’e geçerken yavaşlayan büyüme hızının devasa zorluklarını zekice ortaya koyan Dorling’in iyimserliği bulaşıcı.” —Vicky Pryce
“Güçlü, kışkırtıcı ve zamanın ruhuna uygun bir metin. Profesör Dorling, devasa kâr ve sermayeye yönelik özgürlüklerin yanı sıra, gitgide artan iş yoğunluğunun insanları ve gezegeni ayakta tutmaya yetmeyeceğini zekice ortaya koyuyor. Daha güçlü sendikalardan daha yeşil bir ekonomiye, bizi, daha ümitvar ve insancıl bir geleceği seçmenin yolları olduğuna ikna ediyor.” —Frances O’Grady