Haftanın Kitaplığı – 30 Ocak 2023

Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye göz atabilirsiniz

BİR BAŞKA DENİZ – CLAUDIO MAGRIS

Saatlerdir güvertede duruyor Enrico, çünkü değişmeyen şeylerden hiç sıkılmıyor. Öncelikle askerden kaçmak için bindiği bu gemide bir çatı katındaki sohbetlerin, okuduklarının, geride kalmış bir dostun anısının üzerine düşünüyor. Gemi Güney Amerika’ya doğru ilerlerken dalgaların boğuk sesi adeta Enrico’nun belleğinin derinlerinde kırılıyor. Kâh gemideki insanlarla sohbet ediyor Enrico, kâh yazacak çok şeyi olmasına rağmen iki kelimeyi bir araya zor getirdiği mektuplar kaleme alıyor, kâh hayvanları önüne katıp çobanlık yapıyor. Bir şekilde, yaşadığı anın sınırlarında kalmayı başarıyor. Çünkü bir arkadaşının ayrılırken ona dediği gibi, şimdiki zamanda var olmayı biliyor Enrico.

Bol ödüllü yazar Claudio Magris “Bir Başka Deniz” kitabında gidişleri, kalamayışları, dönüşleri ve yaşamayı neredeyse imkânsız kılacak bir yaşam sevgisini şiirsel bir dille gözler önüne seriyor.

YAPAY ZEKA SENDEN NEFRET ETMİYOR – TOM CHIVERS

Yapay zekâ teknolojisi şimdiden öngörülenin ötesine geçmeye başladı. Yine de yapay zekâyla ilgili asıl korkutucu olan şey yapay zekânın öz bilinç ve özgür irade geliştirerek bize karşı isyan etmesi değil, dünyayı ve insanlığı yok etmesi. Ne de olsa bizler yapay zekâ için yalnızca atomlardan ibaret olabiliriz!

Ödüllü yazar Tom Chivers tarafından kaleme alınan ve The Times’ın “Yılın Bilim Kitapları” arasına seçilen Yapay Zekâ Senden Nefret Etmiyor, yapay zekâ ve riskleri hakkında gerçekçi bir tablo çiziyor. Bu konu üzerine eğilen LessWrong, “effective altruism” gibi toplulukların tarihi, üyeleri ve fikirleri hakkında önemli bilgiler aktaran Chivers, eleştirel rasyonalistlerin de önümüzdeki birkaç yıl içinde insanlığın geleceğine dair bize ne gibi içgörüler sağlayabileceklerine dair önemli bir analiz sunuyor

ŞİDDETİN TARİHİ – ÉDOUARD LOUIS

2012, Paris. Édouard Louis arkadaşlarıyla yediği Noel yemeğinden sonra gece yarısı evine dönerken, yolda tanıştığı bir adamın ısrarına dayanamayıp onu evine davet eder. Reda ona çocukluğunu ve babasının Cezayir’den kaçarak nasıl Fransa’ya geldiğini anlatır. Gecenin geri kalanını sohbet ederek, gülerek geçirirler. Fakat bir süre sonra işler değişir: Reda bir anda tarifsiz bir şiddetin failine dönüşürken, Édouard’ın payına düşense seçmediği bir hikâyenin kurbanı, seçmediği bir acının taşıyıcısı olmaktır. Şiddetin Tarihi, o gece yaşananların izini sürerken, şiddetin kökenlerini, doğasını ve onu tırmandıran dinamikleri, göçmenlik, ırkçılık, eril şiddet ve travma üzerinden anlamlandırmaya çalışan bir araştırmaya girişiyor.

ESKİCİ DÜKKANI / ANILARIMIZ NASIL DOĞAR, BİZ ANILARIMIZDAN NASIL DOĞARIZ

Anılar hiç beklemediğimiz bir anda içimizde şiddetli duygular uyandırır: bir hüznün sancısı, bir aşkın telaşı, bir kaybın acısı, bir pişmanlığın huzursuzluğu… Gündelik hayatımız sürerken biz farkında olmadan gerçekleşen karmaşık nöral süreçlerin bir sonucudur bunlar. Dünyaya bakışımızı şekillendirir, davranışlarımızı etkiler, hayal gücümüzü beslerler; kısacası bizi biz yaparlar.

Uzun yıllardır hafıza ile deneyim arasındaki ilişkiyi araştıran psikiyatrist Veronica O’Keane, bu kapsamlı ve büyüleyici kitabında hafızaya dair pek çok soruya yanıt arıyor. Anılarımız nasıl oluyor da bize böylesine gerçek gelebiliyor? Duyum ve algılarımız, hatıralarımızı ne derecede etkiliyor? “Gerçek” ve “sahte” anı diye bir şey var mıdır? Hepsinden de önemlisi, hafıza işlevi, zihinsel bir rahatsızlık yüzünden sekteye uğradığında neler olur? O’Keane, bu meselelerin izini sürerek psikozun çarpıttığı anıları insan beyninin sırlarını çözmek için kullanıyor ve bizlere kişisel deneyimlerimiz hakkında düşünmenin yeni bir yolunu sunuyor.

Yazar, hastalarının dokunaklı hikâyelerinin yanı sıra edebiyattan ve peri masallarından da yararlandığı bu eserinde, olağanüstü bir bilmece olan insan beyninin doğumdan ergenliğe ve yaşlılığa değin nasıl biçimlendiğini daha iyi anlayabilmemiz için en yeni nörobilimsel araştırmalara yer veriyor. Eskici Dükkânı, ciddi ruhsal sorunlar yaşayan insanların cesaretine ve acılarına tanıklık ederken, onların deneyimlerinin, bildiğimiz ve hissettiğimiz şeylerin gizemini nasıl aydınlatabileceğini de gösteriyor.

GÜNEŞTEKİ ADAMLAR –GASSAN KANAFANİ

Yolları Basra’daki bir kaçakçının yazıhanesinde kesişen üç Filistinlinin hikâyesi Güneşteki Adamlar. Göğsünü dayadığında sanki yerin kalbini duyacak kadar toprağa bağlı ihtiyar bir köylü, haksızlığa karşı mücadelesi zindanın yolunu gösterdiğinde kaçmaktan başka çaresi kalmayan genç eylemci ve okulu bırakıp gerçek dünyada “pişmek” zorunda kalan toy bir öğrenci. Kuveyt’e varıp, Körfez’in bu zengin ülkesinde çalışıp para kazanmaya başladıklarında yalnızca kendilerinin değil arkalarında bıraktıkları Filistin’in, ailelerinin, sevdiklerinin de talihini değiştirmeyi umuyorlar. Yola koyulduklarında, geride kalan acı hatıraların yanı sıra çölün dayanılmaz sıcağıyla da baş etmek zorundalar. Yolculuk sona erdiğinde Filistin’den, onun acılı tarihinden hiç uzaklaşamadıklarını görüyoruz. Güneşteki Adamlar, 1963’te yayımlandıktan sonra da yazılmaya devam eden bir metin. Onu aynı zamanda çölde kavrulan, okyanusta boğulan, kamyon kasasında yahut bir uçağın bagajında buz tutan göçmenlerin hikâyesi olarak da okuyuşumuz bundan.

What's your reaction?